22 Aralık 2011 Perşembe

AKLIM ACIYOR...

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
AKLI ACIYAN ADAM
Canı acıyan gibi adam gibi…
Aklım acıyor…
Aydınım diyen gazeteci , Amerika’ya davet edilip okyanusu geçerken ne düşünüyor bilmiyorum..
Ama indiğinde , “Sağlık konusunda çok iyi şeyler yaptılar.” Diyor.
Yurdun dört bir tarafında yaşanan sağlık skandallarını , dramlarını , hastane önlerini , muayene kapısı kuyruklarını, üzerinde gereksiz bir yığın tıbbi uygulama yapılan insanların patır patır öldüğünü görmüyor.
“Nezle oldum” diyene dört ilaç yazılıp her ilaç başına para alındığını, randevu isteyenden para istendiğini , “doktoru gördün “diye cebine saldırıldığını, “reçete yazdı ya “deyip maaşının kesildiğini anlatmıyor.
Aslında ne anlattığının ayırdında bile değil.
İnsanlar bu sefaleti , bu haksızlığı kendisi yaşadığı halde görmüyor , üzerinde düşünüp tepki vermiyor.
Çünkü haber diye izlediği yalan , dolan…
Çünkü tartışma diye seyrettiği vıcık vıcık yağ….
Ekranda gördüğü kendi fışkırttıkları yağı yalayan yaratıklar…
Televizyon başında dizi kahramanı kıza tecavüz edilmesini merakla bekleyen insanlar…
Sokaklara dökülenler sağlık emekçileri…
Hasta bakıcılar , hemşireler, doktorlar, asistanlar, profesörler…
İnsan sağlığı para ile ölçülemez diye bağıranlar…
Sağlık hizmetleri ticaret konusu yapılamaz diye yürüyenler….
Bu işten para kazanacak olanlar…
Doktorlar…
İyi mi?
Aklı acıyan adam sokaklarda ….
Göbeğini kaşıyan ….
……….
Aklım acıyor……

18 Aralık 2011 Pazar

ASLINDA SUÇLU KADIN

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
ŞİDDETİN İZİNİ SÜRMEK GEREK

Biliyorum Derya Uğural bana bu konuda kızıyor.
Kadına şiddeti küçümsemediğimi ve ancak şiddetin hayatın her anında ve herkese yönelik olarak sistemli bir şekilde uygulandığını anlatmam gerektiğini de biliyorum..
Sadece , O’nu ve kadınlarımızı darıltmadan , kadınlara yönelik şiddetin derhal durdurulması gerektiğini , ancak okullarımızda başlayan , neredeyse bütün sosyal toplanma alanlarında ve özel hayatımızda sürdürülen şiddetin yok edilmesi gerektiği doğrusunu nasıl öne çıkaracağımı da bilmiyorum…
Amacım , mevcut sistem tarafından şiddetin diğer tüm canlılara ve içinde yaşadığımız Dünya gezegenine de yönelik olarak sürdürüldüğünü anlatmak.
Ama bunu yaparken , “iyi de kadına şiddet sürsün mü yani “ cümlesini hiç hak etmediğimi baştan söyleyeyim.
Şiddetin bütün şekillerine ve hedeflerine karşı birlikte durmamız gerektiğini açıkça söylerken bile , yeterince açık olmadığımı düşünüyorum.
Yani bu konuda yaşadığım iç karartıcı çatışma önce beni sarsıyor.
Nasıl yapmalıyım da kadına yönelik sistemli şiddetin , sistemin kontrol edicileri tarafından diğer insan cinsi ve türlerine karşı kullanıldığını anlatmalıyım.?
Yoksa ben de her gün yaşanılan şiddet haberlerini kınayarak , lanetleyerek , çok kızarak oturduğum yerde oturmaya devam mı edeyim.?
Yani aslında sistemin istediği ve belirlediği ölçüde tepki verip , gaz salıp , gaz alıp şiddete devam edilmesini kenardan izleyeyim mi?
Sonuçta ben kadın değilim.
Üstelik uygulanan bu sistemli şiddetin bir parçası da değilim.
Kınarım , üzülürüm , iki yazar bir susarım..
Şiddet’te gereken dozda herkese ve her kesime , gereken her zamanda uygulanır.
Çünkü okullarda minnacık çocuklarımıza sistemli şiddet uygulamalı olarak yaşatılıyor.
Neredeyse bütün kurs çeşitlerinde de öyle..
Spor sahalarında…salonlarında…
Yollarda..
Evlerde…
Sosyal alanlarda, Kamusal alanlarda…
Özel hayatlarımızda…
Dinlenen, izlenen ve ifşa edilen özel hayatlarımızda..
Artık açıklaması bile mümkün olmayan…
Özel tutukluluk hallerimizde…
Şiddet hepimize ve her an uygulanıyor…
Bunu değil de şiddetin birini görmek ve göstermek , sistemden yararlananların işi olmalı..
İşte bunu nasıl anlatırım diye kara kara düşünürken,
Medya’nın amiral gemisi imdadıma yetişti..
Kadına yönelik sistemli şiddeti haberleştirdi….
Dövülen , aşağılanan,yaşayacağı hayatı elinden alınan kadın için,
“KARAKOLDA DAYAK YİYEN O KADIN KONUŞTU ” diyerek beni kurmam gereken bütün cümlelerden kurtardı.
Dövülen , eziyet edilen , aşağılanan değil…
Dayağı yiyen kadın…
Şiddetin fiilini , dayağı yiyerek gerçekleştiren şey…
KADIN…..
Siz bu anlatımdan da korkmadıysanız….
Siz bu bakıştan , bu duruştan bir şey anlamadıysanız…
Size anlatabileceğim bir şey zaten olamaz…

(8.12.2011 tarihli Hürriyet gazetesi)

12 Aralık 2011 Pazartesi

LALE DEVRİNİN SONU...

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
LALE DEVRİ MANZARALARI
Devletin başı başbakana yan baktı…
Başbakan bakanına kızdı…
Bakan Valiyi azarladı…
Vali , kaymakamı fırçaladı…
Kaymakam Müdürü toplantıdan kovdu...
Müdür Daire başkanını tokatladı…
Daire başkanı şefi yumrukladı..
Şef memura bir geçirdi..
Memurun gözü morardı..
Zabıta , simitçiyi yakaladığı yerde tekme tokat hizaya getirdi..
Simitçi…..
Her gün dövdüğü karısını bir kez daha dövdü…
Ve medya bunu gördü…
Ertesi gün Başbakanın korumasını iterek kovduğu haberinin üstünde sür manşetten verdi…
Kadına şiddete son….!
Her gün itilip kakılan insanların, azarlanıp dövülen yöneticilerin ülkesinde görülüp gösterilen şiddet , aslında zurnanın son deliğinde ki şiddet.
Hiç kimse bunu küçümsediğimi filan söyleyerek konuyu başka bir şiddet nedeni haline getirmesin.
Demem O’ki….
“Bizim toplumsal başarısızlığımızın sebebi kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz kayıtsızlık ve kusurdan ileri gelmektedir.”
Atatürk’ün bu tespitinin üstüne koyulabilecek hiçbir şey yok…
Yok ama….
El insaf…
İnsanlarının tamamı , dayakla , azarla, hakaretle , itilerek , kovularak , aşağılanarak yönetilen bir ülkede kadına şiddetin durması filan mümkün mü?
Dolayısı ile…
Benim sür manşetim şu…
Saygısız ve sevgisiz yönetime son…!

5 Aralık 2011 Pazartesi

HOCA BUNU YAPMIYOR..

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
YAPARSA HOCA YAPAR…
Çok çabuk unuttuğumuzu lütfen kabul edin.
ABD ve işbirlikçilerinin çıkarı üzerine kurulu algı yönetimine , bizlerde bu kolay unutmalarımızla çok yardımcı oluyoruz.
Öncelikle bir TÜRK DEVRİMİ olan cumhuriyet yönetimi ve kurumlarının birer ikişer yok edilip değiştirilmelerine olan mesafemiz benim için umut kırıcı.
Ama biliyorum ve eminim ki , TÜRK DEVRİMİ , toplumsal iyileşme ve çağdaş uygarlık hedefinde ki samimiyeti nedeniyle yok edilemez bir temele sahip.
Bu tespitimi çok kısa bir süre sonra , geçen yüzyılın başından bu yana üzerinde yıkmak amacıyla çalışanlar kesin olarak anlayacaklar.
Laik , demokratik , sosyal hukuk devleti kurumları yeniden ve daha güçlü olarak yapılanacak.
Şimdi gelelim benim gündemime..
Yani Hocamızın neler yaptığına.
Gözü kara bir biçimde şehrin ALT YAPISINI tamamlıyor..
Bu yüzden su faturaları zamlanacak.
Devrim dediği , ama bence ciddi bir zaman ve para kaybına neden olan , daha da önemlisi Antalyalıları yoran ulaşım planlamasını yaptı.
Kendisi ile her platformda bu konuyu tartışmaya hazır olduğumu bilmesini isterim.
Bütün uzmanları ve danışmanları ile birlikte gelebilir.
Ama görünen O’ki bu planlama ile İspanyol tramvayının geleceğini kurtardı.
Ödenmesi gereken borçlar konusunda biraz nefes aldı.
Hoca ulaşımda kendi devrimini de yaptı.
Sonra şehrin caddelerini sırayla güzelleştirdi.
Alt yapıları ile birlikte yapılan bu çalışmalar uzun ve rahatsız edici olsa da güzel oluyor.
Evet Hoca şehri güzelleştirdi.
Atatürk caddesi ve Cumhuriyet meydanı gece hayatı ile renklendi.
Menderes Türel’in başlattığı meydan düzenlemesi şimdi çok daha güzel ve adına yakışır oldu.
Hoca bunu da yaptı.
Akşamları canlanan ve ziyaretçileri için güzel anılar yaşatan şehrin merkezi artık başka bir kimlikte.
Böyle bir yazı yazdığım için beni bağışlayın ama Hocamıza yaptıklarının sokaktaki yansımalarını anlatmak ve O’na teşekkür etmem gerekiyordu.
Cumhuriyet meydanı yaşanası bir yer oldu.
Caddeler üzerinde yürünesi güzellikte.
Ancak bu güzelliği orada olursanız yaşayabilirsiniz.
Hoca yaptığı bu işlerin O kadar uzağında ki , yaptıklarını Antalyalılarla birlikte yaşamadığı için bir O kadar da farklı algılara sahip …
Birinin bunu O’na hatırlatması gerekiyor.
Birinin O’na , yaptıklarını ,Antalyalılar ve misafirleri ile birlikte yaşamasının güzel olacağını söylemesi gerekiyor.
Bu kaçıncı davet diyeceksiniz ama ,
Belki , sıradan bir gün de ince belli bir çay bardağında ki sıcak çay , kalplerimizi ısıtır.
Kim bilir belki yeni yılda şehir için yaptıklarının , şehir de yaşayanlar için olduğunu fark eder.
Bence Hoca asıl bunu yapar…
Ama ….
Nedense…..
Hoca bunu yapmıyor…

3 Aralık 2011 Cumartesi

YALAKA VE SÖMÜRGECİLER..

YALAKA BASIN-SÖMÜRGECİ MEDYA

Bu bir çuvaldız yazısıdır..
1915 yılında Osmanlıya karşı kışkırtılan Sünni olmayan dini azınlık.
1920 yılında Ankara hükümetine karşı kışkırtılan alevi Kürtler…
1923 yılından sonra Cumhuriyete karşı silahlandırılan sünni Kürtler…
1926 yılında ayaklanan Şeyh Sait…
1936 yılında ayaklanan Seyit Rıza…
1937…
1938…
1939….
İngiltere…Fransa…Rusya…Amerika….
Dışarıdan yönetilen unutulmuş ve yoksul insanlar…
Türkçe konuşuyorum…Cumhuriyet Türkiye’sinin bütün reform , gelişme , kalkınma girişimlerine karşı ayaklanan ve yolu , okulu, köprüyü ve hatta fabrikayı istemeyen insanlar..
Cumhuriyet Türkiye’sine zaman , enerji , para ve en önemlisi insan kaybettiren isyancılar…
Bir gecede yok edilebilecek kör kalabalık…
Yıllarca Cumhuriyetin üzerinde rapor yazıp kazanmaya çalıştığı insanlar…
Yıllar sonra….Amerikalı elçinin bizim çocuklar dediği yöneticilerin döneminde ve bu kez de Amerika , Almanya ve Fransa’nın güdümünde yine ayaklandılar.
Başbakan’ın belge diye açıkladığı şeyde 13.286 kişinin öldüğü yazıyor…
Özal Döneminde başlayan ve bu gün de devam eden terör hareketinin belgesinde ne yazıyor..
Sadece Tayyip Erdoğan hükümetlerinin döneminde kaç insan öldü..?
Evet , Tunceli ayaklanmaları çok kanlı ve çok acımasızdı.
Bastırılması da aynı ölçüde oldu..
Askerlerimizi öldüren , yapılan köprüleri havaya uçuran, okulları yakan O günün teröristi ile bugünün teröristi arasında hiçbir fark yok.
Bu günkü katil de O günkü neden masum?..Anlayan asıl bunu anlatsın.
Ama Yalaka basın ile sömürgeci medya yarın onlarda masumdu bunlar da masum , hadi öpüşün barışın ve topraklarını onlara verin derse….
Lütfen şaşırmayın…
Şaşırmış gibi filan da yapmayın…
Milli Selamet Partisi kurulduğundan bu yana yazıp söylüyoruz…
Bu siyasi gücün hedefi Cumhuriyetle hesaplaşmak ve O ‘nu değiştirmektir..
Referansları şeriattır.
Demokrasi onlar için bir araçtır…
İnsan hakları, özgürlük ve bağımsızlık kesinlikle yok edilmesi gereken değerlerdir…
Çok fazla zamanları kalmadı…
Bu hedefe derhal ulaşamazlarsa…..
Bir daha asla ulaşamazlar….
Bunu çok iyi biliyorlar..
Bu yüzden çok hızlı, çok kaba ve çok saldırganlar…
Yarın olacaklara, yarın söyleneceklere….
Bu yüzden…
……..Sakın şaşırmayın…

11 Kasım 2011 Cuma

ŞİMDİ YAPMALIYIZ

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
ÇOCUKLARIMIZ….
Sadece üç çocuk ve tecavüz başlığı altında konuştuğumuz çocuklarımız.
Bunun dışında yetişkinlerin , çocukları ve onların hayatlarını konuştuklarını düşünmüyorum.
Ülkeyi yönetenlerin durup durup bel altı vurduğu her tartışma konusu gibi bu konuda fena halde kirletildi.
Çocuklarımız hakkında, yani ülkemizin geleceği ile ilgili olarak düzgün işler yapmak bir yana düzgün iki cümle bile kurmuyoruz.
Tabii ki dehşetli bir baskı altındayız.
Tabii ki hayatın her alanından dışarı itiliyoruz.
Tabii ki bin bir türlü mazeretiniz var.
Tabii ki haklısınız.
Ama….
Yapmamız gerekenleri çocuklarımız için de yapmayacaksak , kimin için yapacağız.
Ulusal eğitim sisteminin bozulması yeni değil.
Sadece giderek daha da kabalaşıyorlar.
Bilimden uzaklaşıp , çocuklarımıza bir biri ile bağdaşmayan bir yığın saçmalığı ders diye ezberletiyorlar.
Bunu bilerek , yani planlı olarak yapıyorlar.
İyi de biz ne yapıyoruz.?
Sonuçta onlar bizim çocuklarımız.
Onlar için yapabileceğimiz bir şeyler olmalı.
Uyuşmuş beyinlerini ,uyuşmuş bedenlerini silkeleyip, bilime açık ,içinde yaşadığı Dünya’yı anlayan ve seven kişiler olmalarını sağlamalıyız.
Sahip çıktığımız tüm değerlerin odağında bu yok mu?
Düşünen, bilime bağlı , soran , sorgulayan ve öğrenen özgür insan.
Bedava diyerek zorla verdikleri kitapların dışında bilgiye ulaşabilen çocuklarımız olmalı.
Hayatın içerisinde kalmayı başarmalıyız.
“Onlarla birlikte yaşamak istediğimiz hayata” sıkı sıkıya tutunmalıyız..
Yılgınlığa , bıkkınlığa düşmeden çocuklarımız için bu hayata sahip çıkmalıyız.
Bunu kendimiz için , onlar ve onların çocukları için,
Şimdi yapmalıyız.

10 Kasım 2011 Perşembe

TEHDİT ALGISI

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
GERÇEK TEHDİT BİZİZ

Çok uzatmayacağım…
Öyle uzun uzadıya lafı geveleyip , yüksek politika da yapmayacağım.
Ama kesinlikle biliyorum ki Türk Halkı Kendisini Küresel güç diye yutturanlar için büyük bir tehdit.
Peki madem istiyorsunuz biraz uzatayım.
Dünyayı yönetme iddiasında olan ve kendilerini “Süper” “ Küresel” filan diye adlandıranlar, bütün güçleri ile abandıkları coğrafya da bir tek Türklerden korkuyorlar.
Çünkü Türk halkı zeki…
Kendini “ne mutlu Türküm diyene” sözü ile tanımlayanlar çok keskin bir algıya sahip.
Bölgesel çıkar hesabı yapanların bütün planlarını şıp diye anlayıp açığa çıkarıyor.
Daha onlar bir şeyler yapmadan , ne yapacaklarını sesleri kısılmış dahi olsa söyleyebiliyorlar.
Yani bir şeyler değişiyor , bir şeyler bozuluyorsa bu göz göre göre oluyor.
Kimse bu gün Türkiye’de neler olduğunu bilmiyorum diyemez.
Her şey bütün baskılara ve yıldırmalara rağmen açıkça konuşulup anlaşılır bir şekilde kamu oyunun bilgisine sunuluyor.
Bunu birkaç siyasi parti ve birkaç yayın organı ile yapabiliyoruz.
Yalnız kendimiz için değil bölgede ki diğer uluslar için de neler olduğunu açıkça söyleyebilen bir azınlığız.
İşte sıkıntının büyüğü burada.
Zeki de olsa ,bir halkın küçük parçalara bölünmüşlüğü sahip olduğu gücü zayıflatıyor.
Biliyorum ki bunun da üstesinden geleceğiz.
Ortak değerlerimizin etrafında bir araya gelip ortak akla ulaşacağız.
Bunu yapacak olan sivil dinamik Ülkemizin geleceğinde söz sahibi olacak.
Yani iç tehdit iyot gibi açığa çıkmışken , neyin ne , kimin ne olduğu kolayca görülürken, yapılması gereken şey “Türk Halkı” kavramı etrafında bir araya gelmektir.
Kendisini bu gücün dışında hisseden kalabalık için mavi boncuk dağıtma kurnazlığı , zayıflığı büyütmekten başka bir işe yaramıyor.
Daha fazla parçalara ayrılmadan ortak geleceğimiz üzerinde anlaşıp bedeli neyse ödemeliyiz.
Şunu bilmeliyiz ki bu günün gerçeğinde ,
Tehdit onlar değil.
Biziz….

9 Kasım 2011 Çarşamba

O HEPİMİZİ ÇOK SEVDİ..

19. yüzyılda doğdu........20. yüzyıl O'nun yüz yılıydı..Hayatı ve bütün Dünya düzenini şekillendirdi...21.yüzyılda milyonlarca insanın aklında ve yüreğinde yaşıyor....Üç yüz yılın tanıklığında ve güçlü hatıran önünde saygıyla eğiliyorum...Mustafa Kemal Atatürk...Seni çok seviyorum....

4 Kasım 2011 Cuma

KUTLADIKLARIMIZ DA DEĞİŞTİ

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
GÖBEĞİNİZİ KAŞIMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜZ KUTLU OLSUN

Günaydın sayın seyirciler…
Kasım ayının puslu yarı soğuk alaca karanlığında uykulu gözlerle baktığınız Dünyamıza hoş geldiniz.
Bu gün size nasıl geliştiğimizi , nasıl güçlendiğimizi ve nasıl muhteşem yönetildiğimizi bir kez daha anlatacağım..
Ben ve yayın masasında görevli arkadaşlarım sizin kendinizi daha iyi hissetmeniz için elimizden geleni yapacağız.
Sonuçta bunun için para alıyoruz.
Patronumuzun daha büyük ihaleler alabilmesinin tek yolu bu olduğu için , ayrıca yeni ileri habercilik anlayışı ile yapabildiğimizin sadece bu olmasından dolayı , durumunuz ne olursa olsun kendinizi hep daha iyi hissedeceksiniz.
En mutlu edici kanalı , yani bizi seçtiğiniz için teşekkür ederiz.
Evet sayın sizler , bu gün Kasım ayının ilk iki haftası içerisinde bir gün.
Hangi gün olduğunun önemi yok.
Zaten bu gün hiç özel bir gün de değil.
Her zamanki günlerden bir gün.
Siz şimdi kendinize güzel bir çay demlersiniz.Kahve sevenleri de unutmamız mümkün değil , siz de kendinize şöyle okkalı bir kahve kaynatırsınız harika olur.
Biliyorsunuz geçen ay içerisinde bir küçük sallanma yaşadık.İşte O hafif sallanmanın etkileri çoktan giderildi.Herkese bir çadır verildi ve şimdi onlarda sıcacık çaylarını içerek bizi izliyorlar.
Geçen hafta bir saatliğine oraya giden arkadaşımız da bizimle birlikte O’da şimdi çayını alıp yanımıza geldi birazdan sohbet edecek ve nasıl başarılı bir çalışma ile her şeyin düzeldiğini sizlere anlatacağız.
Biliyorsunuz bu sallanma nedeniyle, birileri deprem filan diyor ama değil .Yetkililer yerin şöyle - böyle sallanması noktasında bir şey olduğunu söylüyorlar.İşte bu sallanma sonrasında ülkemizde bir kısım kutlama ve anma etkinlikleri bir genelge ile şey edildi.
İyi de oldu.
Neydi öyle gereksiz bir yığın şey yapıyorduk.
Bakın şimdi ne güzel çayımız , kahvemiz sıcacık , evimizde oturmuş sohbet ediyoruz.
Her şeyi hızla yeniliyoruz.
Artık yeni bir şeyimiz daha var…
Eskisi çok eskimişti..
Galiba seksen sekiz yıllık filan diyorlar.
Olur mu canım bu kadar eski bir şey..Kim ister ki böyle eski püskü şeyi..
Her şeyi yenilemeliyiz.
Yep yeni olmalıyız..
Yeni anayasa gibi yeni bir cumhuriyetimiz de olmalı.
Sonra bu gün şuymuş buymuş diye ayakta sap gibi dikilmenize de artık gerek yok.
Artık her şey “yetmişdörtbölü iki’nin” hassasiyeti ile ilgili.
Hadi hadi için çayınızı biz size dışarıda neler oluyor anlatırız.
Bir şey olduğu da yok zaten bazı meczupların ayakta dikildiğine bakıp ta bir şey var sanmayın.
Ne olduysa olmuş..Hepsi geçmişte kaldı.Eskidi.
O’nun ismi lazım değil.Yaptıkları lazım değil.Kendisi de lazım değil …
Yarın daha güzel şeyler olacak..
Biliyorsunuz yarın 11 Kasım 2011….
Siz şimdi ….Neyse boş verin yarını…
Bu günü yaşayın .Arkanıza yaslanın siz sadece keyfinize bakın…
Çayınızı , kahvenizi için ve…..
Göbeğinizi kaşıma özgürlüğünüzün tadını çıkarın…

29 Ekim 2011 Cumartesi

İYİ POSTACI ŞEHRİNİ GEZER.

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
İYİ POSTACININ HİKAYESİ

Size iyi postacının öyküsünü anlatmamıştım.
Şimdi de anlatmayacağım.
Günü gelir anlatırım.
Ama şunu bilin ki postacının iyisi , izin gününde şehrini gezendir.
Belediye başkanının iyisi de öyle.
Sabah akşam şehri için çalışan belediye başkanı izin gününde şehrini gezmiyorsa…..
Bir de üstüne çok çalışıyorum , kendime ayıracak zamanım yok , diyorsa.
Kendimi klonlamam gerekiyor gibi megalomanik ruh halindeyse.
Konuşmaya bile değmez.
Zaten çalışkan postacı hikayesinin aklıma geliş nedeni bu tür belediye başkanlarımız değil.
Cumartesi günü….
Sabah yürüyüşümü yapmak için
Kepez varyantının sağında bulunan ormanlık alana gittim.
Akdeniz Üniversitesi bisiklet kulübü üyesi gençler ile sohbet ettim.Dağ bisikletleri ile piknik yapmaya gelmişlerdi.
Sonra ormanın içlerine doğru yürüdüm.
Tırmandım…Su akarlarından ,vadilerden geçtim…
Koştum…..yürüdüm…
Sabah sporu sonrası geri dönerken. Kepez kent ormanı adı verilen oyun alanına girdim.
Bir orman alanı ancak bu kadar kötü kullanılır.Hakan Tütüncü de bunu başarmış.
Başarmış diyorum çünkü ormanlık alanda hiç kimse yokken , O’nun çay bahçesi ve boyalı top alanı yaptığı yer doluydu.
Kent ormanında gördüm O’nu .
İlk okul çağında ki çocuklarla birlikteydi.
O bir ilçe belediye başkanıydı ve cumartesi günü de şehrini gezmeye çıkmıştı. Büyük şehir belediye sınırlarını kapsayan bir proje yapmış ilkokul çocuklarını “kent ormanı “ dediği yere taşımış ve onlarla eğleniyordu.
Milli Eğitim Müdürlüğü desteği ile , bir televizyon şirketi aracılığı ile büyükşehir çalışması yapıyordu.
Ağzında düdük oyunlara başlama işareti veriyor.Sonra herkesin elini sıkıp başka bir yere gidiyordu.
Çocuklar halk oyunları oynuyor, dans ediyor ve yarışıyorlardı.
Gerçi bütün bunlar çocuklar için değil ,birileri bir yerlere gelebilsin ve birileri televizyon programı yapabilsin diye yapılıyordu ama birileri bir şeyler yapıyordu.
Çocuklar kamera çalışınca koşan figüranlar gibiydiler.
Haklarını yemeyelim.kamyonetin üstüne hücum eden çocuklara ,Su,Meyve suyu ve kek dağıtıldı.Tam üç dakikada her yer , her türlü pislik ile doldu.
Vahşi tüketim dedikleri bu olsa diye geçirdim içimden.
Bir cumartesi günüydü Kepez Belediye Başkanı beş merkez ilçenin üç bin iki yüz çocuğu ile buluşmak için hazırladığı projesinde çalışıyordu.
Büyük şehir belediye başkanımız ,sel bölgesini ziyarete gitmişti . Muratpaşa belediye başkanımızda , Konyaaltı belediye başkanımızda boş durmamış,
Kepez Belediye başkanının bu projesine çelenklerini göndermişlerdi..

11 Ekim 2011 Salı

PEYZAJ MİMARİSİNE KÖR OLUŞ HALİ

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
BU ŞEHRİ KİM YÖNETİYOR?
Bu şehri kim yönetiyor.?
Mimarlar mı?
Müteahhitler mi?
Kim yönetiyor bu şehri.?
Peyzaj mimarları odasının bu soruyu sormasının sebebi ne?
Aslında kendileri veriyor sordukları sorunun yanıtını.
Antalya İmar Yönetmeliğinin amacından başlayarak bütünü hakkında yaptıkları çalışmayı görmeyenler yönetiyor Antalya’yı.
İşte bu şehri yönetenlerin bu günkü Meclis toplantısı öncesi bir kez daha düşünmelerini isteyerek yönetmelik hakkında ki görüşlerini açıklıyorlar.
Yaptıkları çalışma ile bütün belediye başkanlıkları ve meclis üyelerine ulaşmışlar.
Dört yıldır üzerinde çalıştıkları planlama kavramlarını , Antalya İmar Yönetmeliği değişiklik taleplerini ilgili herkese iletmişler.
Yine de bu gün Büyük şehir Belediye Meclisinde görüşülecek olan yönetmelik taslağında bir tane bile olsun önerileri yer almamış.
Biliyorlar çünkü ellerinde komisyon raporu ve meclis gündemine alınan şekli ile yönetmelik var.
Hatta meclise girecek metinde bir çok maddi ve mantıki hata da tespit etmişler.
Örneğin peyzaj mimarisi projesi istenen parsel büyüklükleri yönetmeliğin farklı yerlerinde farklılık gösterebiliyormuş.
Ya da mimarların arka bahçenize kaç ağaç dikmeniz gerektiğini söyledikleri maddeler de varmış.
Bu şehri yönetenlere söyledikleri şey şu.
“Bu yönetmeliği kabul etmeden önce bir kez daha düşünün.”
Benim söyleyeceğim şey de farklı değil.
İmar yasası ve yönetmelikleri ile şekillenen şehrimizin bu günkü durumunu hiç beğenmiyorum.
Demek ki bu planlama anlayışında eksik olan bir şeyler var.
Ortak kullanım alanlarımız ve rekreasyon alanları , parklar ,bahçeler ve meydanlar konusunda eksik olan bir şeyler .
Tatil köylerinin bahçelerinde olup şehirde olmayan bir şeyler.
Şehrimizin her yerinde peyzaj düzenlemesi eksikliği var.
Çünkü Şehrin İmar Yönetmeliğinde , Peyzaj mimari projesi aranması kısıtlanmış bir şekilde yer alıyor.
Benim bu yönetmelikte çekince koyduğum bir çok konu vardı ama galiba en önemlisi peyzaj mimarlarına kör oluş hali.
Oda başkanı Teoman Akçalı parmağı ile işaret ederek yüksekleri gösteriyor ve “ Onlar bizim gösterdiğimiz yere değil , parmağımızın ucuna bakıyorlar.” Diyor.
Meclis üyeleri ve Büyük şehir belediye başkanı Prof.Dr.Mustafa Akaydın bu parmağın işaret ettiği yere bakarsa yabancısı olmadıkları bir yeri görecekler.
Çok yakınımızda olan ve kendilerinin de çok beğendikleri bir yeri.
Prof.Dr. Yılmaz Büyükerşen’in Eskişehir’ini.

DÖRT UYGARLIK BİR ŞEHİR

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
FİKRİ ERTEN’İN ANTALYASI
Adını duyanınız da var duymayanınız da..
Ama eminim ki O’nu ve O’nun Antalya’sını bilen çok az kişi var.
Ne yazık ki Şehrimizi yönetmeye talip olan bazıları , ne O’nu ne de O’nun Antalya’sını bilmiyorlar.
Amacım hiç kimseyi incitmek ya da üzmek değil.
Ama Antalya’yı Dubai yapmak isteyen kişi bu gün de yaşadığı şehrin sokaklarında Arap kültürünü görmek istiyor olabilir.
Oysa Antalya iki bin beş yüz yıllık şehir uygarlığı ile Dünyamızın en eski 50 şehrinden birisi.
Bu şehri seven , bu şehirde yaşayan ve bu şehri yöneten insanlar için bunun bir önemi olmalı.
Milattan önce ki yüzyıllarda var olan yapısal özelliğini koruyan Antalya , sadece bu özelliği nedeniyle bile çok önemli.Bütün saldırılara , bütün aymazlıklara karşın kendisini bu güne kale içi şehri olarak taşıyan bu şehre saygı duymadan O’nu yaşamak olmaz.
Antalya’yı gerçek kimliği ile yaşamak , elimizde var olan az sayıda gezgin anıları dışında Fikri Erten ile mümkün.
Bu çalışkan ve öz verili insan bindoküzyüzlü yılların ilk çeyreğinde Antalya’da Antalya’ya ait ne varsa toplamayı ve korumayı başarmış bir bilim adamı.
Antalya’da binsekizyüzlü yıllarda başlayan tarih yağmacılığı O’nun sayesinde son buldu.
Bulabildiği bütün tarihi ve kültürel değerleri kayıt altına alıp tasnif etti.
Antalya şehrinin yaşayan müze olması O’nun çabaları ile mümkün oldu.
Bu gün kale içinde var olan bütün tarihi eserler ve yapılar O’nun bu çalışmaları sonrasında geleceğe kalabildi.
Çünkü kayıt altına alınmışlardı ve genç cumhuriyet geçmişini koruma kararlılığındaydı.
Kale içi bu gün içinde yaşayarak geleceğe bırakabileceğimiz bir değerse işte bu koruma kullanma dengesini sağlayan anlayış ile mümkün oldu.
Bütün bunları neden yazdığımı biliyorsunuz.
Büyük şehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın bu güçlü cumhuriyet anlayışını benimsediğini göstererek Kaleiçi koruma imar planını yeniden yapılması kararını verdi.
Yeni koruma projesi , Kaleiçi’ni kullanma dengesini de çok iyi kurmuş.
Ticari kullanımı özendirmezken , eski şehre insanı sokacak konut ve yeni ortak yaşam alanları fikrini benimsemiş.
Yapı yoğunluğunu azaltırken bahçe ve meydan düzenlemelerini öngörmüş.
Prof.Emre Madran’nın çalışması milattan önceki uygarlığın izlerini yeniden yaşanır kılacak uygulamaları içeriyor.
Eski İtalyan hastanesinin olduğu alan kazılarak ilk Antalya gün ışığına çıkarılacak.
Antik Antalya’nın anfi tiyatrosunda konserler dinleyeceğiz.
Kesik minare geçmişte yaşadığı üç dönemi bu gün bizimle paylaşacak.
Balık pazarı burcunun etrafında balık pazarı kurulacak.
Selçuklu Akropol’ü , Cumhuriyet meydanı ile iç içe yaşayacak.
Sütunlu yol , doğru yerden başlayıp yanlış yere gidecek ama Antalya ilk günlerinde ki kral yoluna kavuşacak.
Şehrin kapıları etkileşim bölgeleri ile uyumlu olarak ayağa kalkacak.
21.yüzyılın en büyük şehir projesi ,Tiberius kapısını bey dağlarına açacak.
Antik şehrin stadion’u “bir umut “ atletizm ve güreş müsabakalarını yeniden yaşayacak.
Bu şimdilik bir proje..
Başkanın Antalyalılar ile işin başından beri paylaştığı bir proje.
Bizi , Fikri Erten’in Antalya’sına kavuşturacak bir çalışma.
Bu proje ile biz gerçek Antalya ile buluşacağız.
Daha önce de yazdım…Yine söylüyorum.
Antalya şehir kimliği öylesine güçlü ki…
İşte gördünüz….Bizi kendine çağırıyor..

7 Ekim 2011 Cuma

FİKRİ ERTEN VE CEMİL CAHİT SÖNMEZ

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
HOCA’NIN PROJELERİ
Kendisi söyledi, çok projesi var.
Bunu söylerken iyi de , iş projeleri sivil dinamikler ve halk ile paylaşmaya geldiğinde , birden bire başkasının hazırladığı projeye dönüşüyor.
Müthiş özgüvenin yerinde yeller esip projeyi hazırlayanlar öne çıkıyor.
Oysa Büyük şehir belediye başkanlığı , şehrin liderliği demek.
Ekibinin veya kendisinin seçtiği uzmanların hazırladıkları da tartışmasız başkanın projesi demek.
İki yıl sonra dinleme toplantılarına gelebilen başkanın , arkasında duracağı projeleri hazırlık aşamasında kent konseyi ve meslek odaları ile birlikte yapması ve artık bunlar benim projelerim demesi gerekiyor.
O kadar zayıf ve çaresiz bir kadrosu olmalı ki ne yapayım yetişemiyorum mazereti ile kendisinin mazur görülmesini bekliyor.
Oysa bu tür projelerin hangi masalarda paylaşılacağı belli ve bu masalar kurumsal olarak oluşmuş durumda.
Başkanın kendisini kahvaltıya davet eden sanayici ve iş adamları ile kahvaltı etmesinde tabii ki bir sakınca yok.
Ama projelerin paylaşılıp büyütüleceği yer Bütün sivil dinamik ve kuruluşların katılımı ile oluşan KENT KONSEYİ ve Çalışma guruplarıdır.
Hadi kendisi bunu bilmiyor…
Danışmanım diye yanında gezenler , daire başkanları , özel kalemler filan.
Başkan neyin eksik olduğunu anlayıncaya kadar umarım daha fazla zaman öldürmez.
Gelelim Başkanın bizimle paylaşarak hazırladığı projeye.
Projenin adı: KALEİÇİ KORUMA AMAÇLI İMAR PLANI REVİZYONU.
Bu projeyi aklınızın bir kenarına alın..
Antalya’nın kimliğini Dubai’de arayanlar için yararlı olacak bir proje.
Fikri ERTEN’in ve Cemil Cahit Sönmez’in Antalya’sı projelendirilmiş.
Harika bir çalışma.
Kaleiçi’nin kullanım ve koruma dengesi sağlanmış.
Turizm, konut ve ticaret yerleri gerçekçi bir şekilde belirlenmiş ve parametreleri açık anlaşılır ve galiba en güzeli uygulanabilir şekilde yazılmış.
Prof.Emre Madran, “Cemil Cahit Sönmez hocamızın surlar hakkında yaptığı çalışma bize yol gösterecek “diye anlatıyor projeyi.
Şehrin sur içi ve sur dışı ilişkileri bütün kapılar bu arada Batı kapısı Tiberius da dahil birinci derece etkileşim alanları ile ilişkilendirilerek yapılacak.
Bu köşeyi takip edenler bilir.
Altı ay kadar filan önceydi.
Büyükşehir Belediyesine yazılı olarak müracaat etmiş ve alan yönetimi projeniz var mı? Diye sormuştum.
Böyle bir şeyin olmadığını söylemişlerdi.
Neyse ki varmış…
O yazıda Atatürk parkı varyant ve kültür parkı ile birlikte kale içi alan yönetimini de önermiş ve şehrin bu anlayış ile yönetilmesinin doğru olduğunu söylemiştim.
İşte Kale içi bu anlayış ile belirlenen imar uygulama kararları ile yeniden , aslına uygun ve bu günün gerçeklerinde kullanılabilir olarak ayağa kalkacak.
Projenin teknik ayrıntılarını konuşmaya devam edeceğim.
Proje güzel ama uygulamanın ne olacağını hep birlikte göreceğiz.

6 Ekim 2011 Perşembe

ÇAY İÇMENİN YARARLARI..

KÖŞETAŞI REHA İLHAN

HOCA İLE ÇAY İÇMEK

Bu köşenin okuyucuları hatırlar.Şimdi Hoca ile çay içme zamanı diyerek yazdığım yazıyı.
Büyük şehir Belediye başkanı Mustafa Akaydın ile çay içme fırsatımız oldu.
Tabii ki özel bir şey değildi.Kendisi Kent Konseyi İmar Çalışma Gurubu toplantısına son anda katılma kararı alınca toplantı masasının etrafında oturan herkese ikram edilen çayı birlikte içtik.
Büyük şehir belediye başkanı harika bir proje daha hazırlamış .
Buraya dikkat ekibi hazırlamış demiyorum.Hoca harika bir koruma imar planı revizyonu hazırlamış.
Ama O’na sorarsanız kendisi değil ekibi , özellikle de Emre Madran’ın hazırladığı bir proje.
İşte bu projeyi Kent Konseyi alt çalışma gurubu ile paylaşmaya gelmiş.
Çay içtik.
Projeyi konuştuk.
Daha doğrusu biz konuştuk O dinledi.
Dedim ya çay içmeye gelmişti.
Yani doğru olanı yaparak , projeyi hazırlayan ekibin başkanının sunduğu proje hakkında ne düşündüğümüzü not almaya gelmişti.
Kaleiçi Koruma imar planı revizyonunun bütün parametreleri ve kararlarını destekleyen konuşmalar yaptık.
Tam desteğimizi kendisine verdik.
İşte o anda Hoca çayının son yudumunu içti ve , önemli projelerde kendisinden esirgenen destek yüzünden üzgün olduğunu söyledi.
Yani doğruyu yapmaya devam etti.
Projelerin uygulanması öncesinde kendisine verilen desteğin uygulama sırasında verilmediğini iki örnekle anlattı.
Ben de kendisine…
Bu konuşmayı bu köşenin okuyucularının bilme hakkı var.
Ben de kendisine “tırnak içerisinde destek istediği projelerini” bu projede yaptığı gibi zamanında ve doğru şekilde, proje hazırlanma aşamasında , dinleme kararlılığı ile yaparsa beklediği destekten daha fazlasını alacağını söyledim.
Projeye destek vermenin başka bir şey , uygulamaya destek vermenin başka bir şey olduğunu belirttim.
Bir birimize olan güvenimiz artarak ayrıldık toplantıdan.
Dediğim gibi Hoca ile çay içtik.

4 Ekim 2011 Salı

ANAYASA KONUŞURKEN DÜŞÜNDÜKLERİM

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
ANAYASA İÇİN BİR ARAYA GELMEK

Birisi , birileri … saltanat kursun diye hiç biriniz borç içerisinde , aç ve güvensiz yaşamayı kabul etmezsiniz.
Yani Ülke seçmeninin yarısının , birileri saltanat kursun diye işsiz , güvensiz, korku içerisinde yaşamayı kabul ettiğini kimse ileri süremez.
Birileri , çoğunluk bizi seçti diyerek kendi saltanatlarını kurmayı haklı ve kanuni göremez.
Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 2- Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.
Birileri , saltanatlarını sürsün diye insanlar kendi yaşam haklarından vaz geçmezler.
Yani hiç kimse birileri daha güçlü , daha zengin ve daha iyi hissedecek diye , insan olma haklarından daha azına razı olmaz.
Bu ülkenin siyasi seçimlerinden böyle bir sonuç çıkarmak ve insanları korkutarak , yıldırarak baskı altın tutmak insan olmanın kendisine aykırıdır.
Bu gün ülkemizde yaşananları dar alanda uygulanan haksızlıklar olarak görmek ve göstermek hiç kimsenin mazur göreceği bir iş değildir.
Yapılanların tamamen insan olmaklığımız ile ilgili olduğunu, birilerine kul olmak istemediğimiz yaşanıldığını anlamalıyız.Sadece en temel insan haklarını talep ettiğimizi ve sahip olduklarımızı korumak istediğimizi daha yüksek sesle ve daha anlaşılır bir şekilde anlatmalıyız.Hiç kimse bir başka insana KUL olmak istemez.Kendisine KÖLE gibi davranılmasını kabul etmez.
Madde 3 -Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Madde 4- Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır.
Madde 5- Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.
Madde 6- Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.
Madde 7- Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Herkesin bu Bildirgeye aykırı her türlü ayrım gözetici işleme karşı ve böyle işlemler için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.
Madde 8- Herkesin anayasa yada yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.
Madde 9- Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.
Madde 10- Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.
Madde 11
1. Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.
2. Hiç kimse işlendiği sırada ulusal yada uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Bu ülkede seçmen olup oy kullanan hiç kimse kendi telefon görüşmelerinin kayıt altına alınmasını , evinin ve özel hayatının bir başkaları saltanat kursun diye izlenmesini , gözetlenmesini , dinlenmesini istemez.Özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesini desteklemek , “birileri bir diğerlerinin özel hayatını izlesin , gözlesin ve bunu herkese açıklasın diye hukuk oluşturulmasına “karşı çıkmamak insan olmaktan uzaklaşmak demektir.Bunu kimsenin kabul edeceğini sanmıyorum.
Madde 12- Kimsenin özel yaşamına, ailesine konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, şeref ve adına saldırılamaz.
Herkesin bu gibi karışma ve saldırılara karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.
Anayasa yapmak isterken ,en temel insan haklarını basitçe ifade eden , İnsanı , siyasi gücü eline geçiren sivil topluluklardan ve Devlet yapısından koruyan , insan odaklı bir metinden söz etmeliyiz.
Eminim ki Cumhuriyet Halk Partisi sadece bu hakları korumak için komisyonda yer alacak.
Ancak yapılmak istenen Anayasanın bu temel ilkelerin yanından bile geçirilmek istenmediğini düşünen insanların sayısı , birilerinin sandığı kadar az değil.
Sadece bir araya gelmeleri önlenerek küçük kalmaları sağlanıyor.
İşte Cumhuriyet Halk Partisinin , Anayasa konuşmadan önce bu dağınık ve baskı altında tutulan insanları bir araya getirme ve seslerini yükseltmelerini sağlama görevini hatırlamalı.
Bir Anayasa çalıştayı iyi bir başlangıç olabilir.
Bunu yerel yönetimler bile yapabilir.
Meraklısı için dip not.
Yazının içinde maddeler olarak okuduğunuz bölümler , Birleşmiş Milletlerin 1948 yılında kabul ettiği İNSAN HAKLARI BEYANNAMESİNDEN alınmıştır…

2 Ekim 2011 Pazar

ZAMANINDA KONUŞMAK GEREKİR..

HOCAYLA ÇAY İÇME ZAMANI

Yaşar Tabur , Konyaaltı Belediye meclis üyesiymiş.
AKP’liymiş.
Kendisini tanımam..
Gazetemize lütfederse tanışır bir çay içeriz.
Bir çay içeriz , çünkü yaptığı açıklama ile kendisine bir çay borcum olduğunu düşünüyorum.
Halk Kart ve A-Kent açıklamaları müthiş.
Bir ay öncesinden açıkça yazdığım bir konuda beni rahatlatan açıklaması dikkatli bir okuyucumuzun gözünden kaçmamış ve “aidiyeti cihetiyle “ bana göndermiş.
Çünkü kocaman kocaman yazmıştım.
Büyükşehir Belediyesi , A- Kent’ten kurtulmalı ve sokakları Ulaşım A.Ş.’ye devretmeli dedim.
Çünkü doğrusu buydu.
A-Kent , para kazandığı sisteme ihanet eder gibi çalışıyor ve halka eziyet ediyordu.
Vahşi ücretlendirme uygulamaları ile yapılan bütün iyi işler gölgelenip tepki çekiyordu.
Üstüne üstlük Büyükşehir Belediyesinin istediği çalışmaları yapmıyor olmalıydı ki sokaklara “EKDAĞ ÇOCUKLARI “çıkmıştı.
Ellerinde haritalarla Antalya tarihinde unutulmayacak günler yaşattılar bize.
Yaşar Tabur’un anlattıklarını işte bu gerçekler ışığında değerlendirirsek , Hoca şehir içi ulaşımı konusunda nihayet doğru devam yolunu bulmuş görünüyor.
Ya da engelleri kırarak ilk yapması gereken işi “yapabilir olmuş”.
Ellerine sağlık.
Ama üzgünüm kendisine çay borcum yok.
Şu kadarcık bir açıklamayı bile muhalif meclis üyesinin sözlerinden kazıyarak çıkarıyoruz.
Ama olur da lütfederse , gazetemize yolu düşerse sıcak duygularımızı ve aklımızı kendisi ile paylaşmaktan kaçınmayız.
Hep olduğu gibi.
Ama bu konuda yaşananlar sadece bu kadar görünmüyor.
Menderes döneminin AB plakalı araçları ile ilgili bazı söylentiler var.
Hoca akıllı duraklar yapmalı derken var olan duraklar benim diyen AKP döneminden kalan bir reklam şirketi yeni engeller çıkarıyor gibi.
Gibi diyorum çünkü Durakları konuşmayan şehrin Belediyesi de konuşmuyor.
CLEAR CHANNEL isimli şirket otobüs duraklarını temizliyor.
Bu duraktan şu hatlar geçer yazıları da dahil bütün ulaşım bilgilerini duraklardan kaldırıyor.
Büyükşehir belediyesinin isteği ile olmuyorsa bu iş çok tuhaf.
Durağı yaptıran belediye ulaşım haritası yapıştırmak için şirkete para ödemek zorunda gibi.
Güneş enerjili , klimalı havadar durak fikri birilerinin canını sıkmış olabilir mi?
Bu sorunun yanıtı da bir çay hak edecek kadar önemli.
Hadi hocam şimdi karşılıklı çay içme zamanı …

20 Eylül 2011 Salı

BANA SEVGİYİ ANLAT..

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
GÜNAYDIN ÖĞRETMENİM!

Biliyorum yorgunsun.
Annem söyledi ,her şey bu yıl daha zor olacakmış.
Daha zor ve yorucu bir yolculuk yapacakmışsın okula gelirken.
Evine dönerken kalabalık ve kirli otobüslerde ayakta duracakmışsın.
Babam anlattı geçen akşam.
Her şeyin fiyatı artarken öğretmenlerin maaşı artmıyormuş.
Biliyorum üzgünsün.
Gözlerinden anlıyorum.
Pırıltılı ışıklar saçan gözlerin sanki bu kez daha sönük.
Biliyorum mutsuzsun.
Kitap diye dağıtılan şeyin sayfalarını çevirirken yakalıyorum kızgınlığını.
Biliyorum umutsuzsun.
Her gün yeni bir değişiklik yapıyorlar okullarda.
Derslerde.
Eğitimde.

Ne isterlerse yaparlarmış.
Ne isterlerse yapıyorlarmış.
Biliyorum sessizsin.
Ne dense herkes sessiz öğretmenim .
Bu gün okula gelirken hep seni düşündüm.
Gözlerinden içime akacak ışığı.
Yüreğime akacak sıcaklığı düşündüm.
Bak öğretmenim..Gözlerime bak.
Işığa , bilgiye ve sevgiye açık gözlerim.
Yüreğim sıcaklığını arıyor…
Bana gerçeği anlat öğretmenim..
Bana sevdiğim insanı anlat.
Bizi biz yapan.İnsan Yapan.Başı dik ,onurlu bir ulus olmamızı sağlayan insanı anlat.
Kanun gücü engel olmasın bu sevgiye.
Bizim , O’nu seven yüreğimiz , O’ nu anlayan aklımız var.
Bizi bir arada tutan en büyük güç O’na olan sevgimiz.
Biliyorum O bizi çok sevdi.
Biliyorum O’nun için biz her şeydik.
Bana O’nu anlat öğretmenim…
Bana Atatürk’ü anlat.

17 Eylül 2011 Cumartesi

A-KENT KAZANMAYA DEVAM EDİYOR

KÖŞETAŞI REHA İLHAN YİNE ULAŞIM , YİNE A-KENT Şehrin ulaşım planının yapılıp uygulanması tamamen bilimsel bir alt yapı ve birikim gerektiriyordu. Şehrin Üniversitesinin rektörlüğünü yapmış bir profesörün bu konuyu çalışma gündemine almaması düşünülemez. Seçildi ve ulaşıp planı çalışmasını başlattı. Uzmanlar getirtmesi, onların bu konuyu çalışmaları şarttı. Ama en önemlisi hazırlanan ulaşım planı uygulamasını kullanacak olan insanlardı. Hatta uygulamanın olmazsa olmazı şoförler. Bu iki unsur bilimsel çalışmanın dışında bırakılınca ortaya , uygulamanın ertesi günü düzeltilmesi gereken ve hala her gün yeniden düzeltilen yanlışlıklar toplamı çıktı. Konyaaltı depolama noktasından otobüse bindim.Durak dışı bekleme yapan bir kalabalığı almak için duran şoför,onlara durakta beklemeleri gerektiğini ya da Büyükşehir’e e-mail atarak bu noktanın durak olmasını istemeleri konusunda sakin ve saygılı bir şekilde uyardı. Kartında yetersiz bakiye uyarısı alan ve cüzdanından bir tomar kart çıkaran genci kenarda beklemesini söyleyerek bütün yolcuları aldı.Sonra gencin cüzdanından çıkardığı yedi adet kullan at biletlerin tümünü cihazda okuttu.Hepsi de yetersiz bakiye uyarısı verdi.Kendi şifresini cihaza girdi kartları tekrar okuttu.Birisi boştu.diğerleri cihazın çekmesi gereken 1,70 kuruştan az olmak üzere para yüklüydü. Şimdi burada duralım. Hocam sende dur…Derin bir nefes al ve hesabını yap. Altı kartta 1,70 kuruşun altında olmak üzere en fazla toplam kaç lira olur.? Peki en az kaç lira olur? Üniversite giriş sorusu gibi gelen bu sorunun cevabı , aslında Antalya’da yaşanmakta olan vahşi ulaşım ücret politikasının açıklaması. Üç farklı kullanım ücreti bilindiğine göre elden satılan ve kullan at denilen bu kartların içinde ki miktar optimal kullanım için ne olmalıdır ki vatandaş verdiği paranın karşılığını alsın.? Bunlar Hocaya sorduğum sorular. Biliyorum ki Hoca kendisine soru sorulmasını sever. Ben de sorularıma cevap almayı seviyorum. Beş lira verip kart aldınız.Üç kez 1,50 kuruş çektirerek kullandınız.Şimdi kartınızda 50 kuruş okuma cihazının ekranında bir çarpı ve kulaklarda kötü bir sese sahipsiniz. Kartı yeniden doldurmak için aranıp bulduğunuz dolum bayisi bu kartlara dolum yapamadıklarını sistemlerinin bu kartları tanımadığını söylüyor.Ne yaparsınız? Bu soruyu vatandaşa sordum. Yanıtını aldım. “Adı üstünde kullan at kardeşim..Tabii ki atarım onunla mı uğraşacağım.” Hikayemize geri dönelim. Sakin ve saygılı sesli şoförümüz bütün kartları kendi şifresi ile okutup bakiyelerini gördükten sonra ( çünkü siz sadece bir çarpı görüp kötü ses duyabiliyorsunuz.Bu bilgiye ancak özel bir şifre ile ulaşılabiliyor.)Kartların içinde ki paranın miktarını topladı ve genç yolcuya dönerek ,” sen şimdi bana 1,20 kuruş veriyorsun ben de sana 5 liralık yeni bir kart veriyorum.” Dedi. Bütün yolcular yaşadığımız bu yeni deneyimden çok etkilenmiştik. Sisteme dahil edilen bir şoförün nasıl çözücü olabileceğini görmüştük. Çocuk yeni kartını okutup arkaya geçtiğinde , sağ çaprazında oturduğum şoföre gençten aldığı O kartları ne yapacağını sordum. Önümüzde ki durağa yanaşırken gözünü yoldan ayırmadan verdi cevabını. “Depolama alanının orada doldurtup yeniden kullandıracağım.”Vatandaşın parası neden haksız yere yansın ki , neden bir şirketin cebine girsin ki? Doğrusu benim için ağır bir ders oldu bu açıklama. Evet…Yeni ulaşım aktörü olan A-Kent , işe başladığından beri beceriksizlik , eksiklik , deneyimsizlik filan derken Antalyalıların çok canını yaktı. Ama galiba bu kez durum bu sözcüklerle açıklanamayacak kadar kötü. A-Kent firması , Büyükşehir belediyesi üzerinden yürüttüğü bu kötü uygulamalara bir son vermeli. Bence Büyükşehir Belediye başkanı A-Kent firmasının bu kötü uygulamaları konusunda daha duyarlı olmalı ve işleri yeni kurulan Ulaşım şirketinin kontrolüne vermeli. Belediyeler ne yapıyorlarsa şehirlerinde yaşayan insanlar için yapıyorlar. Bütün uygulamaların insanların lehine çözülmesi gerekirken ,şirketlerin öncelikli olmaları kabul edilemez. Ücretlendirme konusu derhal vatandaş lehine çözülmelidir. Kartların dolum konusu uygulamaya başlamadan önce çözülmeliyken bunu yapmayan şirketin üstüne haksız para kazanması derhal önlenmelidir.

8 Eylül 2011 Perşembe

ORGANİZE KAOS...

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
POLİTİK ŞİDDET

Uzun ve yorucu tatil günlerinin ardından daha dingin ve daha sakin başlamayı umduğum son bahar günlerinde neler olacağını az biraz kestirdiğim için yazıyorum bu yazıyı.
Küresel ekonomik krizin bölgemizde başlattığı politik kriz , artık görmemezlikten gelemeyeceğimiz kadar bize ait.
Yani bütün komşularımız kadar bizim de krizimiz.
Amerika Birleşik Devletlerinin Petrol bağımlılığının ölümcül bir uyuşturucu bağımlılığı düzeyine ulaşmış olmasının neden bizim de sorunumuz olduğunu doğru yanıtlamak için çok şey bilmeye gerek yok.
Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında yaşadıklarımız ve cumhuriyetimizi kuran , daha sonra da savaşları yöneten kadrolar , bütün Dünya savaşın kanına bulanmışken bizi bu organize kaosun dışında tutanların birinci önceliği ile , bu günü yöneten kadroların birinci önceliklerine bakan herkes içinde bulunduğumuz durumu anlayabilir.
Ulusunu ve Devletin geleceğini , içinde bulunduğu coğrafi bölgenin barış içinde yaşamasını birinci öncelikleri olarak kurucu belgelerine yazanlar ile , ne olursa olsun biz iktidarda olalım diyenler arasında ki fark bu kadar açık.
Küresel petrol açlığının yeni enerji kaynakları ile giderilmesi için 20 yıl yeterli..Küresel ekonomi ve insan uygarlığının yeni enerji kaynaklarına uyumu için yirmi yıl bile fazla.
Ama bu günkü enerji bağımlılığını yaratan küresel güç, Amerika Birleşik Devletleri bu dönüşüme hazır değil.
Küresel güç olma özelliğini yitirmeye hazır değil.
Her şey değişecek ama ABD’nin lider özelliği sürecek.
Yaratılan ve komşularımızla birlikte bize yaşatılan bu organize kaos’un tek nedeni işte bu.
Bizim ülkemizde ve komşularımızda yaşatılan kargaşa bu sonucu doğuracağı umulan süreci besliyor.
Birilerinin “ çok güzel olacak “ dediği şey de aslında bu.
ABD lider olmayı sürdürecek ve bizi rahat bırakacak.
Böyle bir ulusal politikanın seçmenin yarısı tarafından desteklenmesinin sağlanması için de yapılması gereken şeyler var.
Siyaset tarihi ve sosyolojisinde ki adı Faşizim olan bu yöntemin demokrasi bağırışları arasında uygulanması ancak politik şiddet ile mümkün.
İç ve dış güçlerle yapılan gizli anlaşmaların toplum içersinde konuşulur olmaması için en güçlü siyasi muhalefeti her açıdan yetersiz göstermek , politik şiddet uygulamasının sorunsuz işlemesini sağlıyor.
Devlet mekanizmasını yöneten siyasi kadro , yaptıklarını ve yapacaklarını siyasi dinamiklerden saklayarak , ve toplumun tamamını politik baskı altında tutarak küresel efendinin istediğinin bir an önce olması için dua ediyor.
Dua ediyor çünkü en iyi yaptıkları iş bu.
Üzgünüm…Size politik şiddetle karşı karşıya olduğumuzu ve işlerin küresel efendi ile onun sağlığına dua edenlerin beklediği gibi gitmeye bileceğini söylemek zorundayım.
Ekonomi ve kaotik yönetim Ekim ayında kırılabilir.
Organize kaos yerini organize olmayan bir sürece bırakabilir.
İşte bu günler için hazır olması gereken alternatif siyasi yapı ve O’nun yerel iktidarları bu kötü günlere hazır görünmüyorlar.
Dahası kendi kaotik iç yapılarını topluma taşıyarak karamsarlığı daha da arttırıyorlar.
Bu son bahar , bizim de içinde yer alacağımız yeni Dünya düzeninin ip uçlarını verecek.
Okumaya ve paylaşmaya devam etmeliyiz.

25 Ağustos 2011 Perşembe

BAŞKANA GÜVEN SARSILMAMALI.

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
BİRİSİ İLE KONUŞMALIYIM
Her karşılaştığım kişinin bana olumsuz şeyler söylemesi beni geriyor.
Şişiyorum.
Bana söyledikleri ve “Bunu mutlaka yazmalısın ” diye ısrarcı olmaları , durumu daha da kötü hale getiriyor.
İşte bu durumlarda , ben de birisi ile konuşmak ve O’na “ Bunu mutlaka yapmalısın” demek istiyorum.
Ben istiyorum ama bu konuda konuşmam gereken kişinin böyle bir duruşu yok.
O ‘nun başka bir karakteri başka özellikleri ve başka yönetim anlayışı var.
Bu durumda ne oluyor.?
Birisi ile konuşmalarım herkesin ortasında kendi kendine konuşmaya dönüşüyor.
Herkes için , hepimiz için rahatsızlık veren bir durum bu.
ULAŞIM KONUSUNDA OLMAZSA OLMAZLAR …
İşte bu yüzden konuşmalarımı kısa tutacağım.
Bir şehir yönetiyorsanız , bunu şehirde yaşayanlarla birlikte aldığınız kararlarla yapmalısınız.
Şehrin aklına güvenmiyorsanız , yaptığınız en muhteşem iş bile kabul edilemez hale gelir.
Bu hatayı bir daha tekrarlamamanız umudundayım.
AKILLI DURAKLAR OLMADAN OLMAZ!
Şehir ulaşımı akıllı duraklar olmadan hep zorluk yaşatır.
Hele bir de bütün ulaşım uygulamalarını ve hatları değiştiriyorsanız , ilk yapmanız gereken şey durakları akıllı hale getirmektir.
Konuşan , kendisini kullanmak isteyen kişilere ulaşım bilgilerini sormadan veren duraklar yapmalıydınız.
Beş rengin anlamı , onlarca harf ve sayının bir araya getiriliş nedeni de zaten buydu.
Renkli duraklardan hangi otobüsün geçeceğini bilen yolcular şimdiki gibi çırpınarak bağırmazlardı.
Otobüslerin güzergah tabelalarında beş rengin kullanılması , aktarma hatlarının yolcular tarafından bilinmesini hem de kullanım kolaylığı sağlardı.
Otobüslerin tabelalarını renklendirin.
Duraklara , O duraktan geçen hatların renginde şeritler çekerek güzergahtaki bütün ara durakları üstüne işleyin.
Bir an önce de akıllı durak uygulamasına geçin.
YANILTILAN BAŞKANA SAYGI AZALIR.
Halk kart firması A-KENT , sokaklardan derhal çekilmelidir.Yerini de EKDAĞ değil kurulan yeni ulaşım şirketi almalıdır.
Yeni ulaşım sisteminde aktarma yapılacağı ve bunun ücretsiz olduğu bilinmesine rağmen yazılımı yapmadan uygulamayı başlatmak bağışlanamaz.
Şehirde yaşayanlar yeni sistemin zorluklarına ücretsiz aktarma uygulaması ile kolaylıkla uyum sağlayabilirlerdi.
Oysa her aktarmadan her binişte ayrı bir ücret alınıyor.
Belediye başkanının alınmayacak açıklamasına rağmen yolcular farklı miktarlarda ücretler ödeyerek şehri dolaşmak zorunda bırakılıyorlar.
Sokaktaki insanların bu konuda açıklama istemeleri anlayışla karşılanmalıdır.
Başkana güvenmek şehir emanetinin ilk koşuludur.
Bu güven sarsılırsa üzerinde konuşulacak hiçbir şey kalmaz.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

ULAŞIM KONUSU SOSYAL MEDYADA

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
SOSYAL MEDYA OKUMALARI

Ben söyleyeceğimi baştan söyleyeceğim sonrasında sosyal medya paylaşımlarından alıntılarla sokakta ki algıyı sizinle yazılı medya da paylaşacağım…
Sistemi hukuken kurmak, teknik olarak kurgulamak ve çalıştırmak ile son kullanıcıların hizmetine sunmak arasında ki dağlar kadar farkı hala anlayamamış olanlara söylenen sözlere ek yapmam mümkün değil.
Taaa Bursalardan gelerek bize olgun ve uygun bir ulaşım planı hazırlayıp evine geri dönen uzman arkadaşım hariç diğer sorumlular bir zahmet sokağa çıksınlar ve otobüslere binsinler.
Ya da iki yıldır yaptıkları gibi masalarının başında oturup sosyal medya paylaşımlarına kendileri baksınlar.
Hepimize kolay gelsin.
- bugün bütün vasıtalar beni eve getrmemek için elinden geleni yaptı.. ulaşımda öle bi kolayki ! sisteminize hiçbiriniz beş para etmiyonuz kanıtladınız.
- Bi an eve hiç dönemicem sandım…
- Cnm bgn btn araclar öyleydi kimse nereye gttigini bilmiodu yani.!
- şoförlerin bile nereyi gittiklerin haberi yoktuki bişeysoruyosun koyun gibi bakıyolar
- abi öle olsa bile bi yerden iniosun diğerine bnmek için 234543 km yürüyon ne anlamı var
- Hoca yaptı yapacğnı gene!
- biz mağduruz :D
- laa bugün dikktmi çekti toplu taşıma kullanan tüm arkadaşlarım isyanlardalar otobüsler kendine bi şekil yapmış tabelalar farklı fln ne ayak laa :d::D
- ya herkes bu sekılde knusuor gcen hafta carsıya gıttım de bı degısıklık mı oldu bu hafta?
- ohoo çarşıdan özdileğe direk otobüs yok düşün artık
- naptılar oyle ya:D
- Allah sabır versin .uRcan ve .uRcan gbi madurlara
- mağduruz da mağduruz
- Bu Mustafa Akaydının …... Turistlere çevirdi bizi ellerimzde birer harita otobüs ara :@
- Ne bu şiddet bu celal? Ne haritası?
- valla bundan sonra da çok çekcez sanırım
- çarsıya çık anlarsın
- Evet bahar abla. Herkes isyanlarda zten
- nasıl geldin kuşum sen eve de bakım
- ‎6 da güllge gttm hal kawsağından geçmez dedler ordan d.garjına geldim braz bekledm baktım geliceği yok meydana gttm bekledm braz bndim ordan bi dolmusa halin arka tarafında indm eve kadar yürüdüm 8 20 de ewdydim.
- offf kızım napcaz biz ya... taxi sanırım daha karlı
- Kesnlklee. Rahat 4 50 tl harcıyon.
- ya bu olay ne?haberlerde izledim bende ama tam olarak anlayamadim :/
- ‎" yaparsa hoca yapar " bebeğim çok güzel " yaptı "
- Teyze güzargahlar tamamen değsti otobslerde numaralar değsti. Sförler hç bsey blmiyo öyle mllet sürünyoo. Ramazan o hocanın …. Yaa
- e bi düzene girer herhalde, güzelim burasi Antalya burda isler hemen olmaz, Izmir gibi olamayiz biz hicbi zaman
- Valla sanmıyoruum teyze 6da otobs aramaya basladım 8 20de evdeydim. Düzene felan grmez bu durum.

Sosyal paylaşım sitelerinde yazılanlara katıldığımı düşünmenizi istemem.Sadece iletişimde ki başarısızlıkların, uygulama eksikliklerinin en başarılı projeleri bile ne hale getirdiği bilinsin istedim.

21 Ağustos 2011 Pazar

YETMEYECEK GİBİ GÖRÜNÜYOR..

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
YETER Mİ? YETMEZ Mİ?
Monolog : kişinin kendi ile konuşmasını ,
Dialog : iki kişinin bir birileri ile konuşmasını ,
Polilog : çoklu konuşmayı ifade eder…
Çok fazla kurcalamayın.Google’ a filan aratıp ta bu da nesi demeyin.Çünkü ben uydurdum.
Böyle bir konuşma şekli olurmu.?
Kalabalığın hep bir ağızdan konuşması insanların anlaşma biçimi olabilir mi?
Olmaz tabii ama kalabalıkların hep bir ağızdan aynı şeyi konuşması çok şey olduruyor.
Ülkemiz’de böyle bir dönemi yaşıyoruz.
Buna ustalık dönemi de diyebilirsiniz.
- Petrol fiyatı yüzde beşyüzelli artmadı mı?
- Eveeeettt…
- Maaşınız yüzde dört artmadı mı?
- Eveeeettt…
- Her gün onlarca asker tutuklanmadı mı?
- Eveeeettt…
- Sıfır sorun ,sıfırın altında dostluk olmadı mı?
- Eveeeettt…
- Ağzını açan , kitabını daha basmayan tutuklanmadı mı?..
- Eveeeettt…
- Teğetti , gerçek olmadı mı?.
- Eveeeettt…
- Her şey güzel her yer gülüstanlık değil mi?
- Eveeeettt…
- Her gün sizi biraz daha büyütmüyor muyuz?
- Eveeeettt…
- Bizi çekemeyenler çatlasın mı?
- Eveeeettt…
- Bizi beğenen arkamızdan gelsin mi?
- Eveeeettt…
- Ramazandı geçsin mi?
- Eveeeettt…
- Hayat bayram olsun mu?
- Eveeeettt…
- Her gece “muhteşem geyikleri” izliyor musunuz?
- Eveeeettt…
- Ben durumu anladım, ama siz hala anlamadınız değil mi?
- Eveeeettt….

19 Ağustos 2011 Cuma

ŞEHRİMİZİN MİSAFİRLERİ DE VAR.

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
BU ŞEHRİN MİSAFİRLERİ DE VAR..
I.bölüm, Hans :
Almanya’dan gelmişti.
Kim bilir belki de kardeş şehir Nürnberg’te yaşıyordu.
Nereden geldiği ya da hangi şehirde yaşadığının önemi yoktu.
O artık bizim şehrimizin misafiriydi.
Denizimizin , plajlarımızın ve güneşimizin övgülerini duymuş ve Antalya’ya gelmeye karar vermişti.
“İnsanları da iyi “demişlerdi O’na …
“Güzel bir şehir ve muhteşem bir doğası var.”
Eşini de alarak geldiği Antalya’da Işıklar caddesi yakınlarında bir otele yerleşmiş , Konya altı plajına tramvayla gidip geliyorlardı..
O sabah ta görevliye iki kişilik yolculuk ücreti olan beş Türk lirası uzatarak arkasında ki insanlara yer açmak için yürüdüğünde arkasından bağırıldığını duydu.
Ama Türkçe bilmediği için ve bilet ücretini eksiksiz ödediği için üzerine alınmadı ve vagonun arkasına doğru yürümeye devam etti.
Yanından geçtiği bir yolcunun kolundan tutması ile irkildi ve ne olduğunu anlamadığı içinde çok şaşırdı.
II.Bölüm , Ali :
O sabah kalekapısına gitmek için tramvaya binmeye karar vermişti.
Tramvay her zamanki gibi temiz ve boştu.
Daha çok yaşlıların ve turistlerin tercih ettiği tramvay Işıklar caddesine geldiğinde binen turist , eşi ve kendisi için görevliye beş Tük lirası verip arkaya doğru yürürken ,görevlinin sesini duydu.
- Hoopp aloo…beş lira daha vereceksin.!
- ……
- Sana diyorum alooo. Beşlira daha ver.!
Yanından geçen turist için söylenen bu sözler canını yakmıştı.Yanından geçip giden turisti arkasında oturan adam kolundan tutarak geri çevirince ,bildiği İngilizceyle durumu anlatmaya başlamıştı.
Garip olan bir Alman’a Türkçe ya da olmadı İngilizceyle durumu anlatmaktı.
Neyse ki turist İngilizceyi anladı.
Yere koyduğu çantadan cüzdanını çıkardı bir beş lira daha uzattı görevliye.
Yine geri döndü ve arkaya doğru yürüdü,çünkü kapıda kalabalık birikmişti.

III.Bölüm, Biletini alsana hoop !:

Görevli , turistin Türkçe bilmediğini bilmesine rağmen yine aynı ses tonu ile bağırdı arkasından.
Bu kez de İngilizce bilen yolcu kendisine verilen bileti alması için uyardı O’nu.
Turist bir kez daha geri döndü ve görevlinin uzattığı bileti aldı ve arkaya doğru yürüdü.

Bir sabah uyandığında yolcu taşıma tarifesinin ve uygulamasının değişeceğini düşünememişti..
Ulaşım tarifesi ve sistemini değiştirenlerinde Bu şehre gelen yabancıları umursamadıkları apaçıktı.
Bütün tramvay ve Tramvay durakları bu değişikliğin en güzel duyurulacağı alanlar olmasına karşın bir tek not bile yoktu.
Ne Türkçe , ne de diğer her hangi bir dil ile yazılmış ulaşım sistemi bilgisi bulunmuyordu.
Sadece para ile verilen ilanlar ve sloganlarla duyurulmuştu bu köklü değişiklik.
Hans , dilini bilmediği bir ülkenin en güzel şehrinde bir sabah , daha önce yaptığı şey için itilip kakılmış ve şaşırtılmıştı.
Üstelik kendisine verilen kartların ne olduğundan ve ne işe yaradığından da haberi yoktu.
Olsaydı …..
…..Plaj dönüşü on Türk lirası verip iki bilet daha almazdı…

Kıssadan hisse: Sadece Türkçe değil Almanca , Rusça ve İngilizce olarak şehir içi ulaşım sisteminin toplu taşıma araçları ve duraklarına mutlaka asılması gerekiyor…
Hem de derhal…


15 Ağustos 2011 Pazartesi

DEVE VE TELLAL

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
GÜNEŞ EVİ VE ANTALYA

Antalya’nın güneşinin meşhur olduğunu bilmeyen var mı?..
Açın bakın bütün tanıtım broşürlerinde yaz kış güneş’i olan denizi ve plajları temiz diye devam eden tanıtım cümleleri var.
Peki gerçek ne?
Şaşırtıcı gelecek biliyorum ama gerçek bu.
Bu konuda doğru söylüyoruz.
Güneşimiz var ve meteorolojik ölçümlerle sabit ki yaz kış kendisini bizden saklamıyor.
Denizimiz de yerinde duruyor.Taşlı kumlu kayalıklı her çeşit plajımız var.
Peki olmayan ne?..
Ortak aklımız yok.
Helva yapacağız ama var olan değerlerimizi kim koruyacak?, unu yağı kim getirecek?, ateşi kim yakacak?,Kaşık kimin elinde olacak?,Sonra helva oldu mu olmadı mı? Kim karar verecek.? Fıstıklı mı yapsak acaba sorusunu kim yanıtlayacak?...
İşte bütün bunları bir araya getirip ortak doğrumuzu bulma konusunda çok ciddi bir eksiğimiz var.
Başkanımızı seçiyoruz ama sonrasını getiremiyoruz.
Ya ‘O’ bizi dinlemiyor ya da biz ‘O’nun yaptıkları ile ilgilenmiyoruz.
Ya da bu gün olduğu gibi ikisi birden oluyor.
Olan bu.
‘O’ bizi dinlemiyor , biz de ‘O’nun yaptıkları ile ilgilenmiyoruz.
Hepimize yazık oluyor.
“Güneş evi” ziyaret ettim.Siz de edebilirsiniz.Hatta bence edin.
Ziyaret ediyorsunuz ve size güneş enerjisinden nasıl yararlanabileceğinizi anlatıyorlar.
Yapa yapa ancak bunu yapabildik.
“Güneş bir enerji kaynağıdır,ısıttığı gibi soğutabilir de..
İşte kanıtı…Güneş ev “,diyorlar..
Bunlar da güneş panelleri.Taktın mı elektrik üretir.
İyi , güzel hadi takalım dedin mi işler biraz karışıyor.
“Bu konuda biz hiçbir şey söyleyemez ve yapamayız,” diyorlar.
Haklılar, çünkü güneş evin kuruluşunda akıl eksikliği var.
Belki de amaç farklılığı.
Maya tutmamış .
Güzel bir proje kadük olmuş.
Olması gereken , yapılması gereken bir iş daha işlevsiz ve hedefsiz kalmış.
Güneş ev için destek veren 30 ticari firma var , Antalya da güneş enerjisi paneli üreten tek firma orada değil.
Geçici ruhsatlı evimizde güneş enerjisi üretiyoruz ama kullanacak yer bulamıyoruz.
Şimdilerde parkın genel aydınlatması için hat çekiyorlar.
Nisan ayından buyana ürettikleri binlerce Watt elektrik boşa gitmiş.
Her gün 24W. Elektrik üretip 22 W.yok eden sisteme ne dersiniz?.
Yazık olmuş dersiniz tabii.
Üretip satamayacağını bildiğin enerjiyi kullanırsın.
Örneğin 40 otobüsten dördünü elektrikli alırsın .
Belediye için açtığın araç ihalesinde hibrid araç şartı koyarsın.
Entegre sistemle bütün kavşak aydınlatmalarını , olmadı falezleri bu enerjiyle aydınlatırsın.
Bunu yaparsın ki Antalya ve Antalyalılar yaptıklarının arkasında dursunlar.
Hükümet bu konuda da elini kolunu bağlıyorsa yapacağın şeyleri Antalyalılar ile birlikte ortak akılla bulursun.
Yaptıklarının tamamının Antalya ve Antalyalılar için olduğunu başka nasıl anlatabilirsin ki.?
Belki sokaklarda “deve ve tellal gezdirirsen “ anlatabilirsin…
O da belki..

9 Ağustos 2011 Salı

DİNLEME KAPASİTESİ ÖNEMLİ..

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
DEMEK Kİ NEYMİŞ..?
Demek ki sivil toplum örgütlerinin söyleyecekleri şeyler varmış.
Demek ki Meslek Odaları çarşaf çarşaf görüş açıklayacak kadar donanımlıymış.
Hatta Şehir Plancıları , mesleki eğitim dersleri arasında ulaşım konusunda ders görüyorlarmış.
Bu günkü gazetemizin manşetinde okuduğunuz Şehir Plancıları Odası’na ait açıklama iki açıdan çok önemli.
Hayır hayır ben demiştim , önceden görüşleri alınmalıydı filan demeyeceğim.
Çünkü zaten işin doğasında bu var.
Yani şehri yönetmeye talip olanların ,şehrin bütün dinamiklerini dinleyebilme ve bütün taleplere tahammül edebilme kapasiteleri olmalıdır.
Olmazsa olmaz olan da işte budur.
Ne diyor Mine Tak…Şehir Plancıları Odası Şube başkanı.
“Bize sorulsaydı bir çok şey söyleyebilirdik”, anlamında uzun bir açıklama yapıyor..”Süreç içinde bize az da olsa bilgi verildi”.Şimdi de , yani uygulamaya beş kala “Şehrimizde yapılacak şey hakkında tam anlamıyla bilgilendirildik,” diyor.
Şehir Plancılarının bir çok önerisi arasında bence en öncelikli ve uygulanabilir olanı “günlük , haftalık yada aylık sınırsız ulaşım hakkı sağlayan kartlar “uygulaması.
Şehrin ekonomik ve sosyal hayatını güçlendiren bir uygulama olur bu.
Büyükşehir Belediye Başkanlığı bu öneriyi uygulayacak bilgi ve alt yapıya sahip.
Sosyal belediyecilik zaten CHP anlayışı olduğuna göre…
Sınırsız ulaşım hakkı projede ilk uygulanacak öneriler arasına girmeli.
Yok şuraya kadar gidersen şu kadar , şu yöne gidersen bu kadar, şuna binip şurada inip sonra şuna binersen şu kadar gibi kafa karıştırıcı ama aslında kullanıcı dostu önermelerden en az on kat daha iyi.
Aslında şehir içi ulaşım konusunda Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın en önemli sorunu çözdü.
Hiç kimse bu konunun üzerinde durmuyor ama “Şehir içi ulaşım ücret havuzunu” oluşturdu.
Çok başlılığı bitirdi.
Artık her şey çok daha kolay çözülebilir hale geldi.
Büyükşehir uzmanları günlük insan hareketlerini ve yönlerini HALKKART uygulaması ile bilir hale geldiler.
Adı HALKKART olan uygulamanın en büyük başarısı bu oldu.
Artık Günlük , haftalık ya da aylık sınırsız kullanımlı kart bedelini kolaylıkla belirleyebilirler.
Bu yüzden bu önerme çok yerinde.
Şehir Plancıları Odası Şube Başkanının yazılı açıklamasında söylediği ikinci önemli şey ise “Birilerinin aklına estiği gibi konuşup kafa ve kavram kargaşası yapmaya çalıştığı”.
Eğer şehrin bütün dinamiklerinin , söyleyeceği şeyi olanları söyleyeceklerini daha önceden söylemesi sağlansaydı, birilerinin bir silah gibi kullandıkları bu durum etkisini yitirirdi.
Şimdi hem uygulayıp hem de dinleyecekler.
Asıl kafa karışıklığını yaratacak olan da bu durum.
Benim adıma sevindirici olan ise , şehir içi ulaşımında düzgün planlama yapıldığının uzman bir meslek odası tarafından açıklanmış olması.
Umarım Büyükşehir Belediye Başkanlığı şehir içi ulaşım uygulamasının arkasından da olsa bu önermeleri duyar…


7 Ağustos 2011 Pazar

HALKIN DESTEĞİ NASIL ALINIR?..

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
ÜÇ BAŞKANIN YAPAMADIĞI
1990’ların ikinci yarısından itibaren tüm sivil toplum örgütleri ve meslek odalarının kendi içlerinde ve bir araya geldiklerinde konuşup üzerinde mutabık kaldığı “ KENT İÇİ ULAŞIM PLANI” nihayet yapıldı.
Daha önce yapmak için çok çalışılmış birkaç uzman uzun yıllar ve bol para harcayıp abuk sabuk şeyler hazırlamışlardı.
Şehrin “ULAŞIM MASTER PLANI” “İNSAN VE ARAÇ HAREKETLERİ” raporları tozlu raflardaki yerlerini almış ve görünüşü kurtarmışlardı.
Ama bu kez plan da yapıldı , proje de…
Uygulaması da önümüzde ki hafta sonu başlıyor.
Genel yayın yönetmenimiz Derya Uğural, Belediye Başkanlığından çıkar çıkmaz aradı ve gazetede toplantıya çağırdı.
Ulaşım konusunda belediye başkanlığının çalışmalarını bizimle paylaşmak ve tartışmak istiyordu.
Masanın üzerine planlar yayıldı.dosyalar açıldı .. Büyük bir dikkatle dinledik anlattıklarını.
Sonra tartışma başladı.
Planın bu güne kadar yapılanların en iyisi olduğu konusunda hemfikirdik.
Uygulama da karşılaşılacak eksiklikleri de göğüslemeye hazırdık.
Ama bir şeyler eksikti.
Ben konuya başka bir açıdan yaklaşınca tertemiz iş ak olmaktan griye doğru evriliyordu.
Yaklaşık yirmi yıldır , Antalya’da ki bütün sivil toplum örgütleri bu konuda bir şeyler yapmıştı.
Neredeyse bütün meslek odaları raporlar hazırlayıp basın toplantıları düzenlemişti..
Bu kez hiç biri bu çalışmanın içinde değildi.
Büyükşehir Belediyesi , bu güne dek yapılan en iyi çalışmayı yapmıştı , ama tek başına yapmıştı.
Bırakın meslek odalarını ve sivil toplum örgütlerini , alt kademe belediye başkanları bile toplantıda yoktu.
Kurumsal katkıları var mıydı?....
Bilmiyorduk.
Başkanın en çok üzerinde durduğu konuda aslında işte işin tam da burasıydı.
Halkın desteğinin sağlanmasını istiyordu.
Oysa bu çalışma bildiğim kadarıyla Bursa’dan yola çıkan ulaşım uzmanının şehre ulaşması ile başladı.
Yani iki yıldır sürüyor.
Bu çalışmanın her yerine sivil toplum örgütlerini , meslek odalarını ve alt kademe belediye başkanlıklarını eklemek mümkündü.
Şimdi elimizde harika bir şehir içi ulaşım planı var ve halkın desteği eksik.
Biz toplantı sonrası görev bölüşümü yaptık.Yeni hatlarda seyahat edecek ve yaşadıklarımızı okuyucularla paylaşacağız.
Bunu hemen yapacağız.
Başkana ilk önerim de şu , kendisi ve danışmanları bir kez de olsa makam araçlarından inip otobüslere binsinler…
Halkın desteğini , halkla birlikte olarak alsınlar….

2 Ağustos 2011 Salı

BAŞKANIN DELİSİ!..

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
OKUYUCUNUN SESİ
Bu gazeteyi ,yarım yüzyılı aşkın bir süredir okuyanların olduğunu düşünmeden alırsınız elinize.
Bu gazetenin adının neden HÜRSES olduğunu hiç düşünmeden okursunuz.
Çünkü bu gazete ile ilgili hiçbir “acaba?”nız yoktur.
Elli dört yıldır çizgisini korumuş , elli dört yıldır sadece özgür düşüncenin HÜR olmanın peşinden gitmiştir.
Sadece yazanların seslerini değil okuyucusunun da sesini özgürce duyurmayı başarmıştır.
Bir gazetenin HÜR SES’ li olmasının gereği tam da budur.
Okuyucusunun da sesini duyurabilmesi.
Bu köşeyi okuyup ta , yazarına bir şeyler söylemek isteyen okuyucunun sesine ayırdım bu günkü köşemi.
“ sevgili dostum.Belediyenin benzer hizmetlerini,örneğin öğrenci evlerini,güneş evleri projelerini,bıkmadan usanmadan gündemde tutmak gerekiyor.Ulaştırma ile ilgili yapılan yanlışlıkların izinin ivedi silinmesi,bu yönden halkın kazanılması gerekiyor.Bir de sayın başkana, bu halkın gariban takımıyla birlikte olması gerektiğini,her gün bir evde kahvaltı etmesi gerektiğini,esnafla içli, dışlı olması gerektiğini söyleyecek,izleyecek bir deliye ihtiyacı olduğunu söyleyiver lütfen.emeklerin için sağol,varol.”
SÜT GÜNLÜKLERİ başlıklı yazıya okuyucunun verdiği tepki bu.
Belediye başkanına söylemek istediği şeyler var.
Bir çok iyi şey yapan bir başkanın , sokakta farklı cümlelerle konuşulması ağırına gitmiş.
Ama başkanın da , sokakta ki insanında hakkını vermiş.
Aradığı bir deli var…
Başkana bazı gerçekleri söylemesini istediği birini arıyor.
Çünkü başkan galiba artık hiç kimseyle bu anlamda konuşmuyor.
Kimseyi dinlemiyor.
Galiba sokaktaki insan artık böyle düşünüyor.
Belediyenin rutin işleri de , diğer hizmetler ve yatırımlar da eskisinden daha iyi yapılırken bu olumsuz bakışın nedeni , sadece yandaş medya saldırıları olamaz.
Öyle olsa bile başkanın bu saldırıları etkisizleştirmek için yapması gereken bir şeyler olmalı.
İşte okuyucu kendi düşüncesini açık yüreklilikle söylemiş.
Başkan sokağa çıksın.
Herkesle konuşsun.Onlara bir şeyler anlatmak için değil onları dinlemek için sokağa çıksın…
Bunu da başkana ancak bir deli söyleyebilir diye düşünmesinin nedeni de başkanın çevresinde oluşan işe yaramaz “evet efendim , sepet efendimciler” olmalı.
Bir deli aramış…
Okuyucum….
Beni bulmuş…

30 Temmuz 2011 Cumartesi

SÜTLÜ SİYASET KÖTÜ SİYASET

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
SÜT GÜNLÜKLERİ (3)
SÜT LÜ SİYASET
Türkiye’nin kötü yönetildiğini düşünüyorum.
Bunu bir çok kez yazdığım için zaten biliyorsunuz.
İnsanlarımızın öldürüldüğünü duyduğumda içimde ki sıkıntıyı anlatamam.
Kadınlarımızın, çocuklarımızın, gencecik Mehmetçiklerimizin…
Huzurlu bir hayatımız olsun diye seçip , üstüne maaş ödediğimiz siyasetçilerin bu durum karşısında takındıkları tavır ve söyledikleri sözler , her ölüm haberi ile birlikte canımı bir kez daha yakıyor.
Bu kadar kötüsüne layık olmak ise daha büyük bir can acıtıcı durum.
Antalya Büyükşehir Belediyesi , Antalya’da ki bütün çocuklara süt içireceğim diye bir proje yapınca , Başbakan’ın ağzından siyasi bir polemiğin içine çekildi.
“Harika bir iş ,hükümet’te yardımcı olsun ,çocuklarımız her gün bir bardak süt içsin , hayvancılığımız da gelişsin “ demesini beklediğiniz kişi bu konuyu istismar edince sinirler gerildi.
Antalya yerel yönetimi ile merkezi yönetim arasında ki bütün ipler kopma noktasına geldi.
Yapılan işin güzelliği unutuldu , kaç çocuğa sütün verildiği bütün projenin önüne geçti.
Büyükşehir Belediyesi , yaptığı işin güzelliğini ve gerekliliğini unutup kaç çocuğa süt verdiğini kanıtlama derdine düştü.
Süt dağıtım ekibi ile birlikte Çamlıbel mahallesinde evlere süt dağıtırken yaşadığımız bütün zorlukların ötesinde de bu gerginlik hissediliyor.
Kime ne kadar veriyoruz ve verdiğimiz kişinin kimliği çocuklarımıza süt içirme fikrinin önünde.
Bu proje bu ruh hali ile yürütülemez.
Bu proje kötü siyasetin polemiğine kurban edilemez.
Çocuklarımıza ve annelerine süt içirmek istiyorsak ,kötü siyasi fikirlerin gölgesinde kalmamayı da başarmalıyız.
Büyükşehir Belediyesi süt projesinin dağıtım stratejisini ve planlamasını yeniden yapmalı.
Kendisine ait fiziki binalarda sabah kahvaltıları düzenlemeli,belirlediği aileleri bu toplantılara davet etmeli.Doktorları ve eğitmenleri ile büyük bir proje gurubu oluşturup davete katılanlara her türlü hizmeti vermeli.Çocuklarının sütlerini de…
Sokak sokak ev arayan araçların ,sütünü alan aileleri evlerine bırakmaları, bu gün yapmaya çalıştıklarından on kat daha az mazot harcamalarını da sağlar.
Büyükşehir’in yaptığı projeden ciddi kuşkusu olan ne benim , ne de Antalyalılar.Gergin , asabi ve suçlayıcı olan Büyükşehir belediyesinin yanlış proje uygulayıcıları.
Yanlış projeyi savunacaklarına ,yaptıkları işin analizini yapıp doğru proje uygulamaları doğru dağıtım stratejisi bulmaları en doğrusu.
İnsanlarla temas , onlarla üçüncü dereceden ilişki kurma konusunda giderek zayıflayan Büyükşehir belediye başkanı ,bütün siyasi partileri ziyaret edip yaptıklarını onlara anlatmalı ve onları da dinlemeli.
Başbakan’ın genel başkanı olduğu partinin il başkanını süt dağıtım projesi ile ilgili bilgilendirmeli ve görüşünü almalı.
Hükümet süt dağıtımı için okulların kullanılmasına izin vermiyorsa bunu O partinin il başkanının bilmesi ve düşüncesini açıklaması gerekmez mi?
Okullarda süt dağıtılmasına izin verilmeyen Büyükşehir belediyesi kocaman bir tır’ı okulların kapısına dayayıp çocuklarımıza süt dağıtamaz mı?
Süt günlüklerinin son sözünü Büyükşehir Belediye başkanına söylemek istiyorum.
Yaptıklarınız sokaklarda hiç iyi konuşulmuyor.
Yaptığınız bir yanlış, on doğruyu götürüyor.

28 Temmuz 2011 Perşembe

ONLAR Kİ SUDA BALIK....

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
SÜT GÜNLÜKLERİ (2)
ÇOCUKLAR …BİZİM ÇOCUKLARIMIZ.
Önde Dağıtım ekibi arkada “ben ve sütler” Çamlıbel mahallesine gidiyoruz.
Çocuklarımız süt içsin diye , sağlıklı ve akıllı olsunlar diye onlara süt götürüyoruz.
Süt gibi güçlü , süt gibi ak olsunlar diye..
İlk çocuğumuzu buluyoruz.11 yaşında cin gibi bir çocuk.Sorulara hızla yanıt veriyor.Ahh bir de soru sorabilse…Bunun için yollardayız.Süt içsinler..soru sorabilsinler,sorgulayıp üretsinler diye..
Biraz buruluyorum.Süt içen cin gibi çocuk “spor yapmadığını” söylüyor.…
Sağlam akıl , Sağlam bedende bulunur ..Diyorum kendi kendime…Süt içiyor..bir de spor yapsa…
Sokaklarımızı arıyoruz sokaklar arasında…Uzun sürüyor….Güneş daha ilk bir saatte ben buradayım diyor bize..
Caminin ilerisinde duruyoruz.
Elimi yüzümü yıkamaya koşuyorum…Caminin bahçesinde küçücük kızlar, oğlanlar var..Kuran kursundalar….Çeşmeyi soruyorum…gösteriyorlar…Isınmış su akıyor musluktan…Yüzümü ısıtıyor serinleteceğine..
Evde olmayan bir aileyi geride bırakıyoruz.Kapısına da bir not …Burcu “Eve gelince bizi ararlar tekrar geliriz “diyor..
Güneşin altında ıssız ve sıcak sokaklarda çocuklarımızı aramaya devam ediyoruz.
Bulduğumuz aile,”Biz sütümüzü aldık” diyor.
Şaşırıyorum…
Çamlıbel Aile Eğitim Merkezinden almışlar.
Listede bir sonra ki aileyi bulmak için sokaklara dönüyoruz tekrar.
Yaşlı kadın perdenin arasından uzatıyor kafasını.Gelini için , torunu için alıyor sütleri elimizden.
Kapının dibinde ki zeytin ağacını gösteriyorum.İri zeytinleri seviyorum elimle.”zeytinleriniz de çok güzelmiş” diyorum.Yüzü ışıldıyor.Bir yıl çok bir yıl az verirler diyor..Seviniyor bizi gördüğüne.
Mart ayında başlayan süt dağıtım projesi çok zor şartlarda sürdürülüyor.Büyük bir özveri ile.
Daha önce geldiklerinde bulamadıkları aileleri evde bulduklarında iki aylık sütlerini veriyorlar.
Sütleri alan genç adam ,eliyle karşıda ki evi gösteriyor,”onlara da veriyorsunuz galiba , ama evde yoklar” diyor.
Burcu listeye notlar alıyor.Ziyaret kağıdını bırakıyor kapıya.Her ihtimale karşı genç adama dönüp “geldiklerinde bizi arasınlar “diyor.
Çamlıbel mahallesinin “uzay kafes” sistemli kapalı Pazar yeri var.Bunca yoksulluğun , bunca imar hukuksuzluğunun ortasında bir garip duruyor.Sadece O’na baksanız , çevresinde ki harabe evleri görmeseniz bir başka hayat var sanırsınız.Oysa Pazar yeri bom boş.İnsansız.Ne in var ortalarda…Ne de cin…Kuşlar bile bu yabancı yapıdan uzak duruyorlar.Belediyeciliği bilmeyen insanların bozduğu şehir hayatının anıtı gibi.Yoksulluk içinde yaşamaya çalışan insanlara belediyenin bir armağanı…
Sokaklarında süt dağıttığımız bir şehrin uzay teknolojili Pazar yeri…
Eminim bu kocaman yapıdan gurur duyuyordur belediye başkanı.. Eminim heybetli görünüşü ile nasıl bir hayatı örttüğünü de biliyordur..
Bir çok kez gelip önünden , yanından geçerek çocuklarımızı arayacağız…
Saatler geçiyor…Arabada ki sütler azalıyor…
Yoruluyoruz ,ama ev arama kararlılığımız hiç eksilmiyor…
Bir çocuk daha süt içecek …Gözlerimiz sokak tabelalarında…dolaşıyoruz..

SÜT İÇMEK GÜZELDİR..

KÖŞETAŞI REHA İLHAN
SÜT GÜNLÜKLERİ (1)
ÇOCUKLAR SÜT İÇSİN DİYE
Antalya caddelerinde yürüyorsanız görmemeniz mümkün değil.
Değişen rakamlarla da olsa Çocuklara süt dağıtıldığını , Büyükşehir belediyesinin çalıştığını bilmemeniz mümkün değil.
Büyükşehir belediyesi çalışıyor ve çocuklarımıza her gün süt dağıtıyor…
İster gazeteci merakı deyin,ister siyasi polemik konusu .İstediğinizi söyleyebilirsiniz, Büyükşehir belediye başkanlığını aradım ve süt dağıtım projesini izlemek istediğimi söyledim.
Önce Basın bürosundan Veysi bey aradı,bütün bilgileri gazeteye ileteceğini söyledi.
Sonra Sencer bey aradı hangi gün istersem dağıtım ekibi ile birlikte dağıtımı izleyebileceğimi belirtti.
Harikasınız dedim ikisine de …Kamu hizmeti yapanların işte bu kadar açık ve denetlenebilir olması gerekir.
Salı sabahı için randevulaştık.Mustafa Kaptan ile buluşup Büyükşehir Belediyesinin Aş Evi’ne gittik.
Pırıl pırıl insanlar karşıladı beni.Üç genç sosyolog.
Üniversite mezunu üç genç kız.
Üç araç , üç şoför ve üç sosyolog ,dört bölgeye süt dağıtmaya çıktılar.
Ben içi süt kolileri ile dolu minibüs’e bindim..
Elinde görev listesi ile Burcu ,Direksiyonda Mustafa kaptan ,arabada sütler yola çıktık.
Çamlıbel mahallesinde sokak arıyoruz.Sokağı bulunca ev.Evi bulunca içinde yaşayanları.
Zor bir iş…
Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler dairesi uzmanları önce alan araştırması yapıyorlar.Aileleri tespit ediyorlar.Süt verilecek çocuklar bulundukları bölgelere göre listelenip dağıtım ekiplerine veriliyor.
Sonra arkada sütler ellerinde listelerle yola çıkıyor dağıtım ekipleri.
Her mesai günü…Her sabah.
Vahşi imar uygulaması ile yaşanmaz hale gelen Kepez caddelerinden geçiyoruz.
Yirmi metrelik , otuz metrelik caddeler açan ,beş yıllık hizmet süresince Kepez’i şehir kimliğine yaklaştıran Mehmet Atay’ın adını verdikleri caddeden geçerken içim acıyor.
Yüksek gerilim hattının yarattığı manyetik alanın etkisi de olabilir duyduğum bu iç acısı, güzel işler yapan bir belediye başkanına yakışıksız bir karşı duruş da…
Antalya’da ki bütün belediye başkanlarını siyah mersedesleri ile Mehmet Atay caddesinden geçmeye davet ediyorum.
Ve yorumu onlara bırakıyorum.
Bir caddenin nasıl olmaması gerektiğini görüp anlarlar belki.
Belki de İlçelerine en güzel caddeleri , bulvarları açan bir insanın adını neden böyle bir caddeye verdiklerini Antalyalılara açıklayabilirler.
Önde dağıtım ekibi, arkada “ben ve sütler”” O günkü çocuklarımızı bulmaya gidiyoruz.

26 Temmuz 2011 Salı

LOZAN ANTLAŞMASININ 88. YILI

KÖŞETAŞI REHA İLHAN

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE LOZAN
24 Temmuz Lozan antlaşmasının imzalandığı gün.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün Dünya tarafından tanındığı , yurdumuzun toprak bütünlüğünün sağlandığı gün.
Yani yurdumuzun tapusunu aldığımız gün …
Bir de Dünya basın özgürlüğü günü.
İkisiniz de unuttuk.
Unutturdular….Hocalarının acı ilacını sonunda yutturup uyuttular bizi.
Unuttuk…
24 Temmuz’u unutursak neyi unutacağımızı bilin diye yazıyorum bu yazıyı.
Bilin ve isterseniz yine unutun.
Yurdunuzun toprak bütünlüğü başkalarının çıkarları ile belirlenirse neler olacağını Afrika kıtasında ki Devletlere bakıp anlayabilirsiniz.
Bakıp anlayabilmeniz için de özgür basına ihtiyacınız var.
İşte şimdi artık bu şansınızı da yitiriyorsunuz.
İzlediğiniz televizyonlar , okuduğunuz gazeteler artık tek bir adamdan korkuyorlar.
Basın diye para ödedikleriniz girdikleri evlere unutturma gazı salıyorlar.…
“Bu ülke de artık kuvvetler ayrılığı değil kuvvetler birliği var “diyor Ümit Kocasakal.
Atatürkçü Düşünce Derneği Antalya şubesi ve Büyükşehir Belediyesinin birlikte düzenlediği Lozan Antlaşmasının 88.yılı konferansında konuşuyor İstanbul barosu başkanı.
Konferansı Mahmut Çelik yönetiyor.
Perge salonu” eh işte” kalabalığında.
Ama heyecanlı ,arzulu ve bilgili bir kalabalık.
“Kimin eli ise bu el , bu akıl , Hitler faşizmini iyi analiz etmiş .Hitler’in propaganda bakanı Göbels ne yaptıysa aynısını yapıyorlar.40 kere aynı yalanı söyleyip ,herkesi inandırıyorlar…Yaşadığımız tam anlamıyla cahillik süreci.Bilgisizlik bu dönemin belirleyicisi oldu.Yargı milli iradenin karşıtıymış gibi bir algı yaratıldı.Oysa kendilerine verilen yetki dört yıllık geçici ve sınırlı bir yetki.Millet onlara alın istediğinizi yapın diye oy vermiyor ki.Meclise gidin ve yargının denetiminde bana hizmet edin diye oy veriyor.Ama bunlar biz seçildik istediğimizi yaparız diyorlar.Eşyanın tabiatına aykırı bir durum bu.Hiç bir diktatörlük sonsuza dek sürmez.Bilgi bu süreci kıracak.Halkçılık CHP’nin vaz geçmemesi gereken ilk ilkesi..Halka saygı ve sevgi duyarak aşacağız bu hukuksuzluğu.” Diyor Doç.Dr. Ümit Kocasakal.
CHP’den kimse yok…Hakkını verelim,Ömer Melli en ön sırada izliyor konuşmacıları
Büyükelçi,Tarihçi ve yazar Bilal N.Şimşir Lozan görüşmelerini anlatıyor..
Büyükşehir Belediye başkanımız da orada.Hukuk fakültesi dekanlarını , Üniversite Rektörlerini ayıplıyorum diyerek iniyor kürsüden.Anayasa yapacağız diye ortalık karmakarışık Üniversitelerden çıt çıkmıyor.
Kocasakal ,bir adım daha atıyor bu konuda.80’e yakın Hukuk Fakültesi var.Dekanları bir araya gelse ,”Ne yapıyorsunuz kardeşim siz dese,” diyor.Bunlar böyle abuk sabuk konuşamazlar..Fakülte Dekanlarını ayıplıyorum.diyor.
Kalabalık bütün anlatılanların farkında.
Alkışlıyor….
Unutturma hapının panzehiri bu toplantılar…
Bu yüzden de iktidar için çok tehlikeli…

24 Temmuz 2011 Pazar

SAS VE SAT KOMANDOLARI İLK ATEŞİ YİYORLAR

KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
…BARIŞ İÇİN…KIBRISA ÇIKIYORUZ..
Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs ziyaretimde beni ağırlayan ve çalışmalarımı destekleyen Üniversiteydi.Kıbrıs adasında yaşayan Türklerin gurur kaynağı ve bütün Dünya’nın tanıdığı bir bilim yurdu.
Bu gün okuyacağınız çıkarma bilgileri işte bu Üniversitenin 2002 yılında düzenlediği Uluslar arası Kongresinde sunulmuştur.Çıkarma da görev alan SAT ve SAS komando gurubu komutanı Deniz Binbaşı Yılmaz Cengiz’in anı ve notlarına dayanmaktadır.*
“..Askeri harekatların en karmaşığı,komuta kontrolü ve koordinasyonu en güç olan bu tip harekatın “ön kuvvet harekatında” mayın tarayıcıların yanı sıra , su altı savunma (SAS) ve su altı taarruz (SAT) timlerinin faaliyetleri ön plana çıkar.Hücum birliklerinin ..başarısı önce mayın tarayıcılarının emniyetle kanal taramasına , daha sonra büyük ölçüde bu kanalda bulunan mayın,engel ,topuk vb. manilerin temizlenmesine bağlıdır…sahile kapak atamamış ve çıkamamış bir amfibi güç vurucu özelliğini kaybeder ve harekatın geleceği ciddi şekilde tehlikeye girer.17 Temmuz 1974 Çarşamba günü Çubuklu’dan hareket edecek olan servis otobüsü ,saat 17.35’te Kurtarma ve Sualtı komutanı tarafından verilen emirle durduruldu.Komutanı ziyaret ile herhangi bir emirleri olup olmadığını sorduğumda ,”Şimdi Deniz Kuvvetleri Komutanlığından emir aldım.Mersin’de her şey hazırmış,yalnızca sizin varışınızı bekliyorlar.Sen yanına yedi SAT ve üç SAS astsubayını alacak şekilde hazırlıklarını yap,” emrini verdi…Deniz Kurdu 2/74 tatbikatı ve Yenikale geçidinde görevli olan SAT astsubaylarını personel listesi üzerinde işaretledim.Görevliler dışında ki yedi SAT astsubayını seçip , birliğe dönmeleri için adreslerine kurye gönderttim.Beraberimizde bulunması gerekli avadanlık,silah ve cephaneyi planlamaya başladım.Kurtarma ve Sualtı Komutanı saat 19.00 da beni tekrar çağırdı ve “Biraz evvel Deniz Kuvvetleri komutanlığınca yapılan değişikliğe göre,bir subay ve yirmi astsubaydan kurulu bir SAT üniti ile bir subay ve dokuz astsubaydan kurulu bir SAS timinin göreve katılacağı emrini aldım.Sen hazırlıklarını bu değişikliğe göre yap.”…”saat 22.00 sularında eşim belki de hayatında ilk defa kullandığı askeri telefon ile ,”evde akşam yemeği soğudu ve çocuklar da uyuya kaldılar.Ne zaman geleceksin?” diye sordu.Kendisine bir eğitim için Mersin’e gideceğimizi ve iki üç gün içinde döneceğimizi söyleyerek telefonu kapattım…Yüklü kamyonlarla birlikte saat 22.55’te Çubukluya vardık.Sivil giysili SAT astsubaylarını Lumbarağzında tabura aldım.Toplam yirmi dört kişiydiler.Her hangi bir seçimi gerekli görmeksizin tabur sonunda ki dört astsubayı ayırıp,diğer yirmisine göreve gideceklerini söyledim.O anda ,görevden hariç tutulmuş olan astsubay Muzaffer Kandemir,”Binbaşım,görev için belirlenen astsubay Yılmaz Sünersoy’un eşi yarın ameliyat olacak.Bu bakımdan ,O’nun yerine ben gideyim,” dedi.Arkadaşlığın en üst düzeyde ki örneği olan bu davranış üzerine ,yerlerini değiştirmelerine izin verdim…Personel belirlenmesi bittiği anda ,Lumbarağzı nöbet binası içinden çıkan ve aynı zamanda SAT gurup Komutanlığına vekalet eden ..Yüzbaşı Ercan Yüce bana yaklaşıp,”Binbaşım ben de seninle geleyim,”diye istekte bulunduğunda ,kendisinden izin istediğim komutan,”Yüzbaşı ..Yüzbaşı Ercan Yüce bana yaklaşıp,”Binbaşım ben de seninle geleyim,”diye istekte bulunduğunda ,kendisinden izin istediğim komutan,”Yüzbaşı Yüce ,ikinci parti personelidir ve istediğiniz de uygun görülmemiştir,”cevabını verdiler……Akşam yemeğinden sonra ,bulunduğumuz barakada bir arada toplanabileceğimiz bir yer hazırlattım.Erlerin ders yaptığı bir kara tahtayı da bulduk.SAT üniti ve SAS timi personelinin eksiksiz katıldığı bu toplantıda SAT ünitinin çalışma yöntemlerini,görüşmeye açık olarak karatahta üzerinde açıklamaya başladım….Eğitim çalışmalarımıza devam ederken bir üsteğmen gelerek Çıkarma Birlikleri Komutanlığından çağrıldığımı haber verdiğinde saat 20.00 civarındaydı….Kapısını vurarak girdiğimiz komutan makam odasında,çalışma masasında Dz.K.K.lığı Harekat başkanı Tüm amiral Nejat Serim ve masanın önünde ki iki koltuktan birinde de Harp Filosu Komutanı Tümamiral Nejat Tümer oturmakta,diğer koltuk ise boş durumda idi.Oda da bulunan bütün komodor ve gemi komutanlarının tümü ise ayakta durmakta idiler.Harekat başkanı önünde ki boş koltuğu göstererek ,”Cengiz Binbaşım ,gel otur.Biraz sonra arkadaşlar niçin sana baş köşede yer verildiğini anlayacaklar,”şeklinde ki açıklamaları üzerine de ,boş koltuğun köşesine ilişip sebebini bekledim.Harekat başkanı Tümamiral toplantıda hazır bulunanlara,”Arkadaşlar ,Genel Kurmay Başkanlığından görevli ve yetkili olarak geldim.Yarın sabah (19 temmuz 1974) saat 07.30’da Mersin’den hareketle,kısmet olursa 20 temmuz 1974 günü saat 07.30’da Kıbrıs’a çıkarma yapacağız..Harekat başkanı her hangi bir gereksinimleri olup olmadığını sorması üzerine TCB Cerbe komutanı Bnb.Özdemir,”Komutanım,gerek biz ve gerekse Yunanlılar genelde Amerikan menşeli harp gemileri kullanıyoruz.Siluetleri aynı olan bu gemileri 2000 yarda yaklaşmadan borda numaralarını okuyup ,dost ve düşman olarak ayırmamız olanaksızdır.Bu bakımdan, karakol sahamıza dost gemilerin kesinlikle girmemesi sağlansın.Kontrol sahamızda ki bütün su üstü gemilerine hücum geliştirmemiz için izin verilsin,”dedi.Bu sahaların uluslar arası ulaşıma kapatılmasının imkansız olduğunu belirten Harekat başkanı ,”Sizin gereksinimleriniz nedir?” diye sordu.İki adet J-botunun yeterli olduğunu ….bir muhrip tarafından yönlendirilmelerinin uygun olacağını anılan muhribin gerektiğinde bize ateş desteği de sağlamasını ,ayrıca temizleyeceğimiz sahayı markalamak için 6 adet kırmızı renkli şamandıraya gerek olduğunu açıkladım.Göreve hazır üç J-botundan j-18 ve J-20 botları emrime verildi.TCG mareşal Fevzi çakmak (komutanı Dz.Kur.Yb.Atila Erkan idi) yönlendirme ve gerektiğinde ateş desteği sağlamak ile kırmızıya boyanacak 6 adet pusisi temin ile görevlendirildi.Çıkarma plajını öğrenmeyi istediğimde Tümamiral,”Çıkarma plajını,üst katta ki çalışma gurubuna katıl ve öğren!” dedi…..Hangi plajın kullanılacağının belirlenmesi amacıyla ,aydınger kağıdına işlenmiş bilgileri içeren istihbarat ek’i masa üzerinde ki harita üzerine yerleştirildi.Diğerlerine göre daha geniş olan plaj kısmında yalnız iki adet makineli tüfek mevzii görülürken,daha dar olan iki plaj bölgelerinde ise ayrıca top mevzilerinin de bulunduğu görülüyordu.Kısa bir görüşme sonucunda,yamaçlarında aynı isimli köyün de konuşlandığı ve Girne’nin 7.5 kilometre batı yönünde olan Pladini plajına çıkarma yapılmasına karar verildi.Haritaya son defa bakarak plajın Girne’ye göre konumunu ,makineli tüfek mevzilerinin yerlerini,yaklaşık 400 metre genişlikte ki koyun içinde bulunan yaklaşık 50 metre çapında ki küçük bir adanın pozisyonunu belleğime kaydettim.ve izin isteyerek çalışma gurubundan ayrıldım.Alt koridora indiğimde kendilerine rastladığım Harekat başkanı Tümamiral’e ,çıkarma plajını öğrendiğimi,rapor ile harekat öncesi hazırlıklar için zaman gereksinme duyduğumu ve alçak süratli değerlendirdiğim konvoya ,J- botları ile intikal seyrinde katılmamızı önerdim.Tümamiral ,”konvoyun hızı saatte 6 mil olacaktır.Siz hazırlıklarınızı bitirip,konvoya denizde katılın “ iznini verdiler.Bina dışına çıktıktan sonra,Yzb.Güller ile birlikte muhriplere ait vasıta motorlarının yanaştığı iskelede beklemeye başladık.Gece yarısına doğru iskeleye yaklaşan bir vasıtadan verilen 6 adet yeni boyalı pusisler ellerimizde ,yürüyerek astsubay gazino barakasına geldik.SAT –SAS astsubayları hava şartlarının uygun olmasından yararlanarak ağaçların,çimenlerin üzerine eğitim elbiseleri ile yatmış uyumuşlardı.Yzb.Güller’e uygun bir yerde dinlenmesini söyledim.
Çevre ışıklarının aydınlattığı bir ağaç dibine oturup,her zaman beraberimde taşıdığım not defterini de cebimden çıkartarak çalışmaya başladım.Olanak ve yeteneklerimizi göz önüne alarak ,bize verilmiş olan görevi en emin ve sağlıklı olarak nasıl yapabileceğimizi düşünüyordum.19 Temmuz 1974 Cuma sabahı saat 05.30’da yanıma gelen J-bot komutanları “muhabere koordinesini yaptıklarını ve bu konuda her hangi bir sorun olmayacağını “rapor ettiler.Kendilerine saat 08.00’de bulunduğumuz baraka yanında ki rıhtıma aborda olmalarını söyledim.Bütün gece makine hazırlık sesleri devam eden gemi ve deniz araçları ,gün doğuşu ile birlikte Mersin limanından ayrılmaya başladılar.Saat 08.00 sularında J-botlarının komutanlarını ve personeli akasya ağacının altında topladım.Önce görevimizi açıklayarak ,belirlediğim harekat tasarısının esaslarını özetledim….Görev bölümü ;J-18 botunda benimle beraber on SAT ve beş SAS astsubayının ,J-20 botunda ise Yzb.Güller ,dört SAS ve on SAT astsubayının olacağına göre düzenlenmişti.Harekat bilgesinde bir J-botunun muharebe dışı kalması durumunda diğer bot personeli aynı görevin tamamını yapacaktı.Harekat alanında tahrip düzeni hazırlanmasında bir gecikmeye meydan vermemek için, Mersin’den itibaren yapılacak seyir süresince tahrip kalıpları,fünyeleri dahil hazır duruma getirilecekti…..özellikle büyük yer tutan patlayıcı maddelerin( her bir bot da 10 ton) taşınma ve depolanmasında dikkatli davranılması gereği,aralıksız sürdürülen yükleme çalışması yaklaşık dört saat sürdü.Ancak saat 17.30’da J-botlarla Mersin’den ayrıldık.Alacakaranlığın egemen olduğu saat 20.00 sularında konvoya ve perde gemilerine ulaştık…..Ancak saatlerin 05.00’i gösterdiği bir zamanda henüz sahilin 10-12 mil uzağında bulunmamız dolayısıyla ,03.00’te plajın bir mil kuzeyinde olmamıza dayalı harekat tasarımın uygulanmasına olanak kalmamıştı.J-18 botunun J-20 botuna aborda olmasını emrettim.Anılan botta ki SAT astsubaylarını J-18 botuna , J-18 botunda ki SAS astsubaylarını ise J-20 bünyesinde ve konvoy yakınlarında kalmalarını ,bizim J-18 ile görevi tamamlamamız mümkün olmaz ise aynı uğraşı kendilerinin vermeleri gerekebileceğini söyledim.Ardından da 215 derece rotasında Kıbrıs’a doğru ileri harekete geçtik.
Beraberimde bulunan 20 SAT astsubayını hemen çevreme toplayıp ,artık gündüz şartlarında uygulamamız gerekli olan yeni harekat planımızı ve görev bölümünü açıkladım.Buna göre:1. Plajın batı yönünden başlayarak 15 SAT astsubayı 25 metre aralıkla J- botundan suya bırakılıp ,tamamı 400 metre genişlikte olan plaja paralel mevki alacaklardı.2. Her yüzücü kendi başına su üstünden ve özellikle sualtından yüzerek sahile dikey olarak yaklaşacak, belirlediği engelleri markalayacaktı. 3. Sahilde bir feet derinlikte kıyının izlenmesi sonucunda, yüzücüler 15.5 metre Girne’ye doğru yerlerini değiştirip aksi rotada aynı çalışmayı sürdüreceklerdi. 4. Toplama hattına gelinip personel tamamlandığında, hat başında ki personel tarafından duman kandilinin gündüz kısmı yakılacak ,yüzücüler J-botunun maksimum hızı olan 14.5 knot ile sudan toplanacaktı. 5. Keşif ve markalama sonucuna göre gerekli olabilecek tahrip işlemi Gemini botlar kullanılarak en seri şekilde birlikte uygulanacaktı….
Nihayet Pladani köyü,plajı ve taş ada göründü.Dürbünle baktığımda makineli koruganlarını da ayırt edebiliyordum.Plajı J-18 ile tamamen geçtik.ve arazi meyilinin de azaldığını belirledik.Artık belirlenen plajın burası olduğuna emindim.J-18 botu ile ters rotaya dönüp ,küçük adanın 200 yarda kuzey noktasına ulaştık.Bu mevkiden başlayarak saat 06.00’da 15 SAT yüzücüsünün 25 metre aralıkla ve kıyıya paralel ,doğu yönünde dökülmelerini sağladık.Son yüzücü suya bırakıldığında, toplama mevkii olarak da belirlediğimiz ilk döküş yerine gelmek için aksi rotaya dönüşe başladık.Bu anda plaja 800-1000 yarda uzaklıkta ve batı kıyı şeridinde bulunan bir top ile j-18’e ateş açıldı.Yaklaşık on adet mermiden oluşan salvonun 4’ü bordamızda suya , biri telsiz kamarasına( daha sonra emniyet altına aldığımız 5,7 çapında ki Çekoslavak malı mermi sanki arızalı telsizi cezalandırıyor)ve diğer 5’i ise sancak bordamızda suya olmak üzere tamamı J-18 üzerine kümelenmişti.Gemisinin emniyeti bakımından personeline kuzey yönünde uzaklaşma komutu veren J-18 komutanı,tarafımdan yapılan uyarı ile rotasını tekrar top mevziine yaklaşacak şekilde düzelttirdi.SAT yüzücülerinin suya dökülüşlerini izlemek üzere köprü üstüne gelmiş olduğunu belirlediğimiz J-bot top astsubaylarına ,botun önündeki bayrak direğini de indirerek botun bofors topu ile düşman top mevziini ateş altına alması direktifi verildi….Düşman topunun ateşlenmesi ile ,Pladani köyü sakinleri ve bölgedeki savunma birlikleri uyarılmıştı.Artık kıyıdaki evlerden ve koruganlardan ,kıyıya doğru yaklaşan SAT yüzücülerine de yoğun bir şekilde hafif silah atışları yapılmaya başlanmıştı.Hareketlerini dürbünle izlediğim SAT yüzücüleri ise, su üstünden ve genel de sualtından hızla yüzerek ,kıyıya yaklaşmalarını kararlılıkla sürdürmekteydiler.J-botu da düşman topu baskısı altında bulunduğundan ,tarafımızdan sudaki yüzücülere de hiçbir destek sağlanamıyordu.Bu çaresiz ortamda, ufuk hattında baca dumanları ile belirlenen bir muhribimizden (TCG Mareşal Fevzi çakmak) yapılan üçlü bir salvo atışı neticesinde düşman topu ve civarı yerle bir edildi.Hazırlıkları tamamlanmış olan bofors topu ile bottaki G-3 tüfeklerimizden yararlanarak ,Pladani köyüne bölge esasına göre atışlara başladık.SAT yüzücülerinin ateş desteğine mevcut olanaklarımızla devam edilmesi yaklaşık 20-25 dakika sürdü.Anfibi konvoyunun plaja doğru yaklaşmakta olduğunun belirginleştiği saat 06.30 sıralarında ,yüzücülerin suya bırakıldığı mevkide duman kandili yakıldığını görerek,kendilerini sudan toplamak içim J-18 ile ileri harekete geçtik.Lastik botta görevli toplayıcı astsubay İsmail Bölükbaşı yerini aldı.Bu sırada Kıbrıs Bayrak radyosu çıkarmanın başladığı” konulu yayınına başlamıştı….Makineleri stop eden J-botu ile yüzücülere yaklaştığımızda ,yüzücüler elleriyle kıyı yönünü gösteren işaretler vermeye başladılar.Dönenlerin yalnızca sekiz kişi olduğunu düşünürken bu işaret üzerine kıyıya baktığımızda ,üç yüzücünün de toplanma hattına doğru yüzdüklerini gördük.önce yaklaşan üç yüzücü için kıyıya yaklaştık ve onların sudan alınmalarını sağladık.Sonra diğer sekiz yüzücü için yer değiştirip ,onları da durarak sudan topladık.Bu arada açık deniz tarafından görünen dört yüzücüye yaklaşıp ,bota aldık.harekat için suya dökülen on beş yüzücünün noksansız sudan sağ olarak alınmalarından duyduğum sevinci,daha önce iki kere tattığım çocuk babası olma anlarımda bile bu derece duymamıştım.
• Mesut Günsev’in 20 temmuz 1974 Şafak Vakti Kıbrıs kitabından alınmıştır.

RAUF DENKTAŞ ANLATIYOR..

KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
EN UZUN GECEYİ DENKTAŞ ANLATIYOR

Türk Silahlı Kuvvetlerinin , Dünya’nın tek barış getiren savaş harekatının en yakın tanığı Rauf Denktaş ,1988 yılında Kıbrıs’ta yayınlanan “Güvenlik Kuvvetleri Dergisi’ne” verdiği röportajda çıkarmanın ilk saatlerini anlatmış.
İşte Mesut Günsev’in kaleminden O anlar…
“ 5 temmuzdan daha evvel Makarios’a karşı iki teşebbüs yapılmıştı.Helikopteri düşürülmüştü.Ondan kurtuldu,bilahare zannedersem Trodos’a giderken arabasının altında bomba patladı.Ondan da kurtuldu.Bizce bunu Yunanistan’ın yaptırdığı besbelliydi…Makarios Kralcıydı.Kıbrıs’ı artık tamamen eline geçirmiş olduğuna inanıyor ve Türkiye’yi asla müdahaleye zorlayacak herhangi bir girişimde de bulunmadan yıllarca bekleme planları yapıyordu.Kıbrıs’ı çocukluğundan beri tanıdığı Yunan kralına hediye etmek sevdasındaydı ve Yunan kralı adına Yunan albayları ile uğraşıyordu….Son iki olayda Makarios öldürülmüş olsaydı onun yerine cunta ,derhal kendi adamını koyacak ve süratle enosis için büyük adım atılacaktı.Bunu önlemenin yegane yolu ,üçüncü bir teşebbüs yapıldığı takdirde Türkiye’nin müdahalesi olmalıydı.Bunun üzerinde uzun boylu düşündük ve bu düşüncelerimizi …böyle bir şey yapıldığı ve Türkiye’nin müdahale etmediği takdirde kısa bir süre içerisinde Ada’nın Yunanistan’a bağlanmış addedileceğini Türk hükümetine duyurduk.
Dolayısıyla 15 Temmuz sabahı saat 8.30’da yazıhanemde çalışırken silah seslerini işittim ve hemen arkasından Makarios’a darbe haberi geldi.Rum radyosundan marşlar ,”Makarios ölmüştür” anonsları ortaya çıkınca ilk yaptığım iş Türk hükümeti’ne,”Bu darbe enosis için yapılmıştır.Derhal müdahale gerekir.Müdahale zamanında yapılmazsa Kıbrıs meselesini kaybetmiş oluruz ve Kıbrıs Türk olarak çok zor durumda kalırız,” şeklinde bir mesaj göndermek oldu.Mücahitlerimizin psikolojik durumunu bildiğim için ,derhal mücahitlere dönük bir açıklama yaptım ve “sakın karışmayınız.Bu Rumlar arası bir iştir.Emirsiz bir şey yapmayınız.Bizi ilgilendirmez,” şeklinde uyarılarla mücahitlerimizin zamansız bir hareket başlatıp kendi bölgelerinde ki halkı ezdirmelerinin önüne geçmek istedim.Hemen hemen her gün ,Türkiye’ye günde belki bir-iki belki de daha fazla mesajlarla durumu bildiriyorduk ve ısrar ediyordum: “Müdahale gereklidir.Şarttır,” diye en sonunda herhalde sayın Ecevit biraz da tedirgin olmalı ki TC Büyükelçiliğine bir mesaj geldi.: “sayın Denktaş’a söyleyiniz endişe etmesinler.Hükümet olayları çok yakından izlemektedir.Konjoktür hazırlanmaktadır.”..bir parantez açarak size bir anımı anlatayım.
“Darbeden iki-iki buçuk ay evveldi.Bir rüya gördüm.Atatürk etrafında bir toplulukla Girne kapısından içeri giriyordu.Ben de etrafımda bir toplulukla kendisini karşıladım.”Atam , bizi kurtar artık.Dayanamıyoruz.Mümkün değil dayanamıyoruz,” dedim, elini öpmeye çalıştım.Bana sert sert baktı.Sonra gülümseyerek ,”konjoktür önemlidir .Denktaş ,konjoktüre dikkat ediniz,” dedi.Uyandığımda bu rüyanın şok etkisi altında kalmıştım.Bu sanki rüyanın ötesinde bir şey gibiydi.Sanki Atatürk’le hakikaten karşılaşmış,konuşmuşum duygusunu taşıyordum.Çok heyecanlıydım.sabahleyin erkenden saat 9.00’da Büyükelçi Asaf İlhan bey’e gittim.Kendisine bu rüyayı anlattım ve rüyayı günlüğüme de yazdım.Dolayısı ile 15 temmuzdan sonra sayın Ecevit’ten “konjoktüre dikkat ediyoruz ,konjoktüre bakıyoruz “ şeklinde mesaj gelince,”Asaf bey , geliyorlar “ dedim.
“19 temmuz’da artık Amerika’dan gelen sesler,”Canım Nikos Sampson artık idareyi ele almıştır.Çatışma durmuştur.halktan tebrikler gidiyor.Artık herhalde kendisini kabul edebiliriz “ gibi hava esmeye başladı.Bu bizi daha da endişelendirdi.Her gün yabancı gazeteciler geliyor bu oturduğumuz odanın arka tarafında Ledra Palas’da vurulmayacak şekilde siper alarak bahçede oturuyorduk…19 temmuzda bana ; Türkiye gelecek mi, gelmeyecek mi?Ne dersiniz? Diye bir soru tevcih ettiler.Dedim ki ,”kırk sekiz saate gelirse gelir, gelmezse artık çok geç kalır.”Çünkü ben Amerika’nın tanıma eylemine gireceğini istihbar etmiştim…..19’unda akşam üstü Asaf İlhan bey’in hanımı ile birlikte hiç yapmadığı bir yürüyüş yaptığını ,yürüyerek bizim kapının önünden geçtiğini ,benim içeride olup olmadığımı sorduğunu,içeride olmadığım kendisine söylenince,” O zaman akşama aratırım selam söyleyin.” Dediği bana duyurulduğundan herhalde bir şey var diye yine heyecanlandım ve ümitlendim.Hakikaten birkaç saat sonra beni arattı.Yanında o dönemin Bayraktarı da vardı.Bayraktar Nazmi bey’di zannedersem adı ve bana “ Beklediğimiz gün yarın sabah,”dedi.”
“Evet, en uzun gece başladı.Tabii ki sarıldık ,ağlaştık….Yapılması gereken işler arasında derhal bizim bir karargah bulmamız gerekiyordu.Hava saldırılarına,havan saldırılarına karşı Kooperatif Merkez Bankasının zemin katını seçtik.Karargahı oraya nakledecektik.Fakat bana verilen talimat ,”saat 05.00’e kadar yani çıkarma başlayıncaya kadar sakın ha kimseye bir şey söyleme “ şeklindeydi.Ancak söylemeden yapılmayacak işlerde vardı.Karargahın toparlanması ,taşınması,radyoya,televizyona verilecek beyanatların hazırlanması,tercümesi,bunu üzerine saat 22.00’yi zor bekleyebildim.22.00’de arkadaşları bir bir çağırdım.Bakan arkadaşları,müsteşarları ,kendilerine her tebligatı yaptığımda “Yarın sabah geliyorlar,” dediğimde evvela bir sevinç öpüşme,ağlaşma,sonra eve gidip geleyim istekleri ile karşılaştım.”Hayır ben size bunu söyledim.Artık bu kapıdan çıkamazsınız Türk ordusu gelinceye kadar burada kalacaksınız “ dedim ve öyle yaptık.24.00’ e kadar bekledik.Benim darbe gününden itibaren Birleşmiş Milletlerin verdiği ikametgahta kalan bir irtibat subayım vardı.Avusturyalı.O’na bol bol şarap içirip,”sen çık yat,”dedik.O da çıkıp yattı.Ondan sonra biz karahgah’ı taşıdık ve sabahın beşinden itibaren bizim radyomuz Bayrak ,” Türkler ada’nın dört bir tarafından çıkıyorlar” diye yayına başladı.Bize gelen tebligatta saat 05.00’te çıkılacak deniyordu.Türkiye saati,Kıbrıs saati demediler.Biz gelecekler diye 05.00’i baz olarak aldık ve anonsu yaptık ve neticede Rum’a bir saat erken haber vermiş olduk.Allahtan Nikos Sampson bunlara inanmadı.Ve fazla tertibat alamadılar.Ayrıca dört bir taraftan çıkıyor dediğimiz için ne tarafa bakacaklarını bilemediler….O gece hiç uyunmadı tabii.Gittim benim irtibat subayını uyandırdım.Yataktan fırlayıverdi.”Ne var ,” dedi.”Çıkarma var,” dedim.”Ne çıkarması?,” “ Türk çıkarması.” “ Aman” dedi .Pantolonunu giyerek merdivenleri inişini hatırlıyorum.Derhal karakola telefon etmek istedi.Telefon hatlarını kestiğimizi,karargahı başka yere naklettiğimizi anlattım.Aldık O’nu da karargaha götürdük.O adamın Kooperatif Merkez Bankasının önünde bizimle birlikte Girne dağlarına bakışını ve bekleyişini hatırlıyorum.Gecikmeyle de olsa evvela derinden top sesleri gelmeye başladı,sonra arkasından uçakların paraşütçüleri indirmeye başladığını gördük.O an etrafımda olanların yerlere kapanıp toprağı öpüp şükürler olsun dediklerine tanık oldum.O soğuk Avusturyalı da bu manzaraya bir baktı ondan sonra iki eliyle elimi avuçlarının içine aldı içtenlikle ,” Sizi kutlarım artık kurtuldunuz,”dedi.Bundan benim çıkardığım anlam şu: Bu subay katliamın nasıl yayılacağını biliyordu.Onun bilinci içerisindeydi.O çok sıcak ,o çok heyecanlı şekilde elime yapışıp ,” Artık kurtuldunuz” demesini hiç unutmuyorum….