9 Kasım 2012 Cuma
O BİZİM ATATÜRK'ÜMÜZ
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
O ARTIK BİZİM ATATÜRK'ÜMÜZ
Yani demem o ki O artık devletin değil ,bizim Atatürk'ümüz..
Bileniniz var bilmeyeniniz var...
Antalya'nın ilk iki spor kulübünden birinin başkanıyım.
Sporcularımız var..
Onlara spor yapma imkanı sunuyoruz.
Ücretsiz ve tamamen amatörce..
Basketbol oynayan minik kızlarımız ile birlikte çalışma sonrası yere oturur konuşuruz.
Onlar ne isterlese onu konuşuruz.
Atatürk'ü konuşmak istediler..
Pekala dedim..
Konuşalım..
Mustafa Kemal Atatürk burada, bizimle beraber oturuyor..
İşte karşınızda...
O'na ne söylemek isterdiniz?...
Hepsi konuştu Atatürk'le...
Hepsi ışıl ışıl gözleri ile baktılar O'nun mavi gözlerine...
Teşekkür ettiler...
Hayatını hiçe sayıp bize bu güzel ülkeyi , bu güçlü devleti ve canımız feda cumhuriyeti bize kazandırdığı için O'na teşekkür ettiler..
Küçük Fatma , başka bir şey daha söyledi O'na...
Gülümseyen gözleri , bütün sevimliliği ve samimiyeti ile...
" Bizimle basketbol oynarmısın?" dedi...
Eminim oynamak isterdi...
Eminim O'nun istediği böyle anılmaktı...
Böyle anlaşılmak ve
Böyle sevilmekti...
İZİDOR USTA VE LANCKROSKİ..
KÖŞETAŞI REHA İLHAN
İZİDOR USTA , LANCKRONSKİ VE TURHAN PAŞA (*)
Ilık bir Nisan sabahı Yumuşak pamuk yatağında uyandığında dışarıda havlayan köpek sesleri ve Limandan yükselen gürültüleri duydu.
Şehrin yeni bir güne başlamasının sesleriydi bunlar.
Turhan Paşa , Antalya’da göreve başlayalı henüz bir hafta olmuştu .
Temiz ve yasemin kokulu havası ile ,yollarından sular akan bu şehri çok sevmişti.
Kalenin dışarısında bakımsız ve yoksul bir Antalya varken , kalenin içinde canlı ,güçlü ve zengin bir hayat vardı.
Bu iki Antalya’yı bir araya getirmek ,canlı ticaretten şehirde ki herkesin pay almasını sağlamak gerekiyordu.
Yatağının baş ucundaki altın yaldızlı kalın ipi çekti.
Biraz sonra iri çekilmiş tanelerden kaynatılmış koyu Türk kahvesi eşliğinde kahvaltısı yatağına gelmişti.
İri elli hafif aksayan ayağı ile kahvaltıyı getiren görevli Kalın perdeleri kenara çekince Antalya’nın parlak güneşi odaya doldu.
İzidor usta , bir yıl önce Vali Turhan paşa ile birlikte gezdiği yerlerde hızlı adımlarla yeniden yürüyordu.
Verimli Anadolu ovalarını ,zengin maden yataklarını Akdeniz’e oradan da Avrupa’ya bağlamak için gereken şose yolun projesi bitmek üzereydi.
Antalya’yı Afyon üzerinden Anadolu’ya bağlamak için yapılan bu projede eksik olan bir şeyler vardı.Bodur keçi boynuzu ağacının altına oturdu ve çantasından çıkardığı boş kağıda siyah bir nokta koydu.”Çerçin” yazdı yanına…
Sonra kıvrıla kıvrıla kağıdın alt ucuna doğru uzanan bir çizgi çizdi.Bir siyah nokta daha..Antalya….
Akdeniz yazdı büyük harflerle…
Bir arabanın geçeceği kadar yapabildikleri şose yol tamamlandığında Antalya limanının yetersiz kalacağını düşündü.
Kağıdı yan çevirdi , “yeni bir liman gerekiyor” diye yazdı.
Sırtını sert kabuklu ağacın gövdesine yaslayarak gözlerini kapadı…
Yeni liman yeni imkanlar ,çok ürün , çok iş demekti…
Antalya’ya demiryolu gerekiyor diye fırladı yerinden…
Elindeki kağıdı çantasına sokarken hızla şantiye çadırına doğru yürüdü.
1882 yılının Ekim ayıydı.
İzidor usta Antalya Valisi Turhan paşa’nın odasında projesini açıklarken ,acelesi olduğu anlaşılan paşa “maliyet ne olacak “diye sert bir sesle kesti sözünü…
İzidor durakladı ve “Burdur Çerçin- Antalya Demiryolu hattı 750 bin liraya mal olur paşam” dedi kısık bir sesle..
Paşa ayağa kalktı , hiçbir şey söylemeden çıktı odadan…
Ekim ayının serinliğini ve tertemiz akan suların kenarında biten yasemin çiçeklerinin kokusunu içine çekerek kale surlarının kenarından “doğu kapısına” doğru yürüdü.
Şehre geldiğinde dikkatini çeken bir yıkıntının ardından çıkan şehir kapısının temizlenmesi çalışmalarını denetlemeye gidiyordu.
Avrupalı bilim adamlarının bu kalıntılara gösterdiği ilgi Turhan paşaya ilham vermişti.
Avusturyalı Lanckronski ve ekibi 1882 yılının Ekim ayının son günlerinde İngiliz buharlı gemisi ile Antalya’ya geldiklerinde ,Turhan paşa’dan gereken inceleme iznini kolaylıkla aldılar.
Lanckroski sadece üst kısmı görünen kapının taşıyıcı kaidesinin üzerinde ki yazıyı gördüğünde çok heyecanlandı.
İki yüksek kulenin arasına sıkışmış gibi duran bu görkemli kapı ve altın kaplama yazı Lanckroski için bile çok fazla şey ifade etmişti..Gördüklerinden duydukları heyecanla çalışmalara başladılar.
Antalya onlar için çok büyük zenginliklere sahipti.
Avrupa hızla kazandığı güç ve zenginlikle Anadolu’ya olan ilgisini arttırmış,ekonomik ve siyasi imtiyaz elde etmek için yerel idarecilerle ilişkilerini arttırmıştı.
Burdur -Antalya şosesi tamamlanmış 1883 yılında Isparta yolu için “Ruşen boğazı “kısmında hafriyat ve düzenleme çalışmalarına başlanmıştı.
Lanckroski , Antalya’ya üçüncü gelişinde 1885 yılının temmuz ayında, Hadrianus kapısının üstünde bulunan yazıtları ve altın kaplamalı harfleri alarak bir daha gelmemek üzere şehirden ayrılırken Dünya ilk büyük savaşın sancılarını ve imparatorlukların dağılması sürecini yaşıyordu.
Lanckroski ,1890 yılında yayımladığı kitabının ikinci cildinde Antalya’yı anlattı..
“…Ayrıca Antalya valisi Turhan bey 1885 yılında bronz yazıtın başlangıcı olan dört kelimeyi bana verdi.”
Tarihimiz parça parça taşınıyordu.
Antalya Burdur yolu ,Isparta bağlantısı şehri hızla değiştiriyordu..
Antalya demiryolu üç yüz yıl üzerinde düşünülüp projelendirildiği halde hala yapılmadı.
Cumhuriyet büyük Antalya limanını inşa etti.
Antalya’ya ait bir çok tarihi eser bu gün başka ülkelerde sergileniyor…
Kocaman ve dopdolu bir tarih birkaç özverili insanın ciddi araştırması ile bizim yarına bakışımızı değiştiriyor , güçlendiriyor..
Bu ciddi bilim insanlarına çok şey borçluyuz.
*Antalya’nın güçlü ve zengin tarihini kolay okunan bir anlatımla geleceğe aktaran Cemil Cahit Sönmez’in “19.yüzyıl Antalya Valileri “adlı çalışmasından esinlenilmiştir..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)