KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
ALAN YÖNETİMİ VE ANTALYA
Bu yazı Büyük şehir Belediye Başkanı ve Mimarlar Odası Antalya Şube başkanı tarafından okunursa yararlı olacaktır.
Yirmi birinci yüz yıla girdik , yönetim anlayışının değişmesi ve farklılaşması gerekiyor.
Çünkü artık yeni bir yüz yıldayız..
Şakası yok bunun..Yeni yüzyılın çok güçlü bir değişkeni ve değiştireni var.
Elin Amerikalısı uzaya çıktı diye verilen yüz yıl adı gibi değil bu seferki.
Hepimizin evinde , işyerinde hatta cebinde taşıdığımız bir değişim bu.
İletişim , bilişim ve yönetişim çağı.
Artık isteyen herkes istediği zaman ve yer de istediği bilgiye ulaşabiliyor.
Gücü elinde bulunduranların en çok rahatsız olduğu yüz yıl galiba bu yüz yıl olacak.
Ben bilirim , ben yaparım , ben yönetirim anlayışı hızla değişiyor.
Daha çok bilenin yer aldığı daha demokratik yönetim sistemleri üzerinde hızla kayıyoruz.
Bu yüz yılın demokrasi anlayışı klasik “yöneteni seçme ve izleme” sürecinin dışına çıkıyor.
Daha dar alanlarda daha katılımcı bir yönetim anlayışını olabilir kılıyor.
Bu kadar siyaset sosyolojisinden sonra Büyük şehir belediye başkanımıza ve Mimarlar Odası şube başkanımıza söyleyeceklerim daha kolay anlaşılır oldu.
İki başkan da Antalya’nın kentsel değeri olan şehir surlarının korunması gerektiğini söylüyor.
Kilometrelerce uzunluktaki bu kentsel dokunun nasıl ve neresinden korunacağı konusunda bir araya gelmedikleri için bir ortak görüşleri yok.
İşte yeni demokratik şehir yönetimi anlayışında bu sıkıntı çözülüyor.
Yönetilecek alan ,işin uzmanları tarafından belirlenerek “ ALAN YÖNETİMİ “ planı hazırlanıyor.
Bu plan Belediye Meclisince görüşülüp onaylanıyor.
Bir yığın detay Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanan ve 27 Ekim 2005 tarihinde yürürlüğe giren yönetmelikte var.
Sinop Belediyesi Sinop kalesi için bu planı yaptı ve Avrupa Birliğinin ilgili fonlarından parayı aldı.Bütçesini yaptı…
Ben de tuttum Büyük şehir belediyesine sordum.
Böyle bir planımız var mı? diye..
Cevap geldi …Tabii ki yok böyle bir şey ..diye..
Osman Aydın , Surların tophane bölümünü sevmiş “korunsun “diyor.
Şehir yönetimi bir ara surlara ilgi gösterir gibi oldu sonra vaz geçti.
Gelin Antalya şehir surlarının ALAN YÖNETİM planını yapalım.
Bütçesini oluşturup sadece bir kısmını değil şehir surlarımızın tamamını yeniden şehrin bir parçası yapalım.
Tophane de , şehrin batı kapısı da yeniden hayatımıza katılsın.
Şehrin batı kapısını bilmeyenler , Cemil Cahit Sönmez’e sorabilirler..
Tiberius Kapısı Antalya’nın yeni yüz yıla açılan kapısı olabilir…
Gelin el birliği ile bunu yapalım..
17 Haziran 2011 Cuma
CEVABINI SİZ BİLİYORSUNUZ..
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
ANLATABİLDİĞİMİ BİLİYORUM
Kendimi ifade edebildiğimi biliyorum.
Bu köşeyi okuyan bilir…Bir şey söylemek istiyorsam söylerim..
Tamam kabul ediyorum..Döndürüp dolandırdığım da…Evirip çevirdiğim de olmuştur.
Ama söylemem gerektiğini düşündüğüm.Söylemek istediğim şeyi mutlaka söylerim.
Söylediğim şeyin açık anlaşılır ve sağa sola çekilmez olmasına da dikkat ederim.
Çünkü sadece benim köşemi okuyana değil bütün okuyanlara saygı duyarım.
Okuyucunun zekasına güvenirim. O’nun gerçeği ve doğruyu arama çabasını takdir ederim.
Aramızda sadece okuyucu yazar bağı olduğunu ve bu bağın çok ince bir bağ olduğunu bildiğim halde bunu yaparım…
Düşünün ki okuyucu beni bu köşeyi yazmak için seçmiş olsun..
Bana bu köşeyi yazmak görevini vekaleten , yani kendi adına bana vermiş olsun.
Ben de O’na yalan söylemiş , yanlışı doğruymuş gibi yazıp , dolandırıcılığı dürüstlük , sahteyi gerçek yapmış gibi yapayım…Okuyucunun yüzünü gözünü karaya boyayıp , çamur , iftira ne bulursam atmış olayım…
Ertesi gün ne olur?....
Tabii ki size söylüyorum…Ertesi gün ne olur?
Bana verdiğiniz yetkiyi geri mi çağırırsınız?...Yoksa….?
Yoksa?....
Eveeeettttt……Zaten beraber yürüdüktüydüüüüü….
Yağmurda yağıyorooorduuuuu….
Mu dersiniz…?
Cevabını siz biliyorsunuz…Ben değil…
Benim bildiğim başka…
Siz ne yaparsanız yapın…Böyle bir durumda Hürses gazetesi beni kapının önüne koyardı…
Zaten Derya Uğural bu günlerlerde bana kötü kötü bakıyor..
ANLATABİLDİĞİMİ BİLİYORUM
Kendimi ifade edebildiğimi biliyorum.
Bu köşeyi okuyan bilir…Bir şey söylemek istiyorsam söylerim..
Tamam kabul ediyorum..Döndürüp dolandırdığım da…Evirip çevirdiğim de olmuştur.
Ama söylemem gerektiğini düşündüğüm.Söylemek istediğim şeyi mutlaka söylerim.
Söylediğim şeyin açık anlaşılır ve sağa sola çekilmez olmasına da dikkat ederim.
Çünkü sadece benim köşemi okuyana değil bütün okuyanlara saygı duyarım.
Okuyucunun zekasına güvenirim. O’nun gerçeği ve doğruyu arama çabasını takdir ederim.
Aramızda sadece okuyucu yazar bağı olduğunu ve bu bağın çok ince bir bağ olduğunu bildiğim halde bunu yaparım…
Düşünün ki okuyucu beni bu köşeyi yazmak için seçmiş olsun..
Bana bu köşeyi yazmak görevini vekaleten , yani kendi adına bana vermiş olsun.
Ben de O’na yalan söylemiş , yanlışı doğruymuş gibi yazıp , dolandırıcılığı dürüstlük , sahteyi gerçek yapmış gibi yapayım…Okuyucunun yüzünü gözünü karaya boyayıp , çamur , iftira ne bulursam atmış olayım…
Ertesi gün ne olur?....
Tabii ki size söylüyorum…Ertesi gün ne olur?
Bana verdiğiniz yetkiyi geri mi çağırırsınız?...Yoksa….?
Yoksa?....
Eveeeettttt……Zaten beraber yürüdüktüydüüüüü….
Yağmurda yağıyorooorduuuuu….
Mu dersiniz…?
Cevabını siz biliyorsunuz…Ben değil…
Benim bildiğim başka…
Siz ne yaparsanız yapın…Böyle bir durumda Hürses gazetesi beni kapının önüne koyardı…
Zaten Derya Uğural bu günlerlerde bana kötü kötü bakıyor..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)