24 Haziran 2012 Pazar

MİLLİYETÇİ OLMAK

KÖŞETAŞI REHA İLHAN ULUSALCI – MİLLİYETÇİ – MİLLİCİ DEĞİL ,GARANTİCİ… Bilen bilir.. Siyaset okudum ve siyaset yaptım.. Hala da yapıyorum.. Bu yönümü gazeteci şapkamla karıştırmadığım için herkes bilmez.. Bilen bilir.. Şimdilerde sistematik bir şekilde aşındırılan , küçültülen ve yok edilen tüm ulusal değerlerimize gereken önemi ve özeni seçildiğim tüm meclislerde gösterdim. Yine yanıldınız. Ha girdik ha gireceğiz türü bir savaş yazısı değil bu. Orta doğuda oynanan bu “orta oyununun” bir parçası olmayacağım. Benim derdim , Milli spor takımlarımızın içler acısı durumları… Bir de Garanti bankası reklamı ile.. Yani milli olan, bizim olan hepimizin ortak değerleri ve onları aşındırma gayretleri ile… Japon milli takımları her maçlarını , kendilerini o düzeye getiren , seçen , spor yapmalarını sağlayan ve destekleyen Japon milletini saygıyla selamlayarak bitiriyor. Bugün bizim milli sporcularımızın arkalarında hiç hissetmedikleri işte tam da bu. “Tamamen duygusal” diyerek neredeyse her milli maç sonrası para istemeleri ile tükenen milli duygumuz , bizi bize ait hissetmeme durumuna düşürdü. Hadi oradan ….Hatırlamıyor olamazsınız. Erkek basketbol milli takımımızın “örtülü ödenek parası ile mutlu edildiklerini ve işin orada bittiğini bilmemezlikten gelemezsiniz. Bu gün artık tüm milli takımlarımız devşirme sporcularla dolu. Naim ile başlayan bu süreç , yapılan işin milli olmasını bitirdi.Artık tamamen duygusal para akışına bıraktı kendisini. Türk kadın milli basketbol takımımızın Antalya kampını ve özel turnuva maçlarını sporcularım ile birlikte izledik. Sonra Macaristan da ki turnuvalarını takip ettim… Saha da küçücük bir spor gayreti yoktu. Hiçbir ülke kendi milli basketbol takımını 30 – 40 sayı ortalaması ile oynarken seyretmek istemez. Devşirilen ikinci basketbolcu takımda ki bütün oyuncuların milli olma hevesini kırmış. Türk çocukları sahada değiller gibi. Milli olma duygusu kaybolmuş. Ülkemize gelen ve kendisine teklif edilen şeyi kabul eden her sporcu ,Türk milli takımında oynarsa olacağı da bu… Ülkemize yazık oldu. Bütün milli değerlerimize yönelik, açık ve sistemli saldırılar karşısında daha fazla sessiz kalmak istemedim. Türk kadın milli basketbol takımı hakkında Garanti bankası tarafından yaptırılan reklam filmi beni gerçekten çok sarstı. Yok böyle bir şey. Ulusal Kurtuluş savaşımız da cepheye top mermisi taşıyan kadınlarımız ile bu gün bir spor müsabakasına çıkacak kadınlarımızı eşleştirmek kabul edilebilir gibi değil. Bu benzetmenin neresi bir birine benziyor … Öncelikle Garanti bankası bana bunu açıklamalı. Bizi var eden ulusal mücadele ile , bir spor mücadelesinin eşleşmesi mümkün mü? Bir ülkenin insanlarının “ya bağımsızlık , ya ölüm “ diyerek gerçekleştirdiği savaşın parçası olan kadınlarımızın, bir spor mücadelesine çıkacak , yenecek ya da yenilecek olan bir spor takımı üyeleri ile benzetilmesi çok yakışıksız. Spor mücadelesi yapan kadınlarımız için de , cephede , kucağında bebeği , sırtında top mermisi vurulup ölen kadınlarımız içinde büyük haksızlık… Türk insanı ve Türk devleti için de.. Ulusal değerlerimiz ile böylesine kolaylıkla oynanmasını kınıyorum. Bu sistemli yok edişin karşısında küçük bir ses veriyorum.. Bu günkü bütün siyasi güç yapılanmalarını “titreyerek kendilerine gelmeye” davet ediyorum.. Garanti bankasını da önünden bile geçmeme cezası ile cezalandırıyorum…

hikaye (Kelebeğin masalı düzeltildi)

KELEBEĞİN MASALI Yağmur yağıyordu…İlk baharın ortasında esen Soğuk kuzey rüzgarı yüzünü acıtıyordu.. Yer yer siyaha dönen içi yağmur dolu tombul bulutlara sevgiyle baktı…Kuzey rüzgarları estiğinde Antalya bir başka güzel oluyor dedi içinden. Falezlerin üzerinde ki parkta hiç kimse yoktu..Sokak köpekleri çalı diplerine sinmiş yağmurun dinmesini bekliyorlardı.”Bir kaç gün sürer bu yağmur ,köpeklerin ve kedilerin bekleyişi uzun sürecek diye mırıldandı. Her gün bu saatlerde gelen iki yaşlı insan da yoktu ortalarda…Ellerinde torbaları ile gelir ,deniz kenarında ki banklara oturur , etraflarında biriken onlarca kediye , aralarına karışan yaramaz köpeklere ve kuşlara yiyecek verirlerdi.”Bu gün gelmeyebilirler…Rüzgar soğuk esiyor…”Dedi..Şehrin kuzeyine doğru yürüyordu.Şehir ilerde iyice alçalan bulutların altında ezilircesine kararmış , yalnızlaşmıştı…”Varsın insansız olsun “diyerek gülümsedi ,Antalya nın bu insansızlığı , yalnızlığı da çok güzeldi onun için. Yağmur mevsiminde koyu gri renkli bulutları ile Antalya , çisil çisil yağan yağmuru emdikçe kabaran toprağı ile renklerin bin bir çeşidine hazırlanırdı. Şehir kış günlerinde rahatlar , temizlenir ve güneşli günlerin misafirlerine hazırlardı kendini. Beğenilmek için neler yapmazdı ki Antalya …İnsanda derin nefes alma isteği uyandıran yaseminler bu aylarda içerdi güzel kokusunu topraktan..Kuzey rüzgarları hayat getirirdi Antalya’ya soğuğuyla birlikte… Şehrin içine doğru yürüyordu…Parktan çıkmak üzereyken geri dönüp baktığında yaşlı çiftin kedileri ile buluşmaya bu soğuk günde de geldiğini gördü….İçi ısındı… Tramvay durağına gelmişti. Binsem mi diye geçirdi içinden ,yağmuru sadece yüzünde hissediyordu.Işıklar caddesinden yürümek caddenin yeni döşenen taşları, kaldırım kenarına yerleştirilen şehir müzisyeni heykellerini yağmur altında görmek istedi.Müzisyenlerin ilk yağmurları , onları yalnız bırakmayayım dedi gülümseyerek. Yarım saatte bir sefer yapan eski tramvay ortalarda yoktu...Yürüme fikri şimdi daha güçlüydü.Deniz kararmış , kabarmış ve yağmur altında daha ıslak görünüyordu...Dağlar , kara siluetleri ile yükseliyordu karşı kıyıda..Konyaaltında’ki devasa binalar birer noktaydı buradan bakınca..”Kötü görünüyorlar “dedi yüzünü buruşturarak...”Hem kötü görünüyorlar hem de kötü gösteriyorlar şehri...Olmasalar daha güzel olacak bir şehrin kötü şehir olma hikayesi onlar.Bu gün burada yaşayanların bu şehrin onlar olmadan da var olduğunu ve olacağını düşünememelerinin nedeni ne acaba ? “dedi kendi kendine..Cevabı biliyordu oysa. Yüzü ekşidi...”Sadece bencillik “ dedi içinden , “sadece bencillik”.”Dünyanın merkezinde olma duygusu.Ben olmazsam hiç bir şey yok algısı.Yaşaması kolay bir küçük dünya görüşü. Peynir kurtları gibiyiz ...Peynirin içinde yaşayan kurtlar gibi..Peynir onlar için hem içinde yaşadıkları dünyaları hem de yiyecekleri...Yiyerek yok ettikleri sonra hep birlikte yok oldukları bir küçük dünya...Yiyerek ,kırarak , bozarak yok ettiğimiz kendi dünyamız...”Şehrin ıslak kaldırımlarında yürürken kendi kendine konuştuğunu fark etti birden.Etrafına baktı..Kimsecikler yoktu..”İyi bari kimseye yakalanmadım bu kez “ diyerek adımlarını hızlandırdı. Işıklar caddesinin girişindeydi...Beyaz mermer döşeme ıslanınca daha eski görünmüştü gözüne.Yenikapılı müzisyen karşıladı onu..Darbukasının üzerine hafifçe eğilmiş , darbukasını yağmurdan korur gibi duruyordu...Dokunsan kıpırdayacakmış gibiydi..Eski günleri hatırladı birden ." Çocukken bir oyun oynardık , birimiz “tıp” derdi...Hepimiz donardık...Ne yapıyorsak o şekilde kalırdık...İlk kıpırdayan cezalandırılırdı..Ne çok gülerdik..Hatta gülmek için en olmadık hareketler yaparken dondururduk kendimizi...Oyun oynayabilmek insan çocuğun yetişkinine olan en büyük üstünlüğü...Oyun oynayabilen , eğlenebilen insan , mutlu insandır.Oysa şehrin sokaklarında yürüyen , aceleci adımlarla yağmurdan korunacak yer arayan insanların yüzü asık. Bin bir türlü dert dolu. Kafalarının görünen kısmı çevreye dert saçıyor...Mutluluk ulaşılması imkansız bir duyguymuş gibi yaşıyor insanlar...Oysa hiçte öyle değil...” Şimdi Tıp diyeceğim caddede yürüyen herkes donacak.Gevşe diyeceğim..Yeni kapılı başlayacak darbukasına vurmaya ..Birlikte dans edeceğiz...Yağmur altında ..Işıklarda..." XX “Şu havaya bak hiç mayıs ayına yakışıyor mu?.Dışarıda yağmur yağıyor , hava ağırlaşmış Nazımın dediği gibi kurşun gibi olmuş.Ortalık yine dağılmış.Leyla’yla yaşamak böyle oluyor.Altını üstüne getiriyor evin.Çayı koyayım .Şimdi kalkıp kahvaltı hazır mı der yarı uyurken..Hava serinlemiş...Yağmur soğuğu da değil bu..Kar yağıyor kuzeye sanki...Üstüme bir şeyler alayım..İlk işimin televizyonu açmak olması , doğrudan haber kanalını açmam de neyin nesi.Neden Başkaları hakkında bu kadar ilgiliyim.Neden Dünyaya karşı bu sorumluluk duygum.Kendi hayatımı yaşayamıyorum sanki.Peki ya bu siyasetçiler ,her gün söyleyecek bunca saçma şeyi nasıl buluyorlar anlamıyorum.Bıktım bu garip siyaset anlayışından.Yeter artık ..Düşük zekalı insanları olmadık yerlere getirince ne olacağını test etmek sadece aptal toplumların becereceği bir iş.Erkekler beğenmezmiş düşünen kadını .Ne yapayım beğenmezse beğenmesin. Düşünebilme becerim ve hakkımdan asla vazgeçmem.Ayrıca gerçekten umurumda değil...Bu gün ne yapsam acaba..Yağmur..Soğuk ve can sıkıntısı...Kara kız nerelerdedir şimdi..Sığınmıştır bir yerlere çıkar gelir acıkınca.Güzel burunlum benim..Nasıl güzel seviyor beni..Bende onu ...” - Çay hazır mıı? - Önce bir uyan koca kız..Uyan , elini yüzünü yıka kendine gel filan..Çaay hazır mıı? - Uyandım ya işte bee..Konuşuyorum ya seninle……Çay hazır mıı.? - Hazır hazır...Kalkabilirsin..Tembel popo... - Duydum....Ne dediğini duydum... - Güzel kaldırabilirsin artık Onu yataktan.. - Kendini beğenmiş şey...Seninki azıcık hafif diye neler söylüyorsun bana... - Hadi artık uzatma...Okula geç kalacaksın... Leyla Tarih öğretmeniydi...Kısa boyluydu . Düz uzun saçları yuvarlak yüzünü güzel gösteriyordu.Boşanmıştı.Aldatılmış eş psikolojisinden hiç bir zaman kurtulamayacakmış gibi hissediyordu.Sevda ile birlikte yaşamaya karar verdiğinden beri biraz kendine gelmişti.Onunla birlikte yalnızlığını unutmaya çalışıyordu. Sevdaysa ince uzun boylu kısa kumral saçları ile Leyla’dan çok farklı görünüyordu.Orta okulu ve Liseyi birlikte okuyan iki arkadaş yıllar sonra iki dul olarak doğdukları şehirde yeniden karşılaşmış ve bir birlerinin hayatını güzelleştirmişlerdi. - Yağmur mu yağıyor.?.. - Evet..Kar soğuğu var dışarıda..Üstüne bir şeyler al. “Canım yumurta istedi.Yağda yumurta yapıp ekmeği banmak..Selami severdi az pişmiş yumurtayı..Hayat nasıl hızla akıp gidiyor.Binlerce yılın izinde koşarken kendi küçük hayatımın farkına bile varamadım.İyi çocuktu Selami...Umarım mutludur şimdi...Ya ben?..Ben ?...Hala benim dışımdakilere öncelik veriyorum ..Neden böyle yapıyorum.Kahvaltı hazırlıyorum , önce Leyla ne yer diye düşünüyorum..Sonra canım yumurta çekiyor.Garip...Kendi hayatımın öznesi olamamak..Çok garip...” - Hadi kalk artık Leyla .Öğrencilerin bir gün sana ceza verecek .. XX Vücudunun ısısını hissetmek için su geçirmez yağmurluğunun içinde biraz daha sıktı kendini.”Kışlık giysileri kaldırıyorsun hava soğuyor “diye geçirdi içinden.Kar soğuğunu hissetti ellerinde.”Isparta da kesin kar yağıyordur .Yeni kapı’dan Kale içine girersem saçakların altından yürürüm balık pazarına az kaldı “dedi kendi kendine.. XX - Sevda ..Gelme üzerime...Bu gün salı ilk üç saat dersim yok...Rahat bırak beni .. - Biraz daha okuyup öğretmen olmak varmış..Sıcacık sınıflarda kuzu gibi çocuklara ders anlatmak ..Rahat hayat diye ben buna derim... - Hadi oradan çatlak şey...Bir saat bile dayanamazsın sen o baskıya... Sen taşlarının yanına git...Seni bekliyorlar...Zaten yüzyıllardır bekledikleri belki de sensindir.. İçten bir gülüşle tamamladı cümleyi..Sevda ince belli bardağından bir yudum çay içti...Her zaman içini ısıtan bu sıcaklığı sevmişti..Taşların soğuk ve anlamsız olduğu düşüncesine ise çocukluğundan beri karşı çıkardı...Siyah iri gözlerini daha da büyük gösteren bir yüz ifadesi ile , " Onların hikayesi hepimizden çok." derdi.Müze de çalışmaya başladığından beri her fırsatta Kaleiçi ne gider ve kimsenin yanından geçerken görmediği taşlarla bakışarak sessiz duvarlar , yüksek burçlarla ,gözleri ile konuşmaya çalışırdı.En iyi yaptığı şey neredeyse bu olmuştu...Bir kez daha " Selami gitmekte haklıydı" dedi kendine...Nedense bu hesaplaşma o nu rahatlatmıştı.. XX Dar sokaktan aşağı doğru döndüğünde yağmur birden bire indirdi.Antalya yağmurunun en güzeli işte bu ansızın coşan kısmıydı.Kısa sürer ve fakat her şeyi ıslatırdı.Mehmet Güzel sanatlar akademisinden mezun olduktan sonra amcasının torpili ile vergi dairesinde memur olarak işe girmiş, beş yıl dayandığı bu işten ayrılarak sözleşmeli resim öğretmeni olarak özel okulda çalışmaya başlamıştı.Kendisine ve sanatçı kimliğine zaman ayırabilir olması içinde bulunduğu sıkıntılı durumu hafifletmiş ama yalnızlığını daha da büyütmüştü .Dersi olmadığı zamanlarda Antalya’nın resimlerini yapmaya karar vermişti . Bu kararı şehri daha da çok sevmesini sağlamıştı. Neredeyse şehrin her yerini her şeyini biliyor ve seviyordu.Küçük ve sade hayatının en güzel yanı şehirle geçirdiği zamanlardı.Bu üçüncü hafta olacaktı.Salı günleri Balık pazarı burcunun dibinde ki fırından üzümlü kek alıp fırıncının ikram ettiği çay ile birlikte şehrin bu güzel köşesinin detaylarını kağıda döküyordu.İki haftadır tanışık olduğu bu insanlar O’nu şehrin ilk günlerine götürmek konusunda çok başarılıydılar.Neden olduğunu bilmediği bir sıcaklıkla şehrin geçmişine gidiyordu ..”Balık pazarı burcunun gizemi” diye geçirdi içinden. XX - Leyla ...Ben çıkıyorum.. -Öğlende buluşur muyuz?..Canım acayip döner çekti...Ben ısmarlarım merak etme...Cimri şey.. - Cepten ara...Bakalım...Bu havada ne yapmak istediğime karar veremedim hala... - Tamam canım...Kolay gelsin ... - Teşekkür ederim sana da.. Loş ışıklı apartman boşluklarından nefret ederim.Nasıl mimar bunlar anlamıyorum ki..Işık ile mekan ilişkisini yüz yıllar öncesinden çözebilmiş insanların devamıyız .Oysa bu gün nerelerde yaşıyoruz.Demek ki mesele becerememek değil..İstememek.Yani başka şeyleri istemek.Para üzerine kurulu bir hayat nasıl da tatsızlaşıyor.Galiba beni bu karanlık havalar böyle yapıyor...Kötümser...Karamsar... Işık , güneş ışığı hayatı başlatan ve sürdüren güç...Bu gün artık hiç önemsenmiyor...Bu mümkün mü?...Kesinlikle hayır.Yarına bu günden bir şeyler kalacaksa onlar kesinlikle bu apartmanlar olmayacak. XX - Selam Ali , günaydın. - Sana günaydın hocam , biz işe geleli bir gün oldu neredeyse. - Hadi oradan şaklaban şey. Bu gün tatil günüm bırak ta istediğim zaman kalkayım. - Olur mu hocam ben öyle demek istemedim yani...Neredeyse öğlen oluyor anlamında...Üzümlüler çıkalı da bir saat oldu...Çayı senin için yeniden demleyeceğim.Bu anlamdaydı yani... - Bende sana uydum zaten sadece şaka yaptım Ali ,sağ ol. Bu gün Çınarın altında oturmak istiyorum...Yağmur durursa tabii. - Şoförler seni merak ettilerdi .Kim bu filan dediler, anlattım bir yanlış yok inşallah... - Onlara da ayıp ettim .Haklılar tabii.Olur mu hiç ben bu gün onların yanına gideyim tanışalım bakalım onlar neler biliyor Balık pazarı ile ilgili. - Tamam hocam çay olunca getiririm ben sana.. - Kaptanlara da getir birer tane..Benden... Yağmur zayıflamıştı ama hava hala ıslak ve soğuktu..Mehmet taksi durağına sığınmış şoförlerin yanına doğru yürüdü.Işığı yanan kulübe de ki küçük televizyonda haber kanallarından birini izliyorlardı.İçeride üç şoför vardı..Haberleri alıyor ve kendilerince yorum yapıyorlardı. - Günaydın..dedi Mehmet... - “Günaydın hocam “dedi en yaşlıları.Diğerleri saygılı bir şekilde toparlandılar mırıldanarak aldılar selamı. - Kusura bakmayın bu üçüncü gelişim sizin buraya ama sizinle konuşmaya cesaret edememiştim.Ali benden söz etmiş size tanışalım istedim.Umarım rahatsız etmiyorum.. - Olur mu hiç hocam gel buyur otur şöyle..Müşteri bekliyoruz teknede..Çıkarsa biz gider geliriz o zaman asıl sen kusura kalma..Dedi yaşlı şoför. - Hocam , Ali resim yaptığınızı söyledi. Doğrumu? - Evet ..Resim öğretmeniyim . Resim yapmayı da yapanı da seviyorum..Antalya’nın resimlerini yapmaya başladım.Daha yeni başladım .Eğer bitirebilirsem Balık pazarı burcu Antalya konulu beşinci resim olacak.Yaptıklarımı da hiç beğendiğimi söyleyemem..Daha yolun başındayım yani.. - Olur be hocam..Başlamak önemli..Geçen gelişinde şöyle uzaktan bir baktım..Bayağı benzetmiştin ..Aynen fotoğraf gibi yani. - Teşekkür ederim çok naziksin. Benim adım Mehmet. Adalya kolejinde öğretmenim .Salı günlerim boş.Boş gününde şehri gezmeye çıkan postacı gibi ben de boş günümde yine resim yapıyorum anlayacağınız. - İyi etmişsin hocam benim adım Şakir , bu Ramazan , kara olan Ahmet..Biz arap diyoruz.Sen ne dersen de. - Memnun oldum..Yağmur dininceye dek sizinle oturabilir miyim? Birer çay içeriz.Buranın hikayesini dinlemek isterim sizden.. - Hocam ne yağmuru ne güneşi her zaman bekleriz. -Sağ ol Şakir kaptan….Kaç yıldır buradasın? - Çok değil be hocam ben geleli altı yedi yıl oldu.Buranın yerlisi bizim arap Ahmet.Hamamın arkasında oturur anlatsana lan!..Gülerek söylenmiş bu sert söz ortamı daha da yumuşatmıştı. - Ne anlatayım usta..Buranın çocuğuyum .En çok burayı bilir burayı severim..Taksici olduk olalı uzakları gördüm...Ama hiç sevmedim.. - Ben de pek sevemedim Ahmet.Sanki başka bir şehir var dışarıda. Buralar bambaşka..Benim için de gerçek Antalya buralar.Bana sıcacık duygular yaşatıyor..Kale içini her yerden çok sevdim.Ama kale içinde doğan biri ile ilk kez karşılaşıyorum..İnan bana çok sevindim..Bana eski kale içini anlatacak birileri olsa diye çırpındım durdum..Antalya’nın her yerinde Kaleiçi konuşuluyor ama kale içinin insanı hiç konuşulmuyor..Umarım resimlerime farklı bir renk katar seninle dostluğumuz.Buna kesinlikle ihtiyacım var.. XX Bu yaşta Akademik ünvan filan .Nereden geldi aklıma bilmem ki.Türkiye gibi bir ülkede doktora tezi hazırlamak kolay mı?.Seçtiğim konuya bak.Balık pazarı burcunun şehrin gelişimi üzerinde ki etkileri.Ne bir kayıt ne bir belge.Koca yapı orada duruyor kimseler O’nun hakkında hiç bir şey bilmiyor.Koruma kuruluna mı gitsem acaba ...Herkes kendi derdinde. insanlar bir röleve proje için günlerimi harcadılar.Yine de ortada bir şey yok.Nasıl bir ülke de yaşıyorum ben ya?..Tarihi bir eseri kağıt üstünde bile olsa çizerek ilk günkü haline döndürmek istiyorum herkes kaçıyor benden. Sanki kendim için bir şeyler istiyorum.Nasıl bir anlayış bu.?Ticari İşletme ruhsatı var , rölevesini bulamıyorlar..Orijinal yapı çizimi yok . Adı da koruyoruz…Havadan olmalı ….Kesinlikle havadan..Benim bu olumsuz ruh halimi hiç sevmiyorum…..Artık sevmiyorum….Eskiden sanki biraz bu halimi beğenirdim , ama artık daha pozitif olmak hoşuma gidiyor…Giderim , alırım elime defterimi kalemimi çizerim balık pazarı burcunu…Bu da benim armağanım olsun Antalya ya…Umarım Koruma kurulu bu talebimin gereğini yapmıştır. Farkında bile değildi…Gülümsüyordu…Antalya sevgisi ile birleştirdiği bu pozitif düşünce onu mutlu etmişti…Kurtuluş sokağından geçerken nöbetçi askere başıyla hafifçe selam verdi…. XX Çınarın altında ki oturma gurubu ıslaktı…Sırtını duvara dayamış Balık pazarı burcunu seyrediyordu… Ticari işletmenin koskocaman camını görmeden burcun resmini yapmak imkansızdı..Kuzey yönünden bakmalıyım dedi içinden.Kuzey - doğu yönünden..Kasvetli bir yıkıntı görüntüsü kararan havada hiç de güzel görünmüyordu.Islak taşlar unutulmuşluklarını gösteriyorlardı sadece…Mağrur ama terk edilmiş bir sevgili gibi dedi içinden.Kalemi istem dışı kağıdın üzerinde geziniyordu…. XX Sevda balık pazarı burcunun karşısında ki fırının önüne geldiğinde dışarının soğuğuna sıcacık pasta kokuları yayılıyordu içeriden.Vanilyalı sıcak havayı çekti içine..İnadına seviyorum dedi .Üzümlü kek mi alsam ne?.Ama şimdi değil…Belki öğlen atıştırmasında olabilir ,diyerek Balık pazarı burcuna doğru döndü. Vitrin camında kendini gördü…yağmurluğunun içinde bile güzeldi vücudu…Karanlık bir havada ıslanmış bir camda yapayalnız buldu kendini.Ben ve balık pazarı burcu…Sanki yüzyıllardır yalnızım…O’nun gibi...dedi…Fırının saçağının altında durdu ve çantasının içinden çizim dosyasını çıkardı.Bulutlar iyice alçalmış ama yağmur durmuştu.Önce işletme sahibi ile konuşmalıyım diye geçirdi içinden..Yanlış anlamasınlar beni.. - Günaydın…dedi içeri girerken..Tezgahtar genç bir adamdı . İçeri giren ve turist olmayan bu kadına biraz da şaşkınlıkla baktı.. Sadece turistlerle ilgilenmesinin yarattığı yabancılık bir anda dağıldı ve “günaydın , hoş geldiniz .”.dedi… - Ben Sevda Antalya müzesinde görevliyim ,arkeologum..Burcun ilk halinin çizimlerini yapacağım , bu konuda koruma kurulu bir yazı göndermiş olmalı size.Umarım bana yardımcı olursunuz dedi gülümseyerek. - Hiçbir fikrim yok dedi genç adam..Patron da henüz gelmedi..Siz biraz oturun ben telefon edeyim kendisine.. - Olur ..Teşekkür ederim “dedi Sevda.. Oturduğu yerden Balık pazarı hamamı görünüyordu.Bir de çeşmesi kopmuş bir hayrat…Yüzyılların yıkamadığı burcun içinden gördüğü manzara işte buydu. Yeni olmasına rağmen suyu akmayan bir çeşme bizim durumumuzu nasılda güzel anlatıyordu..Vitrinin kenarından gördü O nu…Biraz öne eğildi…Bir karaltı gibiydi…Çınarın dibinde, saçağın altına sıkışmış göğsüne yaklaştırdığı deftere bir şeyler yazan adamı…Hayır yazmıyor dedi ..Yazmıyor ..Çiziyor.Gözlerinin karasını gördü sanki , dikkatlice Burca bakıyor sonra da kalem hızla gidip geliyordu defterin üzerinde…İnanılmaz bir Dünya bu dedi içinden…Bir adam ….Bir kadın ve Bir burç….Resmini çiziyor…Benim ilk halini aradığım burcun bu günkü görünüşünün resmini çiziyor…Tesadüfün böylesi ..İnanılmaz…Kalemi hızlı…Karakalem eskiz çalışıyor gibi…Çok ilginç…Yüzüne bile bakmıyordu..Gözleri kalemin ileri geri sağa sola hareketine takılmıştı…Tezgahtar da yanına gelmiş adama bakıyordu…”Birlikte misiniz ?”dedi Sevda ya…Sevda “Yok hayır tanımıyorum.O galiba burcun resmini yapıyor”... - Patron , gönderilen yazıyı almış ölçü almanıza yardım etmemi söyledi..Ortalarda turist yokken çalışalım isterseniz..Sevda hala kalemin kağıt üzerinde ki garip dansını seyrediyordu…”Olur “dedi tezgahtara…”İç ölçüleri alalım…sonra dışarıda çalışırım.”.Çantasından malzemelerini çıkardı.. XX Çocukların büyük bir enerji ve dağınıklıkla koşuşturduğu koridordan bahçeye çıktığında derin bir nefes aldı Leyla öğretmen…”Ohh Dünya varmış …Sevda’yı arayayım da yemek yiyelim.”Cep telefonunu çıkardı ve listeden “Sevdam” yazan numarayı seçti…İyi ki var dedi içtenlikle.. XX Telefondan piyano sesi gelince tezgahtar irkildi sonra” Sevda hanım telefonunuz çalıyor “dedi..Sevda iki büklüm olduğu köşeden başını kaldırıp tezgahtara değil karşı köşeye çınarın altına baktı..Gitmişti…Kimse yoktu…”Telefon Sevda hanım “diye yineledi tezgahtar..Sevda neden böyle yaptığını anlamadı..şaşırdı ..Nedense merak etmişti adamı…Tezgahtarın getirdiği çantanın içinden telefonunu çıkardı piyanonun sesi iyice yükselmişti. - Canım…dedi…telefonu açıp… - Daldın yine değil mi? Deli kız.Yaptığın işe bak…Taşlarla yatarsın artık.. - Yapma Leyla…Ne oldu bir şey mi oldu.? - Evet canım öğlen oldu…Acıktım…Döner kokuları uçuşuyor etrafımda… - Ter kokulu çocuklar bile böyle kokuyorsa , durum ciddi demektir…Hadi geliyorum…Kapat ve ana kapıda bekle beni… XX Elleri üşümüştü..Yaptığı çizimi yine beğenmemiş eve dönmeye karar vermişti.En iyisi otobüse binmesiydi…Hızla Atatürk caddesine doğru yürüdü.Caminin önünden geçip dönerciler çarşısından caddeye çıktı. Etrafta çok az insan vardı.İncecik giysileri ile bir turist gurubu kendilerini mükemmel bir almanca ile döner yemeğe çağıran “hanutçudan” kurtarmaya çalışıyordu.Otobüs durağına doğru yürüdü.Durak boştu.. Tekrar çiselemeye başlayan yağmurdan korunmak için durağın yanında ki bankanın merdivenlerine çıktı.. XX - Sen var ya sen ya aş eriyorsun yada ruhun aç senin..Bu hava da insanın canı bir şey çekmez yaa..Evde olup pencereden dışarıyı seyrederken sıcacık çay içmenin dışında bir şey yapılmaz..Dönermiş…Başını döndürmüşler senin. - Elin adamı dünyanın öbür tarafından geliyor buraya döner yemeğe.. - Tabii tabii..Döner yemeğe geliyorlar…Senin taş dediğin şeyleri görmeye geliyor onlar.. - Aman iyi..zeytinyağı sende..İlle üste çıkacak…Seni de O taşlar bu hale getirdi zaten…Zavallı Selami… - Lütfen konuyu döndürüp dolaştırıp O’na getirme..Dönerden başlayıp getirme bari.. - İyi aman ne halin varsa gör.. Çiseleyen yağmurda birbirlerine sokulmuş Antalya Lisesinden dönerciler çarşısına doğru çıkarken..Önünden geçtikleri bankanın merdivenlerinde duran adamı fark etmediler bile… Önünden geçerken fark etmedikleri adamı konuştular yemek boyunca.Sevda bunun inanılmaz bir tesadüf olduğunda ısrarlıydı.Leyla her zaman ki gibi işin gırgırındaydı.Yemek boyunca terk edilmişlikten ve çınarın altında resim yapan yalnız adamdan söz edip durdular. XX Sevda , pırıl pırıl bir güne uyandığında hiç şaşırmadı.Antalya bildi bileli böyleydi.Saatler içerisinde değişen havası ile her mevsim güzeldi.Leyla kalkmıştı , çayı koymuş kahvaltıyı hazırlıyordu…Bu gün güzel bir gün olacak dedi içinden.Elini yüzünü yıkarken aklına geldi…yüzünü sabunladığı için sımsıkı kapadığı gözlerinden Şimşek hızıyla köşede duvara yaslanmış , Burcu çizen adam geçti.Gözlerini açtı telaşla…Sabun acısını hisseti..Yanan gözlerle geldi kahvaltı masasına…Leyla ya sabah sabah gözü kapalıyken bile burcu çizen adamı gördüğünü söyledi belki komiklik yapar da güleriz diye..Leyla ikinci derste yapacağı sınavın soruları ile meşguldü..Kafasında konular ve sorular koşuşturuyor aklına gelen soruların hiç birini beğenmiyordu….Bir garip adam…Yağmurlu ve soğuk bir havada balık pazarı burcunun resmini çiziyormuş…Bir taş meraklısı daha dedi içinden…Cevap vermedi Sevda ya . Çocuklara derste Antalya’nın tarihini anlatsalardı ne kolay olurdu …Aslında doğru da olurdu diye düşündü.Bu ayın konusu Anadolu da Selçuklu dönemiydi…Şaşırtmacalı sorular bulmalıyım..Haylazlar..dedi..Çok üzmüşlerdi geçen ders… XX Atatürk evinin önünden yürüyüp Yenikapı dan kale içine girdiğinde yüzü olmayan adamı düşünüyordu..Bu kez yüzüne bakayım..Acaba tanıyor muyum?.Bu soruyu sorduğu için kızdı kendisine Hayatımda ki boşluğu doldurmak için iş arıyorum galiba..Kimse kim..Bana ne.Ama O havada resim yapmaya çıkan biri dikkate değer değil mi?.Yani en azından benim için.Kaç kişi tanıyorum ki sanata , dahası tarihi eserlere ,Leyla’nın deyişiyle taşlara ilgi duyan..Bu kez Zafer sokağa doğru döndü Balık pazarı burcu sokağın bitimindeydi. Burca ulaştığında ,tezgahtar temizlik yapıyordu..Gülümsedi..Erkencisiniz bu gün dedi. - Ölçümleri müşteri yokken yapmamın doğru olduğunu düşündüm. - Bu aralar çok iş yok zaten rahatsız olmayın. - Olsun . Bu gün iç ölçümleri bitirirsem sonrası kolay. Ölçümleri alıp Müzede çizimleri tamamlamayı planlıyordu… XX Adalya koleji Mehmet için çölde bir cennet gibiydi.Vergi dairesinde kuruyan içini sevgi sıcağı ile dolduran bir çalışma ortamıydı.Ders arası zili çalmıştı.Koridorda kendisi ile konuşarak yürürken Okul müdürünün sesi ile kendine geldi. - Günaydın Mehmet.. - Günaydın hocam… - Antalya resimleri nasıl gidiyor.? - Çok iyi değil efendim.. - Neden? - Emin değilim ama galiba bana çizdiğim yerin hikayesi lazım..Yoksa çizdiklerim diğer resimlerden farklı olmuyor.Bir çok kale içi ressamı var.Bir çok da resim..Hepsi birbirinin aynısı neredeyse.Çünkü hikayeleri yok.Balık pazarı burcuna gidiyorum üç haftadır çizdiklerimin hiç birisini beğenmedim. - Bence haklısın .. Bir ara odama gel bu konuyu konuşalım. Neler yapabiliriz bakalım.. - Peki hocam… XX Bakar mısın şu işe .Koca taş yığının içinde şu garip taşa takıldım kaldım.Tutulup dışarı çekilesi var sanki . Farklı bir duruşu var , diğerlerinden bu kadar aykırı bir taşın orada ne işi olduğunu anlamadım..Taşıyıcı da değil , dolgu taşı gibi görünüyor..Birisi onu oraya özellikle koymuş gibi..Ama çizince …kağıt üstünde iyice farklı göründü gözüme…Devşirme de değil …Ama farklı…Diğerlerinden farklı bir duruşu , farklı bir görünüşü var..Ölçümün de çiziminde kolay olmayacağını biliyordum ama köşelere , taşıyıcılara değil de bu taşa takılmış olmam…Hayret .Neyse iç çizimleri bitti sıra dış ölçümlere geldi.Önümüzde ki pazartesi gününden itibaren benim için kot pantolon günleri başlayacak… XX Mehmet , Mermerli plajının üstünde ki çay bahçesinden Antalya’nın batı yüzünü seyrediyordu.Deniz sakin rüzgar hafif , güneş parlak , Sıradan bir Antalya günü. Sevgililer , arkadaşlar çarşıda buluşurlardı.Cumartesi günlerinin en çok bu yönünü severdi …”.Arkadaşlar..Sevgililer , hatta ayrılmış aileler buluşur bu gün.Ayrılmış ailelerin çocukları babaları ile buluşur nereye gideceklerini bilemez çarşıda dolanır dururlardı.Peki ya şu kız.İki masa ötedeki genç kıza baktı dikkatlice.Genç kız elinde ki cep telefonundan müzik dinlermiş gibi yapıyordu, ama geciken sevgilisi için giderek gerildiği anlaşılıyordu her halinden.Kızın gözü telefonun ekranın da , gelmesi gereken mesajı bekliyordu.Eliyle yüzüne düşen saçını kulağının arkasına doğru itiyor , saç yine düşüyor , O yine itiyordu.Bir şeyler yapıyor olmak için yaptığı bir şeydi bu…Mehmet karşı kıyıda ki otoparka doğru baktı.Bu boşluk bir garip dedi kendi kendine…Muhteşem bir falez yükseltisinin önü bom boştu.Yükselen yamacın kayaları hiç de eski görünmüyordu..Büyük bir yapının var olması gerektiğini düşündü.Bu anlamsız boşlukta bir çok hayatın yaşanmış olduğunu hissetti içinde…”Kale olmalı…Surlar , burçlar hatta şehrin en görkemli konağı burada olmalı…Çizebilmeyi çok isterdim” diye geçirdi içinden…”Bin yıl öncenin hayatını çizmek nasıl güzel olurdu”…Bu delice fikri kovdu aklından…Genç kızın erkek arkadaşı gelmişti…Şimdi Hafiften tartışıyorlardı.. XX - Leyla ben hazırım.. Cumartesi gününün tadını çıkarmak için hazırım..Güneşli bir hafta sonunda Antalya gibisi yoktur..Ne imkanlar sunar insana.Yapabileceğin ne varsa yaparsın.Antalya’yı farklı ve çekici kılan da bu işte..Yürüyüş , sporun her çeşidi..Buluşma alanları , eğlenme , yemek içmek gezmek…Hafta sonu kesinlikle ıskalanmamalı…Doya doya yaşamalı insan… - Geldim , geldim..Sanki ben hep geç kalırmışım gibi yapıyorsun..Nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama her seferinde benden önce hazırlanırsın.. - Kıskanma…Benim ayırıcı özelliklerimden biri de bu…Ben hep hazırım…Her şeye..Her sürprize..Her duruma.. - Kıskanmıyorum canım , kızıyorum…Biraz şaşır biraz kork , biraz …Biraz ..Bir şeyleri eksik yap..Yanlış yap… - Yüzüme vurma….Durup durup hatırlatma bana … - Neyi..?.. - Bütün ilişkilerim yanlıştı benim…Hepsinde yanlış yaptım…Hepsinde yaşayabileceklerimi değil yaşamak istediklerimi aradım…Yanlış yaptım…İnsan ilişkileri yanlış olan birinin neresi doğru olabilir ki..? - Hadi oradan deli kız…Yürü tadını kaçırma güzelim günün.. XX Aslanlı yoldan karaalioğlu parkına girişi özlemişim. çay bahçesine gelmeyeli ne kadar zaman oldu ?. Sanki buralarla ilgili hiç anım yokmuş gibi..Oysa genç kızlık günlerim bu bahçede yaşandı.Basketbol potaları vardı buralarda.Akşam üstleri şehrin en kalabalık yeri burasıydı.Bütün gençler toplanır maç yapardı.Seyirci tribünü filan bile vardı galiba.Bu güzel ağaçların dışında hiçbir şey anılarıma ait değil . Bu gün yaşayanlar da, yarın anılarını bulamayacaklar buralarda.Her şeyi değiştirmeyi marifet sanan adamlar var çünkü.Hadi şehri yeni baştan yapalım ve ben yapmış olayım diyen yöneticiler var.Kişisel hırslarına fena halde yenik düşen tatminsiz insanlar.Oysa bu şehrin binlerce yıllık anısı var.Yıksanız da var…Görmeseniz de…Bilmeseniz de…Yaşamasanız da…Üç bin yıllık bir şehrin hafızası karşısında siz nesiniz ki?.Kişisel hırsları ile yaşadıkları şehre yabancılaşmış kurtçuklarsınız.Şehir hayatının binlerle ölçüldüğü bir zaman diliminde bizim ömrümüz ne ki?.. - Kelebekler gibiyiz.. - Daldın yine Sevda.. - Kelebekler gibiyiz..Bizler Antalya’nın kelebekleriyiz.Kelebekler sesini bile duymadığın narin kanat çırpınışları ile hayatı nasılda değiştirirler.Fark etmezsin bile.. - Hadi oradan..Elin adamı yüzlerce gün savaşmış.Binlerce insan öldürmüş , ölmüş değiştirememiş hayatı.. - Kelebek etkisi Leyla…Kelebeğin etkisi.Fark etmezsin bile…Ama kelebeklerin hayatın üzerinde ki etkisi çok önemli. İnsanların savaşları kadar büyük değil yarattıkları etkiler ama …. Leyla !….. Antalya da savaş olmuş mu? Semaver fokurdamaya başlamıştı.Rize çayının iştah açıcı kokusunu çekti içine..Demleme zamanı dedi.. - Bak şimdi…İyi ki öğretmen olmamışsın .nasıl sorular bunlar ya ?. Pat diye sorduğu soruya bak.Şaka bir yana inan bana bilmiyorum..Olmamış galiba…En son İtalyanlar… - Bırak şimdi İtalyanları filan…Daha dünün hikayesi onlar..Ben sana üç bin yıllık bir tarihi soruyorum.. - İyi ediyorsun…Ben sana üç bin yıllık taşları soruyor muyum?…Kendimi kötü hissedeyim diye yapıyorsan boşuna..Bu koku beni çoktan mest etti.Boş ver savaşı mavaşı…Aşka bakalım biz… XX Günlerin geçip gittiği masasındaki takvimin karalanmış bölümleriyle anlaşılıyordu...Bir gün daha yaşanmış hafta sonu evde tembellik edilerek geçirilmiş ve pazartesi sabahı Antalya müzesinde ki küçük odasında başlamıştı.Masasının üstü temiz ve düzenliydi ama kitaplarla doluydu..Eskizler , çizimler , fotoğraflar...Sonuçta hepsi de taş değil mi?...Gülümsedi.Oysa ne aşklar , ne savaşlar yaşadı bu taşlar.Hikayeleri olmayınca soğuk eski taşlar olarak kalıyorlar geleceğe.. Oysa ne maceralar yaşadılar O günün insanları ile..Antalya sanki yalnızca bu günü ve yakın geleceği olan bir şehir olarak yaşanılıyor.Hiç de öyle değil.Balık pazarı burcu eski şehrin kalbi gibi.Şehrin agorası..Ticaretin ve sosyal hayatın en yoğun olduğu zengin pazarı...Tüccarların ve şehrin ileri gelenlerinin buluştuğu yer olmalı...Hiç bir kayıt yok...Hiç bir bilgi..Hiçbir hikaye...Ne yazık... XX Mehmet yani başlayan haftanın kargaşasında derse girmeden önce Kolejin müdürünün odasına uğrayarak kafasını meşgul eden ve yaptığı hiçbir resmi beğenmemesine neden olan ruh halinden kurtulmak istiyordu. Kendisine karşı hep olumlu ve hep sıcak davranan bu babacan adama çok güvenmişti. Açmadan önce eliyle iki kez tıklattı kapıyı. - Konuşabilir miyiz hocam? - Gel Mehmet öğretmenim tabii ki konuşuruz.. Faaliyet planını gözden geçiriyordum. Buyurun oturun..Bir şeyler içer misiniz?. - Teşekkür ederim efendim içmeyeyim.. - Anladım.Hemen konuya girelim istiyorsun.Peki..Bildiğim kadarıyla Antalya’nın resimlerini yapıyorsun ve resmini yaptığın yerlerin bir hikayesi olursa daha farklı çizeceğini düşünüyorsun. - Evet efendim.Ama bunu mazeret olarak düşünmezsiniz umarım.. - Olur mu hiç öğretmenim bir an için bile düşünmem böyle bir şeyi.Üstelik bence de çok haklısın.Antalya da yeni olman kendi hikayelerini yaratmana engel olabilir.Yada Antalya’nın kendi hikayesinin olması , O nu özgün bir kent yapar diye düşünüyorsun.Her iki durumda da haklısın.Seni bir kitap ile tanıştırmak için çağırdım.Ama kitapla tanışmak için biraz çaba harcayacaksın.Çünkü ben bulamadım.Galiba Mimarlar Odasının yayınladığı bir kitaptı bu..Mimar bir dostumun bürosunda görmüştüm.Üzerinde çok konuşmuştuk.Adı Antalya kenti kalesinin tarihi gibi bir şeydi.Şehrin surlarının ve burçlarının çizimleri ve fotoğrafları vardı kitapta. Gezginlerin anıları filan da vardı . Senin için çok yararı olabilir.Bu kitabı bulabilirsen hem şehrin hikayesini hem de eserlerin detay çizimlerini görebilirsin.Ne dersin? - Çok teşekkür ederim efendim.Beni benden daha iyi anlayan bir insanla daha önce çalışmadım.Şaşkın ve mutluyum.Sanırım ilk işim O kitabı bulmak olacak. - Kolay gelsin...Eserlerini merak ve ilgiyle bekleyenler listesine beni de yaz. - Bu desteğiniz bana daha fazla neler yapabileceğimi düşündürttü.Çok naziksiniz.Tekrar teşekkür ederim. XX Yine akşam oldu...Beş buçuk tramvayı..tıngır mıngır yolculuk ve de evde bekleyen işler..Yemek derdi..Televizyon da diziler..Haberleri izlemeyeli ne çok oldu..Kan gözyaşı ihanet döneminden , iftira kara çalma , yok etme dönemine girdi medya..Hiç izleyesim yok şunları..Leyla için , O izliyor diye öylesine bakıyorum suratlarına..Akşama ne yapsam acaba.?.Leyla benden önce gelmiş olsa bari..Ev hayatı ile ilgili bütün bu dertleri üstlenmiş olsa ..Sadece bu akşamlık yani...İyi ki var...Yalnızlık çok zor.. XX - Dökemediler şu ağacın yaprağını..Beş yüzüncü bölüm mü bu?.. - Sevda ..Ben senin yabancı filmlerine bir şey diyor muyum? - Hayır ne yaprakmış yani..Dökül dökül bitmiyor..Kızım kaç insan döküldü diziden hala bitmedi. - Dur bi yaa...Lütfen...Bak çok heyecanlı burası... Saçma sapan diyaloglarla doldurulmuş bir saatin neresi heyecanlı olur ki?Hayatlarında heyecan olmayınca bu tür saçmalıkları izliyorlar..Balkonda biraz hava alayım bari .. Kapısı açık olan balkona çıktı güneşten rengi solmuş eski kanepeye uzanarak binaların arasından görünen bir avuç gökyüzüne dikti gözlerini... XX Kapının zilini duyduğunda uzak gezegenlere yolculuğa çıkmıştı bile,dalgın dağınık bir şekilde fırladı kanepeden bu saatte hiç kimsenin çalmadığı zile yanlışlıkla basıldığından emin bir şekilde açtı kapıyı.. - Tuğba.!?..Gizem!?..İnanmıyorum. neden haber vermedin geleceğinizi?..Girin girin içeri...Hoş geldiniz...Sıkıca sarıldı kardeşinin yorgun bedenine..Saçları toz kokuyordu..Rengi soluk görünüyordu.Gecenin bu saatinde kapının önünde olmalarının nedenini bu kadar kısa bir sürede anlamış olduğu için çok şaşırdı .. Sadece kendisinin konuştuğunu fark etmesine rağmen sürdürdü bunu.. - Ne iyi ettin çok özlemiştim sizi..Dur bir bakayım bu güzel kızın yüzüne..Aman tanrım bu ne güzellik ..Fıstıkım..Güzel kızım..Kelebeğim..Gel bakalım teyzene...Aman aman nasılda büyümüş.. güzelleşmiş..Derin derin kokladı küçük kızı..O kadar sıkı sarılmıştı ki neredeyse ikisinin de nefesi kesilmişti.Dört yaşında ki yeğenini ve küçük yaşta evlenerek Adana ya yerleşen kardeşini gerçekten çok seviyordu. - Salona geç Tuğba..Benim bu küçük kelebekle işim var biraz..Sıkıca sarıldığı gizemin boynuna kocaman ıslak bir öpücük kondurdu ..Kapının önünde duran valizi gördü sonra..Gizemi yere bıraktı bir şaplak attı poposuna ve valizi içeri alıp kapıyı kapattı. Televizyonda ki diziye dalmış olan Leyla anlamsız gözlerle gelenlere baktı , kafası dizinin kahramanının yaşadığı ilişkilerin karmaşıklığından kurtulunca sevinç çığlığı atarak kalktı koltuktan.. - Tuğba aaaa...Kız Tuğba..Arkadan ürkek adımlarla yürüyen Gizem’i gördü birden ..Hoş geldiniz..Canlarım benim.. Sevdanın kız kardeşinin sıkıntısı duruşundan belli oluyordu.Hiç bozuntuya vermeden sarıldı , öptü..Bir kez daha sıkıca sarıldı sonra , - Yorgun görünüyorsun elini yüzünü yıka üstünü değiştir , nasıl da iyi ettiniz gelmekle bu ablan var ya acayip sıkıcı..Şaşkın şaşkın nerede olduğunu anlamaya çalışan Gizem'e bakarak, “aman da aman kimler büyümüş de güzelleşmiş?” diyerek yere çöktü ve Gizeme sarılarak yanaklarından öptü. - Hatırlamadın değil mi ?..En son gördüğümde iki yaşındaydın galiba..Vay canına iki yıl olmuş görüşmeyeli..Oldu değil mi o kadar?..Çok büyümüşsün.Annene benzemişsin..İyi ki Ona benzemişsin tatlım..En güzel anne O çünkü..Hadi sende annenle birlikte banyo yap..Misler gibi ol …Doyamadım öpmeye seni.. Sessiz bir anlaşma vardı aralarında.Sevda da Leyla da durumu anlamışlardı.Tuğba evini , kocasını terk etmişti.Sevda terk edilmeyi tatmıştı.Leyla boşanmanın ne demek olduğunu biliyordu.Üç genç kız..Üç kötü deneyim...Bir çocuk...Gizem kısa siyah saçları , kocaman gözleri ile Sevda ya benziyordu.Tuğba bütün ilgisini kızına vermiş son günlerde eve arada sırada gelen kocasından hızla soğumuş ve sonunda kızını alıp, bütün evliliğini sığdırdığı bir bavulla ablasının evine gelmişti.Sıcak bir banyo onu da Gizemi de kendine getirmeye yetmişti.yaşadıkları sıcak karşılama rahatlamalarını sağlamıştı.Banyodan çıktıklarında bavullarının odalarına yerleştirildiği ve yataklarının hazır olduğunu gördüklerinde tamamen rahatladılar.Sevda hemen salata yapmış , yağda yumurta pişirmiş ve çayı tazelemişti.Her şey çok güzel görünüyordu.Gizem kocaman gözleriyle Sevda teyzesini izliyor ve onu hatırlamaya çalışıyordu. Haklarında hiç bir şey hatırlamasa da kendini bu iki sıcak kanlı insana yakın hissetmişti.Yumurtanın tereyağı ile birleşen kokusu açlığını hatırlattı.Yanaklarını şişirerek yedi yemeğini.Çok değil sadece yarım saat sonra annesinin kucağında derin ve rüyasız bir uykuya dalmıştı. - Daha fazla ısrar etmenin bir anlamı yoktu abla.. - Boş ver Tubi.. Küçük bir kızken takmıştı bu ismi ona.. Sevgisini , ilgisini , yakınlığını hissettiriyordu bu şekilde.Koruyucu abla rolüne büründüğünde Tubi derdi Tuğbaya.. - Bunları bana anlatmana hiç gerek yok.Biliyorsun ben de yaşadım bu deneyimi..Sana tavsiyem bir an önce hayata , aramıza dönmeyi başarman.Hiç kimseye, ne bana ne de Gizem e bu kararının hesabını vermek zorunda değilsin.Gerçi Gizem konusu biraz karmaşık ama yine de inan bana zaman her şeyi çözmene yardımcı olacak.Sen sadece sen ol...Gerisi kendiliğinden düzelir.Evindesin.Ablanlasın , yani artık annen ve babanla birlikteymişsin gibi.Güvendesin...Gizem de öyle... Sevda yerinden kalktı , koltukta ayaklarını altına almış büzüşmüş bir şekilde oturan kardeşinin yanına gitti Elinden tutup ayağa kaldırdı ve sıkıca sarıldı...Tuğba’nın gözleri dolmuştu.Ablasının sıcaklığını hissettiğinde kendini tutamadı...Sarsılarak ağlamaya başladı.Leyla da gözlerinde biriken yaşları silerek onlara katıldı.Üç kadın birlikte , sevgiyle , saygıyla ve dayanışmayla her şeyi başaracaklarını O an anladılar... XX Yabancı bir yatakta uyanmayı ,yastığın kokusundan fark etti Gizem.Etrafına baktı yatağın dışında en çok görünen kalın perdelerdi.Bir de üç kapılı bir dolap..Güneş doğmuş kalın perdenin ardından ışığını içeri sokmaya çalışıyordu.Annesi yanındaydı.Üzeri açılmıştı.İnce Örtüyü annesinin üstüne doğru çekti ve O’na arkasından sarıldı...Saçlarını kokladı ve yabancı bir yerde değil sadece yeni bir yerde olduğunu anladı...Bir süre bu sıcaklıkla yattı.Sonra kalktı , üzerinde her zaman severek giydiği pembe geceliği vardı.Yatağın baş ucunda duran komedinin üzerinde ki kocaman aynada kendisini gördü.Saçlarını düzeltti eliyle ve kapıyı açıp koridora çıktı.Ev sessizdi.Herkes uyuyor olmalıydı.Salon aydınlıktı.Giriş kapısının karşısında mutfak vardı .Kapısı açıktı .Yanında ki kapalı olan kapıyı açtı yeni evin tuvaletini bulduğunu anladı. aradığı yer diğer kapının ardında olmalıydı.Banyonun camı açıktı.İçerisi aydınlık ve temiz kokuyordu,Kocaman bir küvet , çamaşır makinesi ,kirli dolabı ve geniş aynalı lavabo.Bir de kapağı örtülü klozet...Elini yüzünü sabunladı.Sabunun kokusu farklı ama güzeldi..Beyaz havlu yumuşak ve çiçek kokuluydu.Annesinin yanına döndüğünde bu evi çok seveceğini anlamıştı...Yatağa yattı.Annesine sıkıca sarıldı..Tuğba gözlerini araladı bir an duraksadı sonra dönerek kızını gözlerinden öptü ve kendine çekerek sarıldı.Üzerinde ki ağır baskı uçup gitti.Bedeninde Yeni bir hayata başlamanın güzelliğini hissetti. XX Falezlerin üzerinden denizi seyrederek yürürken , denize karşı çay içmenin tadını yaşamak istedi.Her geçişinde karşılaştığı ve nedenini bilmediği bir şekilde hep göz göze gelip selam verdiği temizlik işçisinin ısrarlı bakışına cevap olsun diye çay yapıyorlar mı orada diye sordu.Orası dediği falezin denizle buluştuğu yerde duran masalar yığınıydı.”Yapıyorlar abi “diye yanıtladı adam.Ayağı aksayan ufak tefek bir adamdı.Her sabah işini öyle titizlikle yapıyordu ki park yoğun bir gün ve akşamın ardından yorgun ve kirliyken onun çabası ile temizlenip yeni bir güne başlıyordu .Sabah yürüyüşü yapanların yanından deniz kenarına doğru kıvrılıp masanın birisine oturdu.Derin bir nefes aldı.Akdeniz’in oksijen dolu taze sabah kokusunu içine çekti.Duramadı .Resim defterini ve kalemini çıkardı...Bey dağları O kadar net ve canlıydı ki o sabah .Elini uzatsa dokunacaktı sanki.. XX Sevda , sabah erken kalkıp kahvaltıyı hazırlamayı planlamıştı ama Leyla ondan önce davranmıştı bu kez.Gözlerini ovuşturarak baktı Leyla’ya , başını garip diye sallayarak banyoya yöneldi. Balkonda ki masa kabuğu soyulmuş domates , sapları alınmış ve ortadan ikiye bölünmüş sivri biber , sıralı soyulmuş kabuğu ile taze salatalık ile süslenmişti. Peynir ,zeytin , tereyağı ve haşlanmış yumurtalar ile çok güzel görünüyordu.Çay bardakları özenle dizilmiş , ekmek dilimlenmiş ve kızartılmıştı. - Leyla?..Bunları sen mi yaptın ? - Güzel görünüyorlar değil mi? - Canımsın..Güzel de ne demek muhteşemler.Ama sen ..Yani genellikle..Hele salı sabahları... - Misafirimiz var kız..Hadi çene çalmayı bırak ta uyandır yeni kızları , ekmekler soğumasın. Zorluklarla dolu bir anın güzel yönetilmesi işte böyle bir şey .Leyla’yı en çok bu sevecen ve koruyucu karakteri yüzünden seviyorum..Büyük yatak odasının kapısını hafifçe tıklattı sonra yavaşça açarak yataktaki anne ile kızını seyretti.”İstedikleri kadar , yani hep kalabilirler , bunu sadece söylemek değil onlara yaşatmamız da gerek.”.. Yatağın baş ucuna geldi yere diz çöktü ve annesine sarılarak uyuyan Gizemin sırtını okşadı.Sonra saçlarına gitti eli..Kendisi Çocuk yapmak istememişti.Kocasının en çok istediği şey olan çocuk için henüz erken demiş ve uzayan bu süre işi ile olan ilgisinin yoğunluğu evliliğini bitirmişti.Kardeşi ise evlenir evlenmez Gizeme hamile kalmış ve işte abla evine dönmüştü.Hayatı anlayarak , bilerek yaşamak zor ama şart diye düşündü.İşte bu da öyle anlardan biriydi.Anlamak , bilmek ve yaşamak...Bir diğerinin beklentilerini bu hayatın içine eklemek...Galiba zor olan bu diye geçirdi içinden. -Gizem..Dedi fısıldayarak..Saçlarını okşuyordu.Bu kendiliğinden yaptığı bir sevgi ifadesiydi..Gizem uykulu gözlerle döndü , gülümseyerek Sevdaya baktı..Küçücük yüzünün ortasında kocaman siyah gözleri ile Tuğbaya nasıl da benziyordu.Eğildi burnundan öptü. - Kahvaltı hazır ...Kelebekler erken kalkar diye bilirdim..Ama bu kelebek çok uykucu. Hadi kalk..Anneni de kaldıralım.Bu gün hava çok güzel, güneş pırıl pırıl.. Tuğba da uyanmış ve yataktan doğrulmuştu.Sevda Gece kapıda ki mahçup ve ürkek ifadeyi gördü kardeşinin gözlerinde..Bir eli Gizemin saçlarındayken uzandı kardeşinin saçlarını öptü.Kokladı...Şimdi artık kardeşi gibi kokuyordu..Hayat bir gecede değişmiş , farklı bir kapıdan geçilmişti sanki.İşte yine birlikteydiler..Annesi babası yoktu bu kez ama Leyla ve Gizem vardı. - İyi ki geldiniz ..Kendimi çok yalnız hissediyordum. dedi. Tuğba ablasının sıcak sevgisini içinde hissetti. - Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum abla dedi , fısıltıyla.. - Saçmalama . hadi kalkın artık Leyla hayatının kahvaltısını hazırlamış. Eğer ekmekleri soğutursanız sizi kızartacak.. Gizemi kucakladı ve yataktan çıkardı.. - Pembe gecelikli kelebek seni..Annesi kılıklı..Koş elini yüzünü yıka.. - Ben yıkadım.. - Nasıl yani?. - Sabah çok erken kalktım..Hepiniz uyuyordunuz.Tuvaletim gelmişti.O zaman yıkadım.. -O sayılmaz..Sonra yine uyudun..Yine kalktın..Yine yıkayacaksın..Koş...Annenden önce kap banyoyu. Koşarak banyoya giden gizemin ardından sevgiyle bakan iki kardeş , aynı sevgi dolu ifadeyle birbirlerine baktı ve Sevda , Tuğba’nın gözlerinde ki parlaklığın göz pınarlarından boşalmak üzere olan göz yaşları olduğunu anlayınca kalkarak kapıya doğru yürüdü .. - Hadi Tuğba , hadi tatlım..Sende kalk.. Balkondayız.. XX Deniz o kadar sakin ve pırıltılıydı ki Toros dağları bile ışığa bürünmüştü.Muhteşem görünüyor diye düşündü Mehmet..Bu ışığı içimde hissetmek ve onu kağıda dökebilmek isterdim.Öyle bir resim yapmalıyım ki sadece ışık olsun , ışığın hafifliği ve ağırlığını çizmeliyim.Antalya da bunu yaşamak çok kolay.Geçen hafta kara bulutların ağırlığı altında eziliyordu her şey..Toroslar bile..oysa bu gün ...Güneş …Işığın kaldırma , her şeyi hafifletme gücümü var ne?...Her şey hafiflemiş gibi..Deniz kabarıp sarı çınara ziyarete gidecek gibi..Bakırtepe her zamankinden beş yüz metre daha yukarıdaymış gibi görünüyor.Yapabilecek miyim acaba?..Hah işte bu benim istediğim resim diyebilecek miyim.Işığın ağırlığını resmedebilecek miyim.?...Mehmet karakalem çizimine bir kez daha baktı..Resim defterini katladı çantasına koydu .Kalemini kalem gözüne attı masadan kalktı.İçtiği çayın ücretini ödemek için garsona doğru yürüdü.Bu gün her salı olduğu gibi Balık pazarı burcu ile randevusu vardı..Yarım kalmış bir iş rahatsızlık veriyordu..Başka bir şeyler var sanki diye geçirdi içinden.Beni balık pazarına çeken başka bir güç..Yarım kalmışlıktan öte , farklı bir şey...Yürüme yolundan Akdeniz’i ve şehrin silueti ardında yükselen dağları seyrederek yürüdü. XX Evden çıkmak için ayakkabılarını giyen Sevda ,Leyla’nın kesin emir tonlamasını duydu - Sevda , şapkanı unutma..Bu gün hava sıcak olacak gibi. - Olur anneciğim..Tanımadığım erkeklerden de uzak durayım mı?.. - Kesinlikle ..On emrin birincisi O zaten...Erkeklerden uzak durulacak. Atatürk evinin önüne geldiğinde yüzünde hala evden çıkarken yaşadığı konuşmaların etkisi vardı.Pırıltılı bir gün ve gülümseyen bir genç kadın..Karşı kaldırımda yürüyen ve kendi aralarında şakalaşan liseli gençler hayranlıkla izlediler Sevdayı..Oysa alımlı , kendinden emin bu güzel kadın iç dünyasında her şeyden uzaklaşmıştı .Özellikle de erkeklerden.. XX Balık pazarı burcu sıradan bir gün daha yaşıyordu.Taksiciler köşede çınarın altında oturan ve Her gün orada olduğunu bildikleri ve kendilerine sıradan bir taş yapıdan fazlasını vermeyen burcu çizen adama bakıp kendi aralarında konuşuyorlar , balık pazarında ki fırın her zaman olduğu gibi mis kokuları ile önünden geçeni içeri çağırıyordu.Sevda Fırının önünden geçerken bu kokuya kayıtsız kalamadı ve içeri girdi. Ali iç tarafta fırın bölümündeydi.İçeri birinin girdiğini ayak seslerinden anlardı bir kadın müşteri olmalıydı.. “Geliyorum “…Diye seslendi.Sevdayı gördüğünde tanıdı hemen geçen hafta şu halıcının çizimlerini yapmıştı.Tezgahtar bütün ayrıntıları bir çırpıda anlatmıştı.Ali’nin getirdiği çayı karıştırmasını bitirmeden , güzel kadının hikayesini bitirmişti.Güzel bir kadın ..Diye geçirdi içinden… -Buyurun hoş geldiniz. - Çok güzel kokuyorlar , dayanamadım .Nasıl yapıyorsunuz bunları bilmem..Benim yaptıklarım hiç bu kadar güzel kokmuyor.Hoş ben üzümlü kek filan yapamam ya.. - O zaman size üzümlü kek vereyim.Biraz önce çıktı fırından.Hayranları da çoktur üzümlü kekimizin.Mesela şurada duran ressam Özellikle üzümlü kek için gelir buraya. ....Sevda yine istem dışı olarak baktığı yerde O nu görünce çok şaşırdı.O adam yine oradaydı ve...Demek ressamdı.Burcun resmini çiziyordu..Çınarın altına oturmuş dizlerinin üstünde duran resim defterine çizim yapıyordu .. - Çay da ister misiniz.. Yüksek sesle ikinci kez tekrarlanan bu teklifle toparlandı Sevda , - Çay?..Çok güzel olurdu ama şimdi kalktım kahvaltıdan belki sonra , ama sizde çay olduğunu bilmem iyi oldu. - Ressam bey hep bir çay bir kek alır.Belki sizde seversiniz dedim.. - Severim tabii ama şimdi değil.Bende Burcu çizeceğim..Resmini değil ama kendisini.İlk günkü halini çizeceğim..Çay borcun var bana..Bunu hatırlatırım.. - Sözü bile olmaz her zaman .. O yöne bakmamalıyım..Yani en azından doğrudan doğruya bakmamalıyım..Oysa çizgilerini merak ediyordu..Yoksa kendisini mi?..Hadi canım sende , resim yapan bir erkek sokak başında durmuş tarihi bir burcun resmini yapıyor.Kafamda ki erkek tanımına hiç uygun değil.Merak etmem çok doğal..Şapkası gözlerini örtüyor olmalı baksam da göremem yani..Burcun içinden bakabilirim. Evet evet dur şu adamı dikkatli bir gözle inceleyeyim. - Günaydın….Nasılsınız?. - Günaydın….Sevda hanım iyiyim siz nasılsınız?. - Teşekkür ederim dışarıdan ölçümlere geçmeden içeride bir kaç noktanın yeniden ölçümlerini almalıyım . - Tabii buyurun ben içeride olacağım , rahat rahat çalışın. Harika , istediğim kadar inceleyebilirim adamı.Şu farklı görünen taşa da bir daha bakayım.Neredeydi O?.Batı köşesindeydi galiba.Bu yörenin taşı da değil sanki .Nasıl geldi buraya acaba?....Neden kondu oraya.? Taşın olduğu yere doğru yürüdü evet oradaydı.Sarı , yeşil damarlı firuze görünümlü değişik bir taştı.Bulunduğu yer açısından hiçbir farklı anlam içermiyordu ama dikkatli bir gözden de kaçamazdı.Devşirme olabilir mi acaba diye tekrar düşündü Sevda , ama çevrede buna benzer bir başka taş yoktu.Yakından inceleyip özel çizim almasının doğru olacağına karar verdi.Geri döndü vitrin camından Çınara doğru baktı.Görünmüyordu.Resim yapan adamın durduğu yeri kocaman bir halı örtüyordu.Vitrine doğru yürüdü halının kenarından baktı..İki yaşlı turist biraz önce orada oturup balıkpazarı burcunun resmini yapan adamın yerinde oturuyorlardı.Resim yapan adam yine yok olmuştu.Sevda ilk kez kendisine bu kadar çok kızdı..Resim yapan bir erkekle bu kadar çok ilgilenmesi onu şaşırttı.Bu konuda çocukça davranmış ve kendisine yakalanmıştı. XX Mehmet Fırından çıkan alımlı kadını göz ucuyla görmüş ve şapkasının altından dikkatli gözlerle onu izlemişti.Kadının orada durup resim yapan bir adamı fark etmemesini yadırgamıştı.Önünden geçen herkes , her turist yaptığı şeyi görmek için bir bahane bulurken bu kadının kendisini görmemiş olmasının mümkün olmadığını düşünmüş ve arkasından burcun içine girişini izlemişti.Güzel , uyumlu ve alımlı bir kadındı.Kendisini O’na fark ettirmesinin iyi olacağını düşündü.Fırıncı Ali ile kadını konuşmak üzere çizimini bırakıp Fırına doğru yürüdü ,Çay ve kek zamanı dedi kendi kendine. XX - Valla abi çok güzel bir kızdı Allah sahibine bağışlasın.. - Aman be Ali , güzelliğini filan sormuyorum.Benim de gözlerim var gördüğün gibi. - Yani ne bileyim ben gördüğümü söyledim.Görünen kısım güzel di abi. - Haklısın galiba..Demem O ki kimin nesi? Neci?.Ne işi var buralarda?.Ölçüm yapıyor filan dedi şoförler. - Haa O zaman başka..Korumacı hanım diyorlar ona..Kurul mu ne var ya hani şurada.Oraya da uğruyor bazen.Ama nerede çalışıyor bilmiyorum. XX - Kızlar ben geldim..Gizem , fıstıkım , kelebeğim...Üzümlü kek aldım size.. Gizem koşarak geldi kapıya ayakkabılarını yeni çıkarmış olan teyzesine öylesine içten sarıldı ki Sevda dengesini kaybetti ve düşmemek için olduğu yere oturdu.Göz göze geldiler bir an.Teyzesini yere düşürme korkusu yaşayan bu kocaman gözler sevgi doluydu.Daha önce hiç yaşamadığı bu duygunun akışını iliklerinde hissetmek de Sevdanın içini titretti.Annelik duygusunun ne denli güçlü olduğunu ve saf sevgiyle beslendiğini o anda anladı.Sıkıca sarıldı Gizeme ve “kelebeğim” dedi içten bir sesle.. - Neler yaptınız bu gün? - Hep evdeydik.Hiç dışarı çıkmadık. Çok canım sıkıldı.Annem de durmadan ağladı Sevda teyze. - Güzel kuşum benim. Ben şimdi konuşurum onunla.Sakın üzme kendini burada birlikte çok mutlu olacağız.Her istediğimizi yaparız.Gezeriz , eğleniriz istersen okula da gidersin.Ama en çok oyun oynar eğleniriz. - Masal da anlatır mısın? Sevdanın kavrayamadığı bir andı bu.Oysa her şeyi düşündüğünü sandığı anlardan birisiydi .Gizemin sorduğu ve hiç beklemediği bu soruyla irkildi.Hayal dünyasını zayıf bırakan bir hayat sürdüğünü kavradı…Soluk renkli bir hayatı olduğu birdenbire geçti aklından ve anladı ki Gizemle her şey çok farklı olacak . -Anlatmaz mıyım ? tabii ki anlatırım..Ama bak uyarmadı deme benim masallarım başka masallara benzemez. - Yaşasın diye bağırdı. Gizem..Seni çok seviyorum Sevda teyze... Tuğba salonun kapısına gelmiş onları seyrediyordu.Gözleri kızarmış ve şişmişti. - Yapma Tuğba..Lütfen yapma..Üzme kendini..Hadi üzümlü keklerinizi alın balkona geçin ben de üstümü değiştirip geliyorum. XX Akşam yemeğinden sonra yürüyüşe çıkma fikri Leyla dan geldi.Okul ve sınıf gürültüsü , gün ışığında kalabalıkların aktığı yollar artık sakin ve sessizdi.Bu sakin Dünyayı hissetmeye ihtiyacı vardı hepsinin.Işıklar caddesi yeni yüzü ile daha aydınlık göründü gözlerine.Sokak çalgıcıları figürleri farklı bir hava ve kimlik getirmişti caddeye ama henüz hepsi de çok yabancıydı bulundukları yere. - Tarih ; taş , metal ve hurda yığını değil. dedi Sevda. - Bana tarih deme . dedi Leyla." Hiç olmazsa akşamları tarih konusundan uzaklaşayım. - Seninki tarih değil zaten ,saçma sapan içi boş laflar , ezberlenmesi için yazılmış bir yığın gün , ay , yıl ve isim. - Ne güzel özetledin..Senin kendi tarihin var galiba. - Olsa ne güzel olurdu.Size şu taşların hikayesini anlatabilseydim , hepimiz kendimizi bu şehre daha yakın hissederdik. Caddenin yapım çalışmalarında toprağın neredeyse yarım metre altından kocaman taşlar çıkmış ve taşları müze ekibi incelemişti.Çalışmalarında bu yapının şehrin sur dışında yapılmış su kanalları olduğu anlaşılmıştı.Bir kısmı açık bırakılan bu kanal ve taşları O kadar buraya aitti ki .Oysa hemen yanı başında ki kurbağa korosu figürleri şehirli olmamanın garipliği içinde, geleni geçeni seyrediyorlardı.Yine de çok hoşlar dedi Sevda içinden.Yakında Onlar da şehre alışır , şehir de onlara.. Gizem fırfırlı eteğini savurarak önlerinden yürüyor zaman zaman sadece kendisinin duyduğu bir melodiye eşlik eder gibi dans ediyordu.Kardeşinin koluna girdi Sevda ve vücudunu ona yasladı.Hayatı , suçluluk duymadan yaşamayı başarmalıydı..Kardeşinin hayatı suçluluk duymadan yaşaması için yapması gereken her şeyi yapacağına söz verdi kendine.Hem Gizem hem Tuğba artık onun hayatının bir parçasıydılar..Atatürk caddesinden üç kapılara doğru yürüyorlardı. XX Mehmet geceleri Antalya nasıl görünüyor hiç düşündün mü? diyen arkadaşından aldığı bu garip fikirle gece Antalya yı çizebilir miyim diye düşünmüş ve Üçkapılar’ın , Antalya’nın görkemli çağının gece resminin nasıl olacağını görmek istemişti.Şişçi Mustafa da yemeğini yemiş üçkapılar’a doğru yürüyordu..Karakaş caminin önünden bakmak istedi kapılara..Yolun karşısına geçti.Tramvayın zili onu orta bölümde durdurdu.Döndü üç kapılara baktı.Gece aydınlatması biraz daha esrarengiz ve ürkütücü yapmıştı kapıyı.Tramvay geçince Karakaş camisinin duvarına verdi sırtını tek tük turist vardı ortalarda..Birde üç kadın ile bir kız.Üçkapılar’a bakıp kendi aralarında konuşuyorlardı. XX Leyla Hadrianus kapısı olarak yapılan ve döneminde doğu kapısı olarak çok kullanılan kapının gece görünümüne hayranlıkla bakıyordu.Oysa her gün , gün ışığında gördüğü bu kapıyı kale içine girip çıkmayı kolaylaştıran bir yol olarak görüyordu. - Çok uğraşmışlar mıdır sence Sevda?... - Ne için?.. - Yapmak için tabii.. - Yol aksları zaten varmış , şehrin doğu çıkış kapısıymış.Sadece kapıyı büyütüp burçlarla güçlendirmişler.Çok uğraştıklarını sanmıyorum.Roma kralı Hadrianus un şehre gelişinin anısına şehir halkı tarafından yaptırılmış.İki katlı görkemli bir şeref takı olarak düşünülmüş.İmparatorun ve ailesinin heykellerinin olduğu düşünülen ikinci kat ve heykeller bu güne gelememiş. - Kuleler birbirinden farklımı ne.? - Soldaki Roma dönemi eseri.Sağdaki Selçuklu eseri.1.Alaeddin Keykubat döneminde yapılmış.Orijinali yıkılmış olmalı.Gizem, beğendin mi? - Çok büyük..O zaman insanlar uzun boylu muydular?.. - Canımsın sen..Arabalar ve at üzerinde şehre girenler için yüksek yapılmış olmalı. - Kapıdan geçmek istiyorum... Gizem , hiç kimsenin müdahale edemeyeceği bir hızla kapıya doğru koştu.Tuğba donup kalmış kızının bu ataklığına şaşırmıştı.Leyla dur yavaş bekle bizi derken Sevda aynı hızla hareketlenip elini yakaladı Gizemin.Hep birlikte gururla geçtiler kapıdan.Sonra tekrar geçtiler...Camdan köprünün gece aydınlatılmış hali gündüzden daha güzel görünüyordu.. XX Mehmet , Karakaş camisi önünden , bu dört kızın şehirle bir araya gelişini şehri kendilerince yaşamalarını ilgiyle izliyordu.. XX Gizemin hayatı annesinin aldığı bu kararla hızlı bir değişim geçirmişti.Leyla yı en çok düşündüren Gizemin kendileri için aldığı bu kararı nasıl karşılayacağı ve babasından uzakta sağlıklı olarak büyümeyi başarıp başaramayacağıydı.İç çatışmalarının büyüklüğü ve kocasının bu duruma bile ilgisiz kalması ona bu zor kararı alması için güç vermişti.Kocası Kendisi ile ilgilenmiyor geceleri eve gelmiyor ve kızının böyle bir ortamda büyümesine karşı da ilgisiz kalıyordu.Yani aslında yalnızca kendisini değil kızını da terk etmişti.Alınması en zor kararı almasında işte en çok bu durum etkili olmuştu.Hem kendi hayatı hem de Gizemin geleceğinin olabilmesi ancak alınması bu zor karar ile mümkün olabilirdi.Geldiklerinden beri bir kez bile aramamıştı kocası.Belki daha farkına varmamıştır dedi kendi kendine. sıkıntılı bir gülücük yapıştı dudaklarına.Akşam yürüyüşü Gizem için çok iyi olmuştu.Hayatı birlikte yaşayacağı insanlarla yeni şehrini tanımaya başlamış ve galiba inanılmaz bir hızla uyum sağlamıştı.Ama geride bıraktıkları hayatları ve babası hakkında tek bir soru bile sormamıştı.Banyo da birlikte temizlenmişler , Leyla kızının saçlarını taramıştı.Yürüyüş sonrası yatağa yattığında Gizem hemen uyumuştu.Tuğba, bu iç hesaplaşmanın ağırlığı ile sıkıntılıydı.Gizeme döndü, saçlarını okşadı eğilip hafifçe öptü.Yüzünde benim de artık bir hayatım var gülücüğü ile diğer yanına döndü.İş bulup çalışmalı ve Gizemi okula göndermeliydi.İlk fırsatta bu yeni durumu Gizem ile konuşacaktı. XX Eski görünümlü kapının zilini çaldığında içini garip bir titreşim kapladı.Sanki zilin çalmasını sağlayan elektriğin bir kısmı ona akmıştı.Kapı sert bir ses çıkaran otomatik açma sistemi ile açıldı.Apartmana girdi karşıdaki ilk kapı açılmış ve genç bir kız O’na kimi aramıştınız dercesine bakıyordu.Sessizlik ve kendisinin ilk konuşmayı yapma zorunluluğu biraz daha rahatsız olmasına neden oldu. - Özür dilerim rahatsız ettim , Ben Adalya kolejinden öğretmen Mehmet , Ertuğrul Emin beyle görüşecektim kendisinden telefonla randevu almıştım.. - İçeri gelin .Sizi bekliyor. Mehmet Mimarlar Odasından telefonunu bulduğu kişiyi aramış ve görüşmek istediğini söylemişti.Telefonda ki ses önce oldukça kuşkucu ve sorgulayıcı davranmış ve uzun bir konuşmadan sonra bürosunda görüşmeyi kabul etmişti. Antalyalı mimarın Bürosu bir evin salon bölümündeydi . Çalışma masası ve dört misafir koltuğu vardı.Yorgun görünen bir yüz ifadesi ile kendisine bakan adam kitaplarla dolu masanın arkasında kaybolmuştu.Mehmet bu görüntüyü beklemiyordu . Bir an şaşırdı ve “ Ertuğrul bey” dedi.. - Buyurun , hoş geldiniz.Oturun şöyle dedi Ertuğrul Emin .Kendisine uzatılan eli sıkarken. - Sizi rahatsız etmek istemezdim , bu kadar yoğun bir çalışma içerisinde olduğunuzu bilseydim ısrar da etmezdim. - Önemli değil benim için de bu tür kaçamaklar iyi oluyor.Antalya Valileri üzerine bir kitap hazırlıyorum .Sonuna geldikçe biraz daha geriliyorum.Buyurun sizi dinliyorum bir şeyler içer miydiniz? - İçmesem?. - Hayır hayır bir şeyler içelim . - Ben bir çay içeyim eğer varsa. Ertuğrul Emin kapıda bekleyen genç kıza dönerek , - Kızım bana ve beyefendiye çay getir.. XX Sandığımdan daha uzun sürecek bu iş.Taşların özellikleri ve farklı boyutta olmaları ölçü alımında ki sıkıntılar yapıyı bir türlü dengede tutamıyorum.Zemin ölçümlerinin Güney - doğu bölümünde yanlışlık var gibi.Henüz başlamadığım üst kattaki kemer ve burç ölçümleri var.Bu sabah tekrar ölçü alıp Müzeye öyle geçeyim.Orada ki insanlarda amma beceriksiz kız diyecekler.Zemin planını bitirmeliyim bu gün.Sevda doğruca Balıkpazarı burcuna yürürken canını sıkan bu durum yüzüne yansımıştı XX. - Demek Antalya resimleri çiziyorsunuz. - Evet . Geçen ay başladım. Henüz bir kaç resim yapabildim.Sıkıntım yaptığım resimlerin daha önce yapılanlardan çok fazla farklı olmaması.Yani resimlerimde bir şeylerin farklı olmasını istiyorum.Bunun içinde resmini yaptığım yerlerin varsa hikayelerini bulmak istedim.Sanki resmini yaptığım yerin bir hikayesi varsa ve bunu resme yansıtabilirsem gerçek Antalya’yı çizmiş olacağım .Yani Antalya’nın gerçek kimliğini resmetmek istiyorum.Görünüşünü değil.Tabii başarabilir miyim bilmiyorum.Çalıştığım Kolejin müdürü bana sizden söz etti.Kitaplarınızdan.Beni yanlış anlamayın ama kitaplarınızı bulamadım.Sizi bu yüzden aradım. - Düşüncenize katılıyorum.Bence de haklısınız.Resmi fotoğraftan ayıran şey duygudur.Resimleri farklı kılan sadece ressamın duyguları değil varsa resmi yapılan şeyin hikayesidir.Üzgünüm ama istediğiniz kitabın ilk baskısı kısa sürede bitti.İkinci baskı için hazırlıklar tamam gibi .Size yardımcı olmak isterim. Ertuğrul Emin masasından kalktı arkasında ki kitap yüklü kitaplıktan bir kitap aldı ve Mehmet e uzattı. - Size bir arkadaşım için ayırdığım kitabı verebilirim ama en kısa zamanda geri getirmeniz kaydıyla . - Çok naziksiniz.Bana sadece bir hafta vermenizi rica ediyorum kitabı size getireceğim. Kitap Antalya kenti kalesinin tarihini anlatıyordu.Mehmet’in içine tarifsiz bir sıcaklık doldu.Çayından son bir yudum daha aldı ve İzin isteyerek kalktı. XX Bütün gün üzerinde çalıştığı çizimleri bitirmişti.Burç nihayet zemine basmıştı.Göründüğünden daha güzel bir yapı olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.Burç Çok yıpranmıştı. Restorasyon sırasında ticari kullanım için bazı zorlamalar yapılmış olduğunu gördü.Farklı Yüzyılların farklı ihtiyaçları diye düşündü.Yine de en iyi korunan kapı burcu olarak bu güne kalması çok önemli dedi.Uzandı kitaplığından Attalei krallığı ile ilgili bir kitabı alarak okumaya başladı.Nedense aklına Gizem geldi.Tuğba iş aramak için evden çıkmıştı Küçük kız evde yalnız kalmamalı dedi, kitabı bıraktı telefonuna uzandı ve Tuğbayı aradı. - Tuğba .neredesin canım? - Yoldayım abla eve gidiyorum. -Nasıl geçti görüşmen?. - Biri bir diğerinden kötü..Moralim bozuldu. - Sıkma canını, Gizemi merak ettim evde yalnız kalması beni endişelendiriyor. - Leyla abla ben çıktıktan hemen sonra geldi eve . Merak etme ben de birazdan evde olacağım . Akşama ne yapalım?.Canın bir şey istiyor mu? Benim aklıma hiç bir şey gelmiyor. - Leyla evdeyse merak etme akşam yemeğini çoktan çözmüştür.Bende birazdan çıkacağım..Görüşürüz tatlım.Hoşça kal. XX Antalya çok daha eski olmalı.Attalos daha eski bir uygarlığın üzerine kurmuş olmalı kendi şehrini.Sanki iki ayrı şehir var gibi.Kuzey ve batı kapısı ayrı bir şehir merkezinin , Hadrianus ve güney kapısı ise bir diğer şehrin kapıları gibi duruyor.Balık pazarı burcu ise iç koruma noktası olarak iki şehrin kapısının birleştiği noktada kurulmuş.Kuzey kapısı ve Hadrianus kapıları Balık pazarı burcunda birleşiyor.Doğu Attalei , tersanelerin bulunduğu ve gemi yapımında gelişmiş bir şehir.Batı Attalei ise ticaret merkezi.Yükleme ve zindan kuleleri ile gelen gemilere ve esir tayfalara göre düzenlenmiş.Oldukça canlı ve güçlü bir hayat olmalı O günlerin Antalya’sında.Bu düşüncelerle kendi kendine konuşarak yolda yürüyen Sevdanın kafası giderek karışıyordu.Neden olduğunu bilmediği bir şekilde üzerinde hiç konuşulmayan sanki hiç olmamış gibi davranılan yıllarını düşünüyordu Antalya’nın.Oysa sadece surları burçları ve kapıları değil insanları da vardı şehrin.Aşkları , özlemleri geçmişi ve geleceği ile bu günkü şehirden çok da farklı olmamalıydı.Çantasından çıkardığı anahtarla kapıyı açıp eve girdiğinde kurtuldu bu düşüncelerden.Gizem televizyonun karşısından kalkmış koşarak kapıya gelip Sevdanın boynuna sarılmıştı.İkisinin de anlamadığı ve üzerinde hiç durmadığı ama olmasından dolayı büyük keyif aldıkları bir bağ oluşmuştu aralarında.Yanağını teyzesinin yanağına yaslayan Gizem hiç hareket etmeden durdu saniyelerce.Sevda şaşkın ama çok mutluydu bu sevgi gösterisinden.Aynı içtenlikle yanıt verdi Gizeme. - Çok mu sıkıldın kelebek? - Leyla teyzem dizi seyretti..Ben çizgi film izlemek istedim ama.. - Yerim senin güzelliğini.Sakın onun izlediği dizileri izleme.Ben sana çok güzel masallar anlatırım.. - Anlatır mısın? - Tabi anlatırım.Ama O kötü dizileri izlemek yok..Söz mü? - Söz..Ama uzun masal olsun.Hemen bitmesin. - Diziler gibi mi?...Akıllı kız..Peki olur , uzun olur.. - Yarın denize gidelim mi? .Tuğba ile Gizem biraz güneş görmeli bence. - Şimdi kavga başlayacak..Lara mı Konyaaltı mı? - Yaa Konyaaltı kalabalık oluyor taşlı filan.. - Dedim size.. - Leyla abla bizim için hiç fark etmez , nereye isterseniz oraya geliriz. - İşte benim kardeşim be.Çatla sen Sevda..Lara plajına gidiyoruz kızlar yarın sabah erken kalkıyorsunuz. Televizyonun karşısında kanepede uzanan Sevdanın yanına sokulan Gizem yarı uykulu film hakkında sorular soruyordu.Sevda onun sadece konuşmak ve iletişim kurmak istediğini bildiğinden sakin ve sabırlı bir şekilde cevaplıyordu soruları.Kısa bir süre sonra sorular kesildi ve Gizemin derin ve düzenli nefes alışları duyuldu.Sevda gizemi kıvrıldığı yerden çekti.Önüne uzattı, başını yastığa dayadı ve sarılarak filmi izlemeye devam etti.Farklı bir mutluluğu tadıyordu Gizem ile..Anneliğin tarif edilemez tadını.. XX Güneş yükselmeden Plajda olma fikri Leyla’nındı.Hepsi O’na uyduğu için hiç bir tartışma hiç bir sorun yaşamadan Plaja erkenden ulaşmış ve deniz kenarında şezlonglarına yerleşmişlerdi.Tuğba hem kendisi hem de Gizem için tedirgindi.Sert güneşin kendilerini çarpmasından yanık derecesinde kızarmaktan ve denizden korkuyordu.Sevda gazetesini açmış vücudunu güneşin sıcaklığına bırakmıştı.Leyla havlusu omuzun da denize koşmuş , Gizem ne yapacağını henüz kestirememişti.Annesinin yanında onun komutları ile oturduğu kumun üzerinde etrafı seyrediyordu.Leyla’nın ısrarlı çağrıları karşısında Gizemin elinden tutarak Kıyıya yürüdü ve dalgaların ıslattığı sert kumun üstüne oturdular.Dalgaların getirdiği serinlik içini ürpertmişti.Gizem ıslak kumlarla kale yapmaya başlamıştı.Her gelen dalganın onu bozmasına aldırmadan . Dalgalarla mücadele edercesine kalesini korumaya çalışıyordu.Leyla açıktan el salladı ve sonra hızla kıyıya doğru yüzdü.Tuğba ile Gizemin yanında karaya çıkıp onların yanına attı kendini.Bütün bir haftanın zorluğu gerginliğini denizde bırakmıştı. Mutlu bir yüz ifadesi ile denizin ve Antalya da yaşamanın keyfini güneşin sıcaklığı ile birlikte vücudunda hissetti. - Hadi Sevda sende denize gir bak Tuğba senin yüzünden girmiyor. - Her şeyin sorumlusu benim zaten.Ne çılgın kızsın sen ya .Hadi Tuğba gel girelim denize de rahatlasın şu deli kız. - Peki ya Gizem?.. - Ne demek O?..Tabii ki Gizem de girecek bizimle birlikte. - Koş Gizem atla denize.. - Leyla abla lütfen.Korkuyorum.. - İyi de sen korkuyorsun Gizem korkuyor mu?... Hayır.Gel annesinin kuzusu gel ver elini bana yüzelim biraz.Sevda Tuğba’nın elinden de sen tut. - Daha bunlar hiçbir şey değil.Ne çılgınlıkları vardır O’nun bilmezsiniz.Gel Tuğba korkacak bir şey yok , kıyıda batıp çıkarsın. Gizem Leyla’nın boynuna sarılmış suyun soğukluğu ve örtücülüğünden ürpermiş ama hoşuna giden bu farklılık nedeniyle sadece kesik kesik nefes alıyor ve ileri doğru atılan her adımda Leyla ya biraz daha sıkı sarılıyordu.Sevda dikkatli gözlerini onlardan ayırmadan Tuğba’nın cesaretini arttırmaya çalışıyordu.Deniz bellerine kadar yükselmişti.Sevda Tuğba’nın çömelerek suya oturduğunu görünce hızla ve sessizce suya daldı.Suyun altından Leyla’nın ve Gizemin olduğu yere doğru yüzdü.Gözlerini açtığında Leyla’nın bacaklarını gördü ve yavaşça dokundu...Sonra da Leyla’nın yüzünde ki korkuyu görmek için hızla yüzeye çıktı.Leyla ne olduğunu anlamadan önünden çıkan bu şeyin Sevda olduğunu görünce her zaman ki küfürünü savurdu.Hiç bir şeyden haberi olmayan Gizem bu ani çıkış karşısında çok korkmuş ama yüzüne sıçrayan suların akması ile Sevdayı görünce bu oyunu çok sevmişti.Bir elini Sevda bir elini Leyla tutmuş sahile doğru yüzdürüyorlardı.Gizem başını suyun üstünde tutmak ve ayaklarını çırpmak için çok gayret sarf ediyordu.Hepsi de daha önce olmadığı kadar çok mutluydular ve çok eğleniyorlardı. Gün dönmeye başladığında sahilde uzun bir yürüyüş yapmak üzere üstlerine ince birer bluz giydiler. ıslak kumların üzerinde ayak izlerini bırakarak kimi zaman koşarak kimi zaman kumlarda yuvarlanarak yaptıkları bu yürüyüşün en heyecanlı kısmı açık denizde gördükleri yunuslardı.Gizem bu kocaman kara balıkların ne yaptığını önce anlamadı ama sonra birlikte oyun oynadıkları ve büyük denizlerde sürüler halinde gezdiklerini öğrendi Leyla dan.Onları yakından görmeyi ve onlarla oynamayı çok istedi.Tuğba,Sevda ve Leyla bu istek karşısında bir an şaşırdılar.Önce Leyla kavradı durumu. Gizemin arkadaşsız yaşamasının doğru olmadığını düşündü.Harika bir fikir dedi Gizem’e sana büyük bir arkadaş gurubu bulmalıyız.Bir kreşe kaydettirmeliyiz Gizemi dedi Sevda.Derhal bir iş bulmayım diye kızdı kendine Tuğba..Bir anda akıllarından geçen bu düşünceleri hiç açığa vurmadan hepsi birlikte gülerek geri döndüler. XX Akşam yemeğinden sonra güzel yaşanmış bir günün ağırlığı çöktü üzerlerine. Leyla televizyonda ki en sevdiği diziyi bile izlemek istemedi.Hayatı istediği gibi yaşamak onu bir yığın saçma hayatların yaşandığı diziden uzaklaştırmıştı.Tuğba Gizemin kısa saçlarını tarıyor ve iki taraftan lastik tokayla kuyruk yapmaya çalışıyordu.Kısa saç , kısacık kuyruklar , kocaman gözler Gizemi daha bir sevimli gösteriyordu.Sevda gazetenin kültür ekinde yeni çıkan romanları okurken , Gizem annesinin kucağından kayarak indi ve Sevdanın yanına oturarak okuduğu sayfaya dikkatlice bakmaya başladı.Sevda gazeteyi kenara koyarak , kendisi ile konuşmak isteyen Gizemi sevgiyle kucakladı. - Bu gün çok eğlendik.Haftaya yine yapalım ister misin?. - Ama çok yoruldum. - Olsun.yaşamak yorulmak demektir zaten.Yorulmadan yaşanmaz.Koşup oynamak , yüzmek atlamak zıplamaktır yaşamak. - Yunuslarla yüzmek isterim ama. - Onlar denizde sen karada yaşıyorsun.Onlarla birlikte olmak onlarla oynamak mümkün ama özel havuzlarda.Açık deniz bizim için çok tehlikeli. - Ama onlar oynuyorlardı. - Evet.Onlar denizde sen karada oynarsın.. - Bana masal anlatacaktın hani.? - Haklısın.Söz yarın anlatacağım.Şimdi hepimiz çok yorgun görünüyoruz.Hadi hep birlikte yatalım.Yarın işler bizi bekliyor olacak.. Kocaman bir öpücük kondurdu gizemin yanağına. - Yarın bana Yunuslu masal anlatacaksın tamam mı?. - Bakalım ne li masal olacak..Hadi iyi geceler..İyi geceler Tuğba... XX Mehmet elindeki kitabı derslere de götürür olmuştu.Bazı sayfalarda ki çizimler onu kendine çekiyor bazı sayfalarda anlatılanlar bu günden başka zamanların varlığını ve yaşanmışlığını gösteriyordu.Mimari çizimlere bakarak bambaşka çizgiler çıkarıyordu artık ortaya.Bir şeyleri farklı yapabilmek için bir önceki çalışmanın üstüne bir şeyler koymak gerekiyormuş diye düşündü.Biriktirmek bu olmalı.Herkesin kendi kendine ve her seferinde yeni baştan keşfetmesi biriktirmek olmuyor.Biriktirebilmek için paylaşmak gerekiyor.Bir başkasının çalışmasından etkilenmek , bir başkasını anlamak ve bir başkasının çalışmasının üstüne bir şeyler koymak.Kültür birikimi ancak böyle mümkün olabilir.Daldığı derin düşüncelerden çalan ders sonu zili ile çıktı.Karalama defterine baktı..O güne dek hiç görmediği bir Antalya vardı kağıdın üstünde.Bir Selçuklu eserinin Rodos çiçekleri ile birlikte nasıl farklı ve güzel göründüğünü fark etti. XX Masa başı işi asla bana göre değil.Hayatın içinde geçmişe doğru gidebilmek bir arkeolog için iş başarısı , ama benim için sanki bir yaşam biçimi.Sadece mekanlar arası seyahat değil beni çeken.Zamanlar arası gitgeller sanki daha bir beni anlatıyor.Geçmişte yaşanan hayatlar , bugün yaşananlar ve gelecekte yaşanabilecek olanlar..Sadece bunu düşünmek bile beni heyecanlandırıyor.Bir nevi gariplik işte.Ama orada bir yer var.Bir şeyler var zamanın bir parçasında var olmuş .İnsanlarla birlikte bir çok şey yaşamış.Bunların bir sonraki kuşağa anlatılması gerek.Bence güzel ve bu günkü hayata yararlı olabilecek şeyler yaşanmış olmalı.İşte bu düşüncenin kendisi bile etkileyici. Çizimlerin içinde gidip gelen düşüncelerle yorulan Sevda masanın üstüne yığılan bedenini kaldırdı.Gerindi.Sırt kaslarını zorladı.Canı acıdı neredeyse.Camdan dışarı baktı Güçlü ışıkları ile Güneş artık Antalya daydı.İçi ısındı gözleri parladı.Ayağa kalktı pencereyi açtı.Derin bir nefes aldı.Işıklı Antalya havası onu kendine getirdi.Gizeme masal anlatma sözü verdiği geldi aklına.Hiç bir fikri yoktu.Bildik masalların dışında ne anlatabilirim ki diye geçirdi içinden.Kızdı kendisine.Bu kadar kendine kapanık yaşamak, hayatında başkalarına yer vermemek ,üstelik bunu kendine hiç öncelik tanımadan yapmak kötü hissettirdi.Akşam olsun bakalım dedi kendi kendine. XX Mehmet elindeki mimari çizimlerle dolu kitabı okudukça Antalya’nın kurulduğu yıllarının da insanlarca yaşanmış olduğunu fark etti.Birisi gelmiş de buraya şehir kurun demiş gibi bir hikayenin asla bir şehir kimliği olamayacağını yapılan evlerin , tersanenin , yükleme ve zindan kulelerinin hatta sur ve kale burçlarının şehrin kimliği olduğunu anladı.Artık bambaşka çizgiler çıkıyordu kaleminin ucundan daha kimlikli daha yaşayan çizgiler.Antalya için yapılacak ne kadar çok şey var diye geçirdi içinden. XX Gizem yüreği pır pır ederek bekledi Sevda teyzesini.Akşam olmak üzereydi.Sarı saçlı oyuncak bebeği Ayça’yı kucağından bırakmadan balkona yürüdü ve Sevda’nın geliş yönüne doğru Ayçayla birlikte baktılar. XX Balkonda ki Gizem mi?..Aman tanrım ..Beni bekliyor gibi.Canım benim.Çok güzel bir şey sevilip beklenmek.Farklı bir kimyası var insan ilişkilerinin.Bir çocuğun beni bekliyor olması çok farklı bir heyecan.Galiba masalı bekliyor ama olsun.Masalcı teyzesini bekliyor..Güzel kızım benim.. Kara kızı fark etti sonra Apartmanın girişinde O’da Onu bekliyordu.Islak kara burnunu uzattı Sevda’ya gözleri ışıl ışıl salladı kuyruğunu.Sevda gülen sevgi dolu gözleriyle cevapladı bu karşılıksız sevgiyi.Burada bekle beni dedi köpeğe.Hemen getiriyorum sütünü , kuru mamanı..Köpek olduğu yere oturdu.Aralarında anlaşılamaz ve anlatılamaz bir iletişim vardı.Ama nedense son günlerde daha seyrek uğruyordu kara kız. XX Gizem kapıyı açmış O nu bekliyordu.Sevinçle sarıldı Sevdaya.İlk kez,bir başkası tarafından öpülmeden, kendisine bana bir öpücük ver denmeden öptü bir başkasını. Sevda , kendisine verilen bu sevgi dolu öpücüğü mutlulukla aldı ve daha büyüğünü verdi Gizeme.Sarıldı , kucağına aldı birlikte girdiler eve.Karakız’ın süt ve kuru mamasını hazırlamak için mutfağa yöneldi Sevda... XX Mehmet son beş gündür her akşam yemekten sonra evinin yalnızlığında Antalya kenti kalesinin tarihini okuyor her seferinde bir başka ürperti ile tuvalin karşısına geçip sert çizgili burçlar ve garip dehlizler çiziyordu.Kendisi bile inanamıyordu bu yaptıklarına.Kitabı okudukça içine bir başka Antalya doluyor ve sonra bu Antalya , yani kendi Antalya’sı kaleminin , fırçasının ucundan gün yüzüne çıkıyordu.Sanatın gücünü , sanatçı olmanın farklılığını yaşıyordu.Yaptıklarının bu günün Antalya’sından çok farklı bir zamanın , farklı bir hayatın şehri olduğunu biliyor ancak her fırça darbesinde içinde biriken Antalya ya biraz daha yaklaşıyordu.Soluk soluğa kaldığı bir tuval çalışması daha bitmiş , Antalya’nın agorasında alış veriş yapan insanlar balık satan balıkçılar , bahçelerinde yetiştirdikleri sebze ve meyvelerin başında alış veriş yapanları bekleyen Antalyalılar çıkmıştı ortaya..Geri çekilerek bir daha baktı tuvale çizdiklerine , Balık pazarı burcunun önünde , hamamın hemen karşısında çınar ağacının altında bir pazar yeriydi sanki. XX Kanepede yine Sevdanın yanındaydı.Yemek masasında oturduğu yeri değiştirmiş teyzesinin yanında ki sandalyeye oturmuştu.Kendisinden yapması istenilen her şeyi düzgün bir şekilde yapmış hatta bu gece kendisine bir şeyler söylenmesine gerek bile kalmamıştı.Gizem yeni hayatına farklı istekler ve beklentilerle bağlanmıştı.Yemeğini bitirmiş sofranın toplanmasına yardım etmiş ve sonra doğruca Sevdanın yanına oturup vücudunun ağırlığını Ona verecek şekilde yaslanıp başını omzuna dayamıştı.Sevda saate baktı ve Gizem’e daha fazla haksızlık etmemesi gerektiğini düşündü.Aklında anlatacak hiç bir şey yoktu ama artık bu durumla yüzleşmeli ve sözünü tutmalıydı.Yarı uykulu gözlerle televizyona bakan Gizem’e " Hadi yatağa..Uyku zamanı " dedi.Gizem uykulu ama inatçı bir sesle, - Hayııır ....Masal zamanı. - İnanılmazsın Gizem ...Unutmuşsundur diyordum.Leyla bu kez de fırsatı kaçırmadı. - Kızlar teyzeye mi benzer Tuğba?.. - Galiba halaya benzerler ama Gizem de ablamın huyu çok belirgin….Sonra anladı Leyla’nın yapmak istediği şeyi…”Leyla abla kızdırma şunları lütfen.” - Hayatımda bir cadı vardı...İki oldular anacığım.İnatçı. Dediğim dedik .Hiç bir şeyi unutmayan .Kız yoksa Gizem de mi akrep?.Cevabı Gizem verdi. - Hayııır ben kelebeğim... Gülüşerek çıktılar salondan.Gizem yatağın üstüne oturduğunda kocaman gözlerini açmış Sevdanın yüzüne bakıyordu.Biraz önce yarı açık olan bu gözlerle yeni hayatını yaşamaya hazır görünüyordu. Sırtını yastıklara yaslayıp yatakta oturan Gizemin üstünü beline dek örten Sevda yanına oturdu ve sana bir Antalya masalı anlatacağım dedi. - Yunuslu olacak ama. - Onu da mı unutmadın.Peki ama söz veremem.Çünkü anlatacağım masalı ben de bilmiyorum henüz.Seninle birlikte bir masal yazacağız galiba. Gizem şaşkın ve kocaman gözlerini Sevdanın gözlerine dikmiş bekliyordu. - Pekala başlayalım o zaman..Sevda derin bir nefes aldı ve yumuşak bir ses tonu ile aklına gelenleri söylemeye yani aslında hiç aklında olmayan masalını anlatmaya başladı. “Bir zamanlar Antalya’ya Attalei derlermiş.Çok zengin bir şehirmiş.Kralı da insanları da çok zenginmiş.Bu yüzden korsanlar ve haydutlar buldukları her fırsatta şehre saldırır ve insanları öldürüp paralarını alırlarmış.Attalei kralı bu yüzden şehrin etrafına kocaman , kalın ve yüksek surlar yaptırmış.Surların dışına su hendekleri kazdırmış.Öyle ki şehre sadece üç kapıdan girilebilirmiş. Limana gelen gemilerle denizden ve şehrin kuzeyine ve doğusuna açılan iki büyük kapıdan.Limanda da doğu kapısında da nöbetçiler için burçlar inşa etmişler.Hani geçen akşam altından geçtiğimiz kapı gibi. Bu burçlar şehrin güvenliği için çok önemliymiş.Hiç kimse kralın haberi olmadan şehre giremezmiş.Tabii ki çıkamazmış da.Böylesine zengin ve güzel bir şehir herkesi kendisine çekermiş.Tüccarlar , sanatçılar , korsanlar.. - Tek gözleri kapalımıymış onlarında.? - Bazılarının kapalıymış.Bazılarının tahta bacağı olurmuş. kocaman şapkaları ve kılıçları da varmış.Ama bizim masalımızda korsan yok. - Yunuslar var ama .. - Evet yunuslar var.İşte bu güzel şehrin çok zengin insanlarının çok zengin ve kızını çok seven bir kralı varmış.Bu çok zengin ve güzel kızı için çok endişeli olan kralın en büyük derdi , güzeller güzeli kızını Likya kralının oğlu ile evlendirmekmiş.Ama Prenses öyle güzel öyle güzelmiş ki , her gören Ona aşık olur ve onunla evlenmek istermiş.Bu yüzden Kral , komutanı Alexis’e kızına hiç kimsenin yaklaşmamasını söylemiş.Eğer yaklaşırlarsa derhal yakalanıp cezalandırılmaları emrini vermiş... Sevda ,Hafiften canı sıkılan ve masalın gidişinden pek memnun olmayan Gizemin gözlerinin yine kocaman halini almasından doğru kişiyi yakaladığını anladı.Evet artık masalının ilk iki kahramanı belli olmuştu.Kızı için her türlü Kötülüğü yapabilecek zengin bir kral ile onun dillere desten güzelliği olan kızı. -“ Attalei Kralının Dünyalar güzeli kızının adı Printaymış..Printa o kadar güzelmiş ki Kral onu herkeslerden kıskanır ve saklarmış.Şehirde sadece onu koruyan bir dolu asker varmış.Kral prensesi herkesten saklamak için yüksek bir kule de inşa ettirmiş .Printa işte bu kulede yaşarmış.Prenses uzun sarı saçları ve kocaman mavi gözleri ile herkesi kendisine hayran bırakırmış.Aslında Printa’nın güzelliğinin ötesinde bir de sırrı varmış.Gözleri o kadar güzelmiş ki bu gözlere bakarak iyi kalpli prensesin içini görebilmek mümkünmüş.İşte bu yüzden Printa’nın gözlerine bakan herkes O’nun iyi kalpliliğini de görerek O’na hemen aşık oluyormuş.Kral bu durumdan çok rahatsız olduğu için Kızını O yüksek kulede yaşatıyormuş.Kuleden dışarı çıkarken de gözlerini örtecek şekilde ince bir tül ile süslü şapka takmasını emretmiş.Ama Printa’nın güzelliği ülkenin her yerine yayılmış.Attalei nin doğusunda yer alan Phyrgia krallığının genç ve yakışıklı oğlu Antes , Printa’nın güzelliğini duyunca hemen babasına koşmuş ve herkesin çok güzel dediği bu prensesi görmek istediğini ve eğer beğenirse de onunla evlenmek istediğini söylemiş.Ama babası bunun mümkün olamayacağını , Attalei kralı ile bir ticaret gemisi yüzünden anlaşmazlıkları olduğunu bu yüzden Kralın kendisine kızının yüzünü bile göstermeyeceğini söylemiş.Ama Antes’in , genç , zeki , cesur ve çok yakışıklı bu gencin kendine güveni o kadar fazlaymış ki babasının bu sözlerini hiç önemsememiş.Printa yı görmek için Attalei’ye gitmeye karar vermiş.” Sevda günün yorgunluğunu hissetmeye başlamışken Gizemin düzenli nefes alışlarını ve uyumak üzere olduğunu görünce masalı anlatmayı bıraktı .Yavaşça yataktan kalkarak odadan çıktı. XX Televizyonun karşısında elinde gazete ve bir bardak ılık sütü oturuyordu.Gazetede düzenli olmasa da okuduğu köşe yazarının yazsını okuyor eli bardağına gidiyor gözü televizyona kayıyor ama aklı az önce anlattığı masalın belirsiz kahramanları ile uğraşıyordu.Böyle bir hayat yaşanmış olabilir miydi.Kim bilir ne aşklar yaşandı , yaşanıyor ve yaşanacak diye geçirdi içinden.Birilerinin bir başkasını sevmesi onun için olmadık şeyler yapması çok güzeldi.Kendi hayatının en büyük eksiğini yakalamıştı.Masal bu dedi aklında durduğu gibi durmuyor.Gülümsedi ve bir yudum daha aldı sütünden. XX Tuğba üçüncü iş görüşmesinden mutlu döndü eve , Gizem’e iş bulduğunu artık çalışacağını söylemeden önce onun artık okula başlaması gerektiğini anlattı.Kendi yaşıtları ile oynayacak , koşup eğlenecek ve en önemlisi okuma yazma öğrenecekti.Şarkılar , danslar...Gizem için başka bir hayat başlayacaktı.Gizem sessizce dinliyordu annesini nedense aklı akşam Sevda teyzesinin anlatacağı masaldaydı.Prens ve prenses evlenecekler miydi?.Balkona çıktı Sevda teyzesinin geldiği yöne bakar şekilde oturdu sandalyeye.. XX - Tabii ki anlatacağım .Kuşum balığım...Başladık bir kere .İnan bana senin kadar bende merak ediyorum onları. Kafasını yana eğmiş kocaman gözleriyle Sevdaya bakan Gizem , bu yanıt karşısında şaşırmıştı ama dilinin ucuna gelen soruyu sormamıştı.Sevda teyzesinin bilmediği bir masalı anlatması nasıl olurdu ki.Göz göze geldiler , Sevda Gizem in bu masalı nasıl da çok önemsediğini anladı.Bilmedikleri bir masalın büyüsüne kaptırmışlardı kendilerini. - Neler çeviriyorsunuz siz ikiniz bakalım.? - Sevda teyzem bana masal anlatıyor. - Yakışıklı prens varsa bende dinleyeyim. - Aman Leyla, suyunu çıkarma her şeyin.Sen asıl Tuğba’nın bulduğu işi bir araştır bakalım neyin nesilermiş bir anlayalım. - Duydum sizi...Nesini merak ediyorsunuz Allah aşkına bir turizm firması sezon açılıyor eleman alıyorlar.Büro işi işte...Telefon filan. - Biz eşeğimizi sağlam kazığa bağlayalım da... Leyla’nın bu şakası onları kocaman kocaman güldürmeye yetti. XX - Sütünü içtin mi? - Evet , tuvalete de gittim..Hadi anlat. - Neyi anlatacağım?.Sen dün akşam uyudun kaldın.En son neresini hatırlıyorsun ki ? - Hiç de bile uyumadım.Prens , prensesi görmeye gidecek. - Ama babası bunu istemiyor.. - Olsun .Prens O...İsterse gider...Bence gidecek. - Öyle mi diyorsun..Bakalım gidecek mi.?Giderse de görebilecek mi?.. “Pyrgia krallığının prensi Antes , Attalei krallığının prensesinin güzelliğini duymuş ve hemen Phyrgia’nın batısında deniz kenarında kurulu bu şehre gitmeye karar vermişti.Babasının karşı çıkması üzerine , ben dağlara ava gidiyorum diyerek şehrinden ayrılmıştı.Prensin şehri de çok güzeldi.Her şey yetişirdi.Su o kadar boldu ki , hava o kadar güzeldi ki ne dikseler hızla büyüyüp bol bol ürün verirdi.Ama bütün bu güzelliklere rağmen şehrin en önemli simgesi güneş doğmadan önce gökyüzünde süzülen kartallar ve beyaz kanatlı şahinlerdi.Onlar avlarını çok uzaklardan görür ve bir şimşek hızı ile saldırılardı.Bu yüzden olsa gerek Prensin gözleri de çok keskindi.Öyle hızlı , öyle çevikti ki düşmana saldırdığında kılıcının hareketlerini görmek mümkün değildi.Cesur , kahraman ve yakışıklı bu genç herkesin öve öve bitiremediği prensesi görmek için bir sabah erkenden yola çıktı.Atını dağlara doğru yollayıp , kendisi yürüyerek batıya yöneldi.Pyrgia’da güneş denizden doğardı.Sırtını güneşin doğduğu yöne verdi ve batıya Attalei krallığına doğru yürüdü.Gök yüzünde süzülen kartallar onların biraz altında şahinler ve yerde de sağa sola koşuşturan tavşanlar vardı.Gür ormanların içinden geçti.Güneş yükseldiğinde uçsuz bucaksız bir düzlüğe ulaştı.Ormanları ve bol suları ile gürül gürül akan nehirleri geçtikten sonra önce denizi sonra da yüksek duvarları ile Attalei şehrini gördü.Güneş önüne devrilmiş şehrin arkasından batmak üzereydi.Koyunlarını otlatan bir çobana doğru yöneldi. Biraz dinlenmek ve biraz da prenses ile ilgili söylenenler ve şehir hakkında bilgi almak istedi.Çoban kendisine doğru gelen bu genç savaşçının silahları ve giysilerinin güzelliğinden önemli biri olduğunu anladı.Köpeğini yanına çağırdı , ve yabancının yaklaşmasını sağladı. - Uğurlar olsun oğul dedi.Nerden gelir nereye gidersin?. - “Phyrgia kralının oğluyum ben çoban” dedi Antes.”Attalei şehrine gidiyorum ,kralın kızını göreceğim.Herkes çok güzel olduğunu söylüyor O nu görmeden bir başkasını seçemem.” - İyi düşünmüşsün de kral oğlu dedi çoban gülümseyerek , bakalım O seni görmek isteyecek mi?...” - Görsün. - Gizem .. - Ama görsün..Niye görmeyecekmiş ki?. O prenses’se O da prens. - Annesinin akıllı kızı , fıstıkım , bir tanem ,kelebeğim.... Sabırlı olmalısın.Her şey kendi zamanını bekler. Eğildi yüzü asılan Gizemin gözlerinden öptü , kokusunu içine çekti ..Hadi artık uyumalısın sonra devam ederiz,iyi geceler.Gizem isteksizce uydu bu isteğe... XX Mehmet yalnız yaşadığı evinin büyük odasında düzenlediği resim sütüdyosun da kurulu üç tuval ile birden ilgilendiğine inanamıyordu.Üç farklı resim aynı anda yürüyordu.Farklı renkler farklı mekanlar aynı zamanda bir araya geliyor her fırça darbesinde geçmiş biraz daha bu günde oluyordu.Kitabı yazarına teslim etmişti.Artık kendi içinden çıkardığı bir zamanın Antalya’sını resmediyordu. Yaptıklarının her rengini beğeniyor , her desen , her figür ortaya çıktıkça yaptığı işten dehşetli zevk alıyordu.Gündüz koridorlarında sessizce dolaştığı okuldan eve geldiğinde bir değişim yaşıyor geceleri kurt adama dönüşen yaratıklar gibi hissediyordu.İçinde ki Antalya’yı bulmuş olmanın keyfini çıkarıyordu artık. XX Çok az kaldı Balıkpazarı burcunun üst katının rölevesini de çıkardım mı çizimleri tamamlarım.Koruma kurulundan bir merdiven istemeliyim. pek güvenli görünmüyor ama kuyruğuna geldim işin bir gün de bitirebilir miyim acaba.İn çık ta yapamam çok yüksek.Yanıma su ve meyve alırım bir de çikolata.Yardım istesem mi acaba?.Altında benim imzam olsun istiyorum.Akademik bir çalışmanın geçmişi geleceğe taşıyan güzel bir işin sonuna geldim.Biraz gayretle üstesinden gelebilirim .Çok az bir iş kaldı.Abartmamalıyım.Dağılmadan , yılmadan çalışmalı ve bitirmeliyim bu işi. Sevda masasının üzerinde ki çizimler ile ilgilenirken bir taraftan da Perge yani Phyrgia kralını oğlunun prensesle görüşmesini nasıl ayarlayacağını düşünüyordu.Bunun için bir yol bulmalıydı. XX “Hele bir yudum su iç oğul ..dedi çoban ,Prens Antes’e.Biraz soluklan sonra konuşuruz. Prens kendisine uzatılan kaptan su içtikten sonra elini yüzünü yıkadı ve ," Ne dersin çoban Prenses Printa güzel mi gerçekten.? “diye sordu. - Sorduğun soruya bak oğul ben ne bilirim prensesin güzelliğini.Onun yüzünü gören o kadar az ki biz hepimiz onların yalancısıyız.Öyle diyorlar.Çok güzel bir kızmış ama gözleri en güzel yeriymiş.Gözlerine bakan herkes onun inanılmaz iç güzelliğini de görür ve o an aşık olurmuş.İşte bu yüzden kral kızını hiç kimselerin içerisine çıkarmazmış.Kızına aşık olanları da sürer atarmış şehirden.Derler ki Likya kralının oğluna vermek istediği için saklarmış kızını herkeslerden.Yabancıların gözlerinden. - İyi de ben prensesi nasıl görürüm hala söylemedin. - Bunu ben bilemem .Attalei şehrine girmeden bir köy var O köyün bilgesine bir sor .Belki O sana yardımcı olur. - Sağol çoban ,su için ve yardımların için teşekkür ederim . Demiş Prens Antes genç ve güçlü bacaklarında ki yorgunluğa aldırmadan güneşin battığı yöne doğru yürümüş. - Antalya ya gidiyor değil mi.? - Evet ama O zaman ki adı Attalei. - Görecek mi peki prensesi.? - Bilmem..Bence çok istiyor.Çok istediğin zaman her şey olabilir derler. - Ben çok istiyorum... - Görür o zaman. “Prens Antes , Şehrin dışında yükselen surlara yaklaştığında , şehrin dışında bağcılık, bahçecilik ve hayvancılık yapan köylülerle karşılaşmış.Bu köylüler yetiştirdiklerini şehre götürüp satarlarmış.Bu yüzden şehri , surların arkasında neler olup bittiğini bilirler diye düşünmüş Prens.İneğinin akşam sütünü sağan köylü kadına yaklaşmış ve “kolay gelsin demiş “, köylü kadın başını sallayarak almış selamı.Ben köyün bilgesini arıyorum demiş Prens.Köylü kadın yine hiç konuşmadan başı ile ilerdeki surun dibine yakın köyün en büyük yapısını işaret etmiş.Prens teşekkür ederek Bilgenin evine gitmiş.Kapı açıkmış, köyün bilgesi insanlar çekinmeden ve kolaylıkla kendisine gelsinler diye kapısını hiç kapatmazmış.İçeri girmiş ve bilgenin yere serili bir aslan postunun üstünde oturduğunu görmüş etrafında ki bir kaç kişi ile konuşuyorlarmış.Onların konuşmalarını bölmemek için hemen bir köşeye çökmüş ve beklemiş.Bilge konuşması bitince yeni gelen yabancıya bakmış ve “Hoş geldin oğul” demiş.Prens hoş gördük demiş ve genç ataklığı ile nereden gelip ne istediğini anlatmış.Hatta Phyrgia kralının oğlu olduğunu , babasının Attalei şehrine gelmek için kendisine izin vermediğini ama atını dağlara gönderip kendisinin yürüyerek şehre geldiğini de anlatmış.Bilge ve etrafındakiler hiç şaşırmamışlar çünkü Prensesin ününü duyan her genç bu köyden geçer şehre girermiş.Ama onları bir daha kimse görmezmiş.Bilge adam da bütün bunları anlattıktan sonra prense demiş ki; - Bak oğul ben sana ne dersem diyeyim sen yine de şehre girip prensesi görmeye çalışacaksın.Bu yüzden beni iyi dinle , Doğu kapısından şehre girdiğinde geniş ve görkemli bir yol çıkacak karşına.Sütunlu yol.İki yanında sütunlar, savaşçı heykelleri , aslan heykelleri ve kral ailesinin heykellerini göreceksin.Bu yolu denize doğru izle.Güneş tanrısı “Ru’nun mabedine” götürür seni . Şansın varmış ki yarın Yüce Ru için şükran duası yapılacak.Her yıl havalar ısındığında , gün geceden en uzun olduğunda bu töreni yaparız.Prenses bu törene katılır ve yüzünü yalnız bu törende yüce Ru karşısında açar.Onun güzel gözlerini görürsen O zaman anlarsın güzelliğini.Kutsal Ru tapınağının koruyucusu Ru burcunda ki askerler sana ne için geldiğini soracaklar.Tören için geldiğini ve bir adağın olduğunu söyle yoksa seni içeri almazlar.Prenses deniz kenarında tersanenin güneyinde ki yüksek kulede yaşar.Etrafı kanallarla karadan ayrılan bu kuleye girmen çok kolay değil.Bunu sakın deneme.Kralın askerleri soru sormadan öldürürler seni.Phyrgia Kralının oğluyum diyorsun , prensesi görmek benim hakkım diye düşünüyorsun ama gel bu sevdadan vazgeç.Prensesi görmek için şehre gelenlerin hiç birisi geri dönmedi.” - Prens dönecek ama. - Nereden biliyorsun? - Ben prensi sevdim..O iyi bir insan. - Haklısın.Prens iyi bir insan.Ne istediğini ve İstediği şeye nasıl ulaşacağını biliyor.Sadece genç ve deneyimsiz.Bir de kendisine çok fazla güveniyor. - Prens ölmesin. - Bence O bilgenin sözünü dinlemeli ve evine geri dönmeli. - Bence prens prensesi görecek ve ona aşık olacak. - Güzel gözlüm...Akıllı kelebeğim benim.Umarım her şey , hayatında ki her şey istediğin gibi olur.Hadi iyi geceler .Galiba rüyanda prensi ve prensesi göreceksin . Sevda Gizemin odasından çıkarken şaşkın ama mutluydu.Küçük bir kızın geleceğini biçimlendiren sevimli bir masalın içinde hissetmişti kendisini.Bu aslında benim değil kelebeğin masalı dedi kendi kendine. XX Güneş Antalya’ya iyice yaklaşmıştı.Serin meltem esintisi olduğunda hissedilmeyen sıcaklık nemli ve durgun havalarda bunaltıcı oluyordu.Sevda Antalya müzesinde ki odasına girdiğinde yüzüne çarpan serinlikle bunu daha iyi anladı.Klimalar çalışmaya başlamıştı.Yeni bir hafta yeni bir gün.Eski bir iş.Artık bitirmeliyim bu çalışmayı dedi söz yarın sabah erkenden Balık pazarı burcundayım.Üst kat ölçümlerini de alırsam sonrası oda serinliğinde biter. XX Mehmet sınıftan çıkarken kendisini neyin yorduğunu anlamaya çalışıyordu.Dersler mi ?, yazın gelmesi ile artan sıcaklık mı ? yoksa çılgın hafta sonu çalışması mı?...Galiba hepsi birlikte diye düşündü.Hafta sonunu evde geçirmiş üç resim birden yapmıştı.İçinin boşaldığını hissetti.Yapmak istediği şeye çok yaklaşmıştı.Resimlerinde ki eksikliğin ne olduğunu anlamış ve insana , hayata daha çok anlam yüklemeye başlamıştı.Zaman , mekan ve insan diye düşündü.Galiba bizim hayatımızın anlamı bu üçlemede gizli..Yarın yeniden doldurmalıyım içimi.En doğru yer şehrin agorasının olduğu yer . Balık pazarı burcu beni bekliyor. XX - Sevda teyze...Yattım..Hadi gel. - Geliyorum bir tanem...Ne fıstık kız doğurmuşsun Tuğba..İnanılmaz bir zeka ve isteklilik yumağı.Çocuğun ne demek olduğunu bana öğretip yaşattın ya çok teşekkür ederim.İyi ki buradasın . İyi ki Gizemi doğurmuşsun. -Ne yapıyorsunuz siz her gece baş başa fısır fısır.. - Leylalık sorulardan biri daha. - Masal anlatıyorum .Yani anlatıyor muyum yoksa içinde yaşıyor muyum bilmiyorum ama öyle müthiş bir dinleyicim var ki şu kadarcık bir hataya bile izin vermiyor.Bir dikkat harikası..Hadi bana müsaade.Sahne zamanı.. Odanın kapısı açıktı. Gizem pembe geceliğini giymiş elini yüzünü yıkamış , kocaman gözlerini açmış ,cin gibi bir bakışla bekliyordu Sevda’yı.Yatmak için değil masal için hazırlanmıştı. - Bakıyorum her zamankinden daha fazla hazırsın . - Evet...Çünkü prens şehre girecek. - Nereden biliyorsun?.Belki de bilge adamı dinleyip evine dönecek. - Ben biliyorum..Prens oraya kadar geldikten sonra geri dönmez. - Haklısın.Oraya kadar geldikten sonra kimse geri dönmez. “Bilge adam da bunu biliyormuş.Prensin geri dönmeyeceğini ve ne olursa olsun şehre girip prensesi göreceğinden eminmiş.Bu yüzden O’nun için bir yatak hazırlatmış.Prens elini yüzünü yıkayıp yemeğini de yiyince onca yolun yorgunluğu ile hemen uyumuş.Alışkın olduğu şekilde de ertesi gün güneş doğmadan uyanmış.Köylülerin de uyanıp hayvanları ve bahçeleri ile ilgilendikleri sıradan bir gün gibi görünüyormuş .” - Hayıır..Sıradan değil .Kutsal Ru günü…Şehirde tören var… - Gizem .. Bırak ta hikayeyi ben anlatayım…Yine de haklısın..Evet O gün şehir ve şehirde yaşayanlar için önemli bir günmüş..Taze sağılmış sütü, peyniri , tavşan yüreği zeytini ve en güzeli tandır ateşinde pişen ekmeğe sürülü tereyağından oluşan muhteşem bir kahvaltı yapmış prens.Köylüler her zamanki işleri ile ilgiliymiş ama şehirde hayat öyle değilmiş.Herkes çok heyecanlı ve telaşlıymış.Çünkü O gün kutsal Ru günüymüş.Attalei halkı için güneşin kendilerine en yakın olduğu gün çok önemliymiş.Onlar hayatın başlangıcının ve devamının güneş sayesinde olduğuna inanırlarmış. Üstelik güneşin kendilerine yaklaşarak onlarla bir bağ kurduğunu düşünürlermiş.O gün gelinlik çağı gelen kızlar Ru tapınağına gider güneşin en tepede olduğu an gökyüzünden gelen güçlü ışınların etkisine açarlarmış kendilerini.Güneşin insanları” işte bu an geldiğinde üstlerinde ki örtüleri atar ve kendilerini güneşe adarlarmış.Bu Attalei’de yaşayan ve henüz evlenmemiş bütün kızların katılmak zorunda olduğu bir törenmiş.Yani prenses bu törene katılıp herkesin çok övdüğü güzelliğini güneşe sunacakmış.Prens köydekilere veda edip şehrin doğu kapısından içeri girmiş.Yüksek surların ardında iki tarafı mermer sütunlarla çevrili çok güzel bir yol varmış.Prens kendi şehrinde daha büyüğü olan bu yoldan çevresine şaşkın şaşkın bakarak ilerlemiş.Heykellerin güzelliği ve sahici gibi görünmeleri onu çok şaşırtmış.Phyrgia da kartal ve şahin heykelleri, burada ise aslan heykelleri çokmuş.Güneşin doğduğu saatlerde şehrin bu kalabalığı onu daha da çok şaşırtmış.İnsanlar en güzel giysilerini giyip sokaklara çıkmışlar , herkes birbirini bu günü gördükleri için kutluyormuş.Aralarında ki bu yabancıyı fark etmemeleri mümkün değilmiş ama onlar bu özel günün konuklarına iyi davranırlarmış.Prens’e de selam vererek yol açmışlar.Prens kalabalıkla birlikte Kutsal Ru burcuna geldiğinde daha büyük bir kalabalıkla karşılaşmış.Burç iki katlıymış.Üst katta ki askerler oklar ve mızraklarla girişi korurken kapıda ki askerler de Ru tapınağına girenleri kontrol ediyorlarmış.Prens Tören için Phyrgia kentinden geldiğini söylemiş ve içeri girmiş.Kocaman bir çınar ağacının altında su kaynayan bir pınarın başında bekleşen insanların arasına karışmış.Sonra aklına bilge adamın söyledikleri gelmiş.Prenses liman girişinde ki yüksek kulede yaşadığına göre kuleye giderse prensesi görme şansının artacağını düşünmüş.Limana doğru yürümüş.Denizden İki giriş bölümü olan limana bir geminin girdiğini görmüş otuz kürekli büyük bir gemiymiş bu.Siyah derili insanların kürek çektiklerini görünce geminin Afrika’dan geldiğini düşünmüş.Gemi yapım yerinin üst kısmına geldiğindeyse Kralın sarayını ve onun hemen altında denizin kıyısında etrafı su kanalları ile çevrili kuleyi görmüş.İnsanlar prensesin kuleden çıkışını izlemek ve O’na eşlik etmek için sarayın kapısında bekliyorlarmış.Güneş sarayın yüksek duvarlarının ardından görününce kalabalıkta bir hareketlenme olmuş ve Kulenin kapısı yavaş yavaş açılarak su yolunun üstünde bir köprü olmuş.Önce muhafızlar sonra prenses çıkmış kuleden.Uzun boylu prenses hemen fark ediliyormuş.Üzerinde bembeyaz ipekten bir giysi varmış.Güneşin ışıkları altında pırıl pırıl parlıyormuş.Uzun sarı saçları ve uzun boyu ile gerçekten de etrafında olan kızlardan çok farklıymış.Ama yüzünde ki beyaz tül Onun en çok övülen yüzünü ve gözlerinin görünmesini engelliyormuş.Kalabalık kuleden ayrılıp sarayın kapısına gelmiş ve Saray kapısı önünde bekleyen diğer kızlar prensesin arkasından yürüyerek hep birlikte tapınağa doğru çıkmaya başlamışlar.Sayıları yirmi kadarmış.Anneler onların arkasında bir öbek oluşturmuşlar.Prens bu görkemli tören yürüyüşünü , gurubun en önünde ki prensese takılı gözlerle izlemiş.Yavaş yavaş yürüyen kızlar Tapınağın önüne geldiğinde Güneş tepe noktasına yaklaşmış.Tapınağa giren kızlar gözden kaybolunca prens ne yapacağını şaşırmış.Prensesi görmek için bir şeyler yapmalıymış.Hızla kalabalıktan ayrılmış ve tapınağın arkasına yürümüş.Yüksek duvarlarla çevrili tapınağın en kuytu yerinden duvarı aşarak tapınağın bahçesine girmiş.Tapınak görevlileri O kadar telaşlıymışlar ki O nu fark etmemişler bile.Prens görevli askerlerden biriymiş gibi yaparak tören salonuna bakan açıklıklardan birinde durmuş.Kızlar salonun ortasında aralıklara durup tapınağın tam tepesinde ki açıklığa kaldırmışlar başlarını. Güneş şehrin en üst noktasına geldiğinde ışığını aşağıda bekleyen kızlara doğru göndermiş.Tapınağın çatısı bu şekilde yapılmış.Çok fazla büyük olmayan açıklıktan giren Işık duvarları yalayarak aşağıda bekleyen gurubun üzerine geldiğinde izleyenlerden yükselen derin uğultu ile birlikte bütün kızlar üstlerinde ki örtüleri yere bırakmışlar.Prensesin yüzüne vuran ışığın etkisi ve kamaşan gözlerinde ki pırıltı ile öyle güzelmiş ki ,Gözleri , Sarı saçlarına takılı tacının üstünde ki elmasın parıltısından bile daha parlakmış. Prenses tavandaki açıklıktan içeri giren güneşe kendisini sunarken duru bir güzellik yayılıyormuş çevreye..Prens karşısında duran güzelliğin ve güneşin aydınlattığı bu muhteşem anın etkisi ile kendinden geçmiş.Güneş geldiği gibi yavaş yavaş duvarın diğer tarafına döndüğünde kızlar üstlerini giyinip tapınaktan çıkmışlar.Prenses elbisesini giyerken kendisine bakan prensi görmüş.İlk bakışta bir askermiş gibi duran bu gencin siyah gözlerinin derinliğini fark etmiş.Güzel yüzünü anlamlı kılan kocaman mavi gözleri ile bu sevgi dolu bakışa gülümseyerek yanıt vermiş.İşte O an...Prens , prensese aşık olmuş.... _ Biliyordum...Aşık olacağını biliyordum. - Evet kelebeğim...Evet akıllı kızım benim..Biliyordun. - Prensesi de çok sevdim. - Canımsın..Hadi bakalım iyi geceler ...İyi uykular...Yarın devam ederiz. Sevda odadan çıktığında çok mutluydu.Nasıl yapacağını bilmediği bir işin işine girmiş ama buraya kadar çok güzel getirmişti.Anlattığı masalı kendisi de çok sevmişti.Ama bundan sonrası için aklında hiç bir fikir yoktu.Kendisini şaşkın ve mesafeli gözlerle izleyen Leyla ve Tuğbaya gülümsedi ve yatak odasına doğru yürüdü.Sabah erkenden Balık pazarı burcuna gidecekti. XX Puslu ve bulutlu bir sabaha uyandı Sevda.Hızla hazırlandı buzdolabından çıkardığı meyvelerle hazırladığı çantaya buzlukta soğuttuğu şişe suyunu da koyarak çıktı evden Güneşin doğmamış olmasına imkan yoktu ama ortada ne güneş ne de sert ışıkları vardı.Aynı hız ve kararlılıkla yürüdü Yenikapıya doğru. XX Mehmet okulda dersi olmadığı tek iş günü olmasına rağmen nedense erken kalkmış canı kahvaltı yapmak istemediği için televizyonda ki haber kanalından günün ilk haberlerini dinlemişti.Üzümlü kek günüm bu gün dedi kendi kendine.Sabah kahvaltısını Balık pazarı burcunda yapmak üzere yavaş yavaş giyinmeye başladı.Sabah hazırlığı en erken yarım saat sürerdi.Bu gün güneş olmayacak galiba dedi pencereden dışarı bakarak. XX Koruma kurulunun görevlisini kurul binasının bahçesini süpürürken buldu Sevda.Görevli Merdiveni hazırlamış ve balık pazarı burcunun güney doğusuna yerleştirmişti.Yardıma ihtiyacı olduğunda telefonlaşacaklardı.Çıkmanıza yardım edeyim mi diye sormuştu nazikçe.Hayır gerek yok demişti Sevda. Kendinden emin adımlarla çıktı kurul binasının bahçesinden.Fırının kapısından dışarı sızan nefis kokuyu içine doldurarak geçti burcun güney doğusuna. Burcun ikinci katına dayalı merdivenden kolaylıkla çıktı yukarı. XX Mehmet şapkasını giyip giymeme konusunda tam üç kez karar değiştirdi .Sonunda giymeye karar verdi.Antalya burası dedi gülümseyerek havasına hiç güven olmaz.Bulut mu pus mu anlayamadığı duruma karşı şapkasını giyerek çıktı evden. XX Sevda hızından hiç bir şey kaybetmeden çalışıyordu.Burcun Batısından başlamıştı ölçmeye , sur çok yıpranmıştı.Taşların kolaylıkla yerinden oynadığını görünce daha bir dikkatli olmaya karar verdi. Kemerli çatının yer yer durduğu güney tarafını ölçemeye başladığında işin yarısını bitirdiğini düşündü. XX Mehmet Fırının kapısından çıkarken gördü Sevda’yı.Burcun üstünde ölçüm yapıyordu.Tek başına olamaz diye düşündü .Sonra burcun üstünün çok tehlikeli olacağını da .Yalnızdı kadın.Güzel alımlı kadın.Burcun üzerinde tek başına ölçüm yapıyordu.Nasıl çıkmıştı acaba oraya ?.Sonra burcun arkasında ki merdiveni gördü.Diğerleri gelir birazdan diye düşündü.Ali çayını katmıştı bardağa.Çok sevmişti bu kelimeyi.Hoşuna giden Antalyalıların "Çay katayım mı?" deyişlerinde ki samimiyetti belki de.Çınarın altında oturdu.Geniş sayfalı resim defterini açtı ve Burcun üstünde çalışan saçları hafif esintiyle dalgalanan güzel kadını çizmeye başladı. XX Sevda kendisini dikkatle izleyen ve resmini yapan adamı fark etmemişti bile.Zamanın nasıl geçtiğini bulutların dağılmaya başladığını güneşin sert ışıklarının burcun eski taşlarını ısıttığını hissetmiyordu.Mekanik bir çalışma düzeniyle ölçüyor not alıyor karşı köşe diğer kenarı tutmayınca tekrar , tekrar ölçüyordu.Kutsal burç RU diye geçirdi içinden .Nereden bulduysam bu adı bilmem.Şu anda kutsal RU tapınağının burcundayım. XX “ Prenses herkesi kendine hayran bırakan güzelliğinin farkında yavaş hareketlerle giyinirken kendinden geçmişçesine gözlerine takılı kalan genç adamı süzüyordu.Sert çizgili yüz hatları güçlü yapısıyla gerçek bir savaşçı olmalı diye düşündü.Yavaşça döndü , gözlerini gizleyen örtüyü örttü ve tapınaktan çıktı.Prens derin bir hayranlık duyduğu bu insanın yürüyüşüne bakakalmıştı.Yüreğinin güçlü vuruşları ile kendine geldi.Heyecanını yendi ve arkasından koşarak” Prenses!” diye bağırdı.Prensese aşık olduğunu ve onunla evlenmek istediğini söyleyecekti ki muhafızlar önünü kesti.Kralın en güvendiği savaşçı olan muhafız alayının komutanı Alexis, muhafızlara atın şunu zindana dedi. Zindan kulesi limanın diğer tarafında şehrin kuzeyindeydi.Esir gemicilerin de kaldığı kuleye atıldığında Prens Antes hala kendine gelememişti.Aşık olmanın heyecanını yaşıyordu.Su ve ekmekle geçen bir günden sonra Muhafız alayının komutanı O’nu sorguya aldı.Kim olduğunu ve niyetini öğrenince durumu Krala haber verdi.Kral kızı için tehdit olan bu gencin de diğerleri gibi cezalandırılmasını emretti.Prens ve zindanda tutulan altı adam Olbia şehrinin ilerisinde ki küçük adaya götürülerek kıyıya atıldı.Tekne kıyıdan uzaklaştığında su bulunmayan adada yaşayamayacaklarını anlayan bu yedi insan bir araya gelerek buradan kurtulmak için ne yapabileceklerini konuştular. - Korktum.. - Korkma , Kralın emirlerine karşı gelen adamlar onlar.Cezalandırılmak üzere oradalar. - Kim bunlar peki.? - Bakalım kimmiş bunlar?. - Zayıf uzun boylu olanı gördün mü?.Hani saçları dağınık ve bakımsız olan. İşte O Phaselis’li sanatçı Thaleis.Attalei şehrinin resimlerini yapmak için şehirde dolaşırken Prensesin yaşadığı kulenin resmini yaptığı için yakalanıp cezalandırılmış.Sakin ve dengeli bir karakteri var.Haksızlıklara karşı asla boyun eğmiyor.Bu yüzden Krala ve kralın komutanına çok kızgın. - İyi birisine benziyor. - İri yapılı kocaman elleri olan adam var ya , Termesoslu Pegas..Orman işçisi.Kesemeyeceği ağaç yok.Kocaman kütükleri kaldırıp gemilere yükleyebiliyor.Baltası ile her şeyi yapabiliyor.hatta savaşıyor bile.Çok hızlı ve çevik bir dağlı.Attalei tersanesinde gemi yapım işinde çalışırken usta başı ile atışınca bu adaya sürülmüş.Hesaplaşmak için geri dönmeye can atıyor. - Çok güçlü görünüyor.Prensi koruyacak değil mi? - Afrikalı Tambo.İki metreye yaklaşan boyu ve güçlü kasları ile çok korkutucu ama çok da iyi yürekli.Afrika’dan kaçırılıp gemilerde köle tayfa olarak çalıştırılıyormuş.Attalei de sarhoş olunca askerler O nu sarhoş haldeyken getirip zindana atmışlar.Ertesi gün ayıldığında kendini karanlık zindanda bulunca çok kızmış.O kadar büyük bir adam ki on asker ancak taşımış O’nu. - Anladım hepsi bir olup Prensesi kuleden kaçıracaklar.Tambo çok güçlü bir adam Gözlerinin akı dışında her yeri siyah.O nu da sevdim . - Galatyalı savaşçı Memti.Anadoludan Attalei’ye gelen savaşçı.Kralın yanında savaşçı olmak için gelmiş. Muhafızların komutanı Alexis bu genç cesur ve güçlü savaşçıdan çekindiği için ona iftira atıp adaya sürmek için zindanda tutuyormuş.Şehre dönüp kırılan onuru için Alexis ile dövüşmek ve kendisine atılan bu iftirayı ortaya çıkarmak istiyor. - Cesur birine benziyor. - Öyle görünüyor. Pergamon krallığından duvar ustası Arista.Şehrin altında kralın sarayına bağlanan gizli bir geçit yapmak için kral tarafından davet edilmiş.Gizli tünel de çalışması bitince kral söz verdiği parayı vermeyerek onu zindana attırmış.Ölüme terk edilmek üzere adaya göndermiş.Çünkü gizli geçitleri bilen birinin yaşaması geçidin gizliliğini yok eder.Şehri ve yer altında ki tünelleri çok iyi biliyor.Krala karşı çok öfkeli. - İşte bu çok işe yarayacak.O nu da sevdim. - En çok Trina’yı seveceksin. - Neden? - Hani masal da yunuslar da olsun demiştin.Unuttun mu?. - Evet , lütfen yunuslar da olsun. - İşte Trina ,Simena’lı bir balıkçı.Balıklarla yaşayan onlar kadar iyi yüzen hatta yunuslarla konuşabilen bir genç. Yakaladığı kılıç balığı ile en yakın şehir olan Attalei ye çıkınca Komutan Alexis hem elinden kocaman balığı alıp kendisini zindana atmış. Krala da balığı ben yakaladım demiş ve O’nu ortadan kaldırmak için bu adaya göndermiş.Bu yüzden Alexis ten nefret ediyor. - Evet en çok O’nu sevdim.Yunusça konuşması da çok iyi. - “Sican adası kıyıdan çok uzakta olmayan küçük bir adaydı.Su yoktu . Orada uzun süre kalmaları mümkün değildi. Kıyıya çıkmaları için güçlü akıntıların olduğu bir yerden kıyıya yüzmeleri gerekiyordu.Ama içlerinde bir tek Simenalı balıkçı Trina yüzebilirdi bu mesafeyi.Ancak nedendir bilinmez birbirlerini daha önce hiç görmemiş olan bu insanlar içinde bulundukları bu kötü durumda bir diğerini geride bırakmak istemiyordu.Sican adasının doğusunda denize dik yüksek kayalık olan bölümde bir mağarada yunuslar yaşardı.Güneş Taurus dağlarının arkasına geçmek üzereydi.Açık denizde birbirleri ile yarışarak adaya doğru gelen yunusları gördüler.Trina hiç düşünmeden denize atladı ve yunusların arasına karıştı.Bir süre denizin dibinde kaybolan yunuslar Trina ile birlikte suyun yüzüne çıktı.Trina kendisini şaşkınlıkla izleyen adamlara " Hadi suya girin , yunuslar bizi şehre götürecekler ." Dedi.Yüzme bilmeyen Galatyalı Memti bile çekinmeden denize girdi ve bir yunusun yüzgecine tutundu. Hep birlikte şehre doğru yola çıktılar.Trina yunusların lideri tarafından taşınıyordu.Prens yaşadığı bu inanılmaz olaydan çok , kafasından bir türlü atamadığı prensesi düşünüyordu.Kocaman derin bakışlı mavi gözler prensin gözlerine takılmıştı.Aşk işte böyle bir şeydi.Prensesten başka hiç bir şey düşünemiyordu.Yolculukları çok sürmedi.Şehrin güneyinde falezlerin üzerinden denize uçan suların olduğu bölgede kıyıya çıktılar.Elbiselerini çıkarıp şelaleler de yıkandılar ve geceyi orada geçirdiler.” - Ben de yunuslarla yüzmek istiyorum. - Bu mümkün.Çok istersen bunu başarabilirsin. - Prenses nerede ? - “Prenses etrafı su kanalları ile çevrili kulede uykuya dalmadan önce ,tören sırasında kendisini izleyen cesur ve yakışıklı genci düşünüyordu.Sanki O bu güne kadar gördüğü erkelerden farklıydı.Kocaman siyah gözlerinde içtenlik ve gerçek sevgiyi görmüştü.Ürperdiğini hissetti.İlk kez duyduğu bu garip ve güçlü duygunun aşk olduğunun farkında değildi henüz. Tesadüflerin bir araya getirdiği yedi adam, yaşadıkları olayların da etkisi ile birlikte hareket etmeye karar verdiler.Hepsi de Krala kızgındı ve Kralın komutanı Alexis ile hesaplaşmak istiyorlardı.Bu hesaplaşmanın ödülünün Prenses Printa ile Prens Antes in evlenmesi olacağı fikrinde anlaştılar.Hem Prens istediğine kavuşacaktı hem de Kral hak ettiği dersi almış olacaktı.Ertesi gün falezlerin üstüne tırmandıklarında bahçelerde yaşayan insanlarla karşılaştılar.Yemeklerini yediler ve her birisi kullanabileceği silahları edindiler.Çünkü yapmak istedikleri şey çok kolay bir iş değildi.Akşam karanlığında şehre güney kanadından girmelerinin daha kolay olduğunu söyledi Arista.Gizli geçitleri biliyordu ama Prensese ulaşmak için en uygun giriş prensesin yaşadığı kulenin olduğu taraf olmalıydı.Denizden gelecek tehlikelere karşı yapılmış büyük savaş kulesinin dibinden falezlerde ki oyukları kullanarak ve sessizce geçerek tersanelerin olduğu yere geldiler.Su kanalını neredeyse hiç su sıçratmadan yüzerek geçen Trina aynı sessizlik ve beceri ile kapıda ki nöbetçiyi de bayılttı.Ancak kulenin kapısı sadece içeriden açılabildiği için prensesin odasına dışarıdan ulaşabilirlerdi.Prensesin kaldığı oda yerden çok yüksekti.Duvar ustası Arista bir örümcek gibi tırmandı düz duvara.Yanlarında getirdikleri kalın ipi sarkıtarak Prensin yukarıya çıkmasını sağladı.Diğerleri aşağıda kalıp güvenliklerini sağlayacaklardı.Prens denize bakan pencereden içeri girdi.Ay ışığının aydınlattığı odada yatağında uyuyan prensesi gördü.Yavaşça yanına yaklaştı ve bir süre bu muhteşem güzelliğe daldı .Arista hafifçe öksürmese oraya neden geldiklerini hatırlamayacaktı bile.Ama prenses de bu sesle uyandı.Çok korkmuştu.O kadar çok korkmuştu ki istediği halde bağıramadı.Prens güçlü kolları ile ona sevgiyle sarıldığında bu gücün onu korumak istediğini kendisine zarar vermeyeceğini anladı .Yüreği küçük bir kuşun kalbi gibi hızla atıyordu.Ama birden bire içini ürperten O duyguyu yine hissetti.Karşısında durup ellerini avuçlarına alan bu insanın gözlerinde farklı bir anlam vardı.Hiç konuşmadılar.Prens kalktı , Prensesi yataktan dışarı çıkardı ve üzerine pelerinini almasını birlikte Phyrgia krallığına gideceklerini söyledi. Printa sadece prensin gözlerine bakıyordu.O da Antes’e aşık olmuştu.Tek bir söz bile söylemedi.Kapıyı açıp Kulenin içinde ki nöbetçileri de bayılttılar ve merdivenlerden inerek aşağıda kendilerini bekleyen arkadaşları ile buluştular.Geldikleri yerden geri dönmek üzereydiler ki nöbetçilerden birinin yardım çağrısı üzerine savaş kulesinde ki askerler savaş düzenine geçtiler.Artık oradan geçmeleri imkansızdı. XX - İtfaiye ye de haber verin. - Durumu nasıl? - Bilmiyorum.Ambulans geldi mi?. XX “Arista” beni izleyin” dedi.Kralın sarayına doğru yöneldiler.Prenses prensin elinden tutmuş ne olduğunu bile düşünmeden peşinden gidiyordu.Sarayın Tersanelere bakan yüzünde bir açıklıktan geçerek karanlık bir dehlize girdiler.Merak etmeyin dedi Arista şimdi meşale bulup yakacağım ve sizi şehrin dışına çıkaracağım.Bu dehliz Arista’nın çalıştığı ve henüz tamamlanmayan gizli geçitti.Kral bir tehlike durumunda şehirden kaçmak için yaptırıyordu.Meşaleleri yaktıklarında geniş bir odada olduklarını gördüler. - Bak burada bir yol var. - Gizem..?..senin ne işin var orada?.. - Burada bir yol var. Buradan gitsinler. - Gizem çok tehlikeli birazdan askerler gelecek.Sen ..Sen nasıl girdin benim masalıma?. - Ama bu benim de masalım.. “Memti , Gizemin elinden tutarak gösterdiği yola doğru ilerledi.Şimdi artık dokuz kişiydiler.Dehliz bir çok şaşırtma ve çıkmaz yollardan oluşuyordu.Arista en öne geçmişti.Afrikalı Tambo uzun mızrağı ile onun arkasından gidiyordu.Pegas baltasını sıkı sıkı kavramış her türlü saldırıya karşı hazırlıklıydı.Trina balıkçı ağı taşıyordu sırtında.Memti Gizem’le birlikte sırtında ok sadağı ve omuzun da kalkanı ile her türlü saldırıya hazırdı..Ressam Thaleis ürkek adımlarla takip ediyordu arkadaşlarını . Prens bir eli ile prensesi tutarken diğer elinde de kılıcını tutuyordu.Denizden uzaklaşmaya ve kuzeye doğru çıkmaya başladılar.Yeraltı dehlizi zaten var olan kaya boşluklarını birbirine bağlayan galeriler gibi açılmıştı.Fareler ve serçe büyüklüğünde ki kanatlı böcekler insanlardan ve meşalelerde ki ateşten ürkerek kaçışıyorlardı. Arista üç yol ayrımına geldiğinde durdu.Hepsi durdu.Bir an süren sessizliğin ardından uzaktan askerlerin bağırışlarını duydular.Askerler koşarak kaçakları arıyor ve kimi ayak sesleri bulundukları yere doğru yaklaşıyordu.Arista güneye doğru giden yola saptı.Kentin doğusundan çıkan ana yoldan ayrılmışlardı.Kutsal Ru burcundan çıkacağız dedi Arista , kentin dışına açılan çıkışı tutmuşlardır.Hepsi Arista’yı takip ettiler.Yaklaşık üç yüz metre sonra tekrar durup sessizce arkalarından gelen askerlerin doğu tünelinden uzaklaşan ayak seslerini dinlediler.Giderek daralan tünelde ilerlemeye başladılar.Dehliz yukarı doğru döndüğü için artık yürümüyor adeta tırmanıyorlardı Memti , Gizem’i sırtından itiyor, prens prensese destek oluyordu.Elleri’nin üzerinde emeklemeye başlamışlardı.Arkalarından , bir askerin sesini duydular , diğer askerleri çağırıyor ve “buradan geçmişler buraya gelin” diyordu.Tambo kocaman gövdesini sığdırmaya çalıştığı tünelde elinin kesildiğini ve duvarda kan izi bıraktığını fark etti.Arista” neredeyse geldik sakın durmayın “dedi arkadaşlarına.Son bir gayretle çıktıkları yokuş kısa bir bölümde düzleşmiş ancak önlerine kocaman taşlarla örülmüş bir duvar çıkmıştı.Arista duvarın kayalarla birleştiği yerdeki taşı arkasında duran Tambo’ya göstererek “yardım et dışarı doğru itelim “dedi.Tambo’nun kocaman elleri ve güçlü kolları taşı yerinden oynattı son bir gayretle ittiklerinde taş dışarı düştü.Ortaya çıkan boşluktan zorlukla geçen Arista , Tambo’nun buradan sığmasının mümkün olmadığını anladı.”Bekleyin” dedi arkadaşlarına hemen geliyorum.Çıkış , Ru burcunun arkasındaydı.Burcun duvarını elleri ile yoklayarak duvardaki taşların arasında diğer taşlardan farklı olan bir taşı buldu ve yerinden çekti.Tünelin içindekiler şaşkınlıkla önlerindeki duvarın sola doğru kayarak açıldığını gördüler.Aralanan kapıdan hızla geçtiler.Arista küçük taşı yine yerine itti.Belki bir gün yine lazım olur diye düşündü. XX - Yavaş..Dikkatli olun … - Su serptiniz mi yüzüne?..Bence su döküp başını ıslatın. - Lütfen karışmayın doktor burada gereken yapılıyor.Geri çekilin lütfen.. XX “Artık dışarıdaydılar gecenin serinliğinde sağa sola koşuşturan askerlerden gizlenerek , Ru Burcundan uzaklaşmak üzereydiler ki burcun üzerinde ki nöbetçi gördü onları.Buradalar diye bağırdı.Bütün askerler burcun kuzey-doğu tarafına koştu ve yaylarını gererek hedeflerine yönelttiler.Memti , Gizem’i önüne aldı Prense yol verdi prenses ve prens koşarak geçtiler yanlarından. Okçular gergin yaylarını bıraktıkları anda sarsıldı Memti.Gizemi korumak için kendini siper etmiş ve atılan bütün oklar sırtına saplanmıştı. - Hayır..Neden?.. - Ben sana söylemiştim.Çok tehlikeli demiştim.Seni korumak istedi.Arkadaşlar bunu yaparlar.Bir birlerini korurlar.Yoksa bütün oklar sana gelecekti. - İstemiyorum.Böyle olmasın. - Üzgünüm...Hayat her zaman istediğin gibi olmuyor.Yaptıklarının her zaman bir bedeli vardır.Bunu unutma. “Trina ayakta kalmaya çalışarak Gizem’i ikinci ok dalgasından da korumaya çalışan Memti’ye doğru hızla geri döndü ve Gizem’i Memti’nin kollarından aldı.Arkadaşıyla göz göze geldi.Gurur dolu bakışıyla “koşun “dedi Memti.”Kurtulacaksınız.”İkinci okların darbeleriyle yere yıkıldı.Gizem çevik bir atlet olan Trina’nın kucağındaydı artık.Prens ve prenses Tambo’nun önünde en önde de Arista Sütunlu yoldan koşarak ilerliyorlardı.Doğu kapısına yaklaştıklarında bir gurup askerin kendilerine doğru geldiğini gördüler.Arista baltasını sallayarak girdi aralarına .Tambo elindeki mızrakla iki askeri yere düşürdü.Dağılan askerlerin arasından geçtiler.Nefes nefese kalmışlardı.Kaçakların arasında Prensesin olduğu haberini alan askerler artık ok atmayı bırakmış , kaçaklar ile dövüşme emri almışlardı.Sütunlu yolda hızla ilerleyen prens ve arkadaşları şehrin doğu kapısına geldiklerinde kalabalık bir asker gurubunun kendilerini beklediklerini gördüler.Trina , Gizemi Prense emanet etti ve öne geçti.Prens şimdi hem Prensesi hem de Gizem’i korumak zorundaydı.Gizem bu davranışı ile yardım etmek istediği insanlara yeni güçlükler çıkarmıştı.” - Sevmedim bunu.Ben Prense yardım etmek istiyorum. - Seni uyarmıştım.Çok tehlikeli demiştim. - Bana ne ..Değiştir burasını. - Olmaz bu masal artık benim masalım olmaktan da çıktı.Sen karıştığında değişti her şey. XX - Leyla hanım?.. - Siz kimsiniz.?Leyla telefonun ekranında yazan” sevdam “yazısı ile bu yabancı erkek sesini birleştirememişti. - Ben resim Öğretmeni Mehmet .Adalya kolejinden.Garip ve zor bir durum ama Bu cep telefonun sahibini tanıyor musunuz? - Evet bir şey mi oldu? - Önemli bir şey değil ama ... - Nasıl değil siren sesleri geliyor ne oldu?. - Biz Atatürk Devlet hastanesine gidiyoruz.Telefonun sahibi hanım efendi bayıldı galiba.Yakınlarını, annesini babasını tanıyorsanız lütfen oraya gelsinler.Önemli bir şey değil lütfen heyecanlanmayın ben yanında olacağım. XX “Trina sırtında taşıdığı balık ağını eline aldı ve koşarak yaklaştığı askerlerin üzerine attı.Askerler ağın altında birbirleri ile boğuşmaya başladıklarında Tambo mızrağı ile yaklaşmak isteyen beş askeri geri püskürttü.Arista elinde ki baltayı öyle bir tutuyordu ki birkaç asker bu kararlı görünüşten ürkerek geriledi.Prens Kılıcını sallayarak Prensesi ve Gizem’i koruyordu.Gurup yavaş ama güvenli bir şekilde çıkış kapısına geldi.Şimdi hepsi birbirine yaklaşmış yumak haline gelmişlerdi.Kapının iki yanında ki burcun üstünde ki askerler hiç bir şey yapamıyorlar yerdekilerde guruba yaklaşamıyordu.Çıkış kapısı kapalıydı.Arista ana kapının yanında ki küçük kapıyı zorladı orası da kapatılmıştı.Tambo kapının demir kulpunu iki eli ile kavradı ve öyle güçlü asıldı ki kapı kulpu bağlı olduğu ahşap bölümü kırarak elinde kaldı.Tambo Bir tekme atarak kapıda geçebilecekleri kadar bir delik açtı.Kenara çekilerek Prens , prenses ve Gizem’in dışarı çıkmasını sağladı.Arista, Trina , Tambo ve Elinden resim yapmak dışında bir iş gelmeyen Thaleis Bir birlerine bakarak gözleri ile anlaştılar.Prensin Phyrgia ya ulaşabilmesi için zamana ihtiyacı vardı.Arista kapının dışında ki Prens’e “Hadi Antes arkana bakmadan hızla doğuya doğru koş “dedi.Bir an duraklayan Prens Arkadaşlarının bu davranışının nedenini anladı ve hafiften ağarmaya başlayan yöne , Prenses ve Gizem ile birlikte doğmakta olan güneşe doğru koşmaya başladılar. - Ben gitmek istemiyorum.Arista , Trina ,Tambo , Pegas , Thaleis de gelsin.Memti’yi de istiyorum. - Prenses ve Prensin evlenmesini daha çok istediğini düşündüm. - Evet ama Hepsini çok sevdim.Arkadaşlık çok güzel.Onlarda gelsinler. XX Ambulans sirenlerini durdurmaksızın çalarak Antalya caddelerinden geçmiş , Atatürk Devlet hastanesine getirilen Sevda acil servise alınmış ve serum takılarak beyin tomografisi için hazırlanmıştı.Mehmet ,burcun olduğu yerden itibaren başından hiç ayrılmamış , hatta bir ara sedyeden düşen elini tutarak hep uzaktan izlediği güzel kadının yüzüne bakmış ve hayatın sürprizlerine hiç bir zaman hazır olunamayacağını düşünmüştü.Haftalardır bir çay içmeyi bile teklif edemediği kadının hayatını kurtarmış , şimdide elini tutarak başında bekliyordu. XX Leyla , Tuğba ve Gizem birlikte girdiler acil servise.Yüzleri bembeyazdı.Ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar ve kendilerini en kötüsünden uzak tutuyorlardı.Hemşire onları Sevda’nın olduğu bölüme getirirken henüz bir şey bilmediklerini doktorların hastanın durumunun stabil olduğunu söylediklerini ancak kesin kararın tomografiden sonra verileceğini söylemişti.Sevda kolunda serum bağlanmış halde yatıyordu. Yüzünde garip bir gülümseme vardı sanki.Tuğba ablasının elini ellerinin arasına alarak ağlamaya başladı.Leyla nefes almakta zorlanıyor gibiydi.Gizem ne olduğunu anlamaya çalışıyor ama sedyede yatan Sevda teyzesine olan güveni yüzünden okunuyordu.Leyla , Mehmet’ e dönerek O ressam siz misiniz? dedi.Mehmet şaşkın “Evet dedi benim.” - Çok özür dilerim Mehmet bey.Ben Leyla .Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.Nasıl oldu acaba? ..Yani.. Ne oldu? - Balık pazarı burcunun resmini yapıyordum.Yani haftalardır her salı oradayım Ablanız yani ablanız herhalde , Burcun ölçülerini alıp çizimler yapıyordu.Bu sabah burcun üst katında çalışırken birden yere yığıldığını gördüm.Hemen yukarı çıktım. Kendinde değildi.Sonra ambulans itfaiye filan sonra da buradayız.Ama kendisi iyi görünüyor lütfen korkmayın.Hatta yolda gelirken bir ya da iki kez Gizem dedi gibi geldi bana, yani..sanki kendi kendine konuşuyor gibiydi. - Gizem benim..O , benim Sevda teyzem. - Senin adını sayıkladığına göre seni çok seviyor olmalı. - Ben de onu seviyorum ki. - Çok teşekkür ederiz Mehmet bey.Size nasıl teşekkür edeceğimizi bilmiyorum.İşinizden de kaldınız . - İnanın hiç önemli değil bende bir işe yaradığımı hissetim.Sizden sonucu yani , iyi haberi bana vermenizi isteyebilir miyim.Telefon numaramı versem?. - Tabii ne demek bunu hak ettiniz zaten. XX “ Çıkış kapısına geldiklerinde Memti’nin kendilerine doğru koşarak geldiğini gördüler.Sırtında ki kalkanı O nu korumuş ve Memti sadece omuzuna saplanan bir okla yaralanmıştı.Ama gurup kendilerine doğru yavaş yavaş yaklaşan askerlerle kapalı çıkış kapısı arasında sıkışmıştı.İşte O anda Doğu kapısının iki yanında ki kulede bulunan askerler de bir hareketlenme oldu.Şehrin surlarının arkasında gürültüler bağırışlar ve dış kapıya vurulan koç boynuzu darbeleri duyuldu.Şehir , Phyrgia kralının ordusu tarafından kuşatılmıştı. Phyrgia ordusunun askerleri şehre girmek için kapıyı zorluyorlardı..Şehrin girişinde ki köyde yaşayan bilge adam , Antes şehre girer girmez Phyrgia şehrine bir haberci göndererek , krala oğlunun başının derde gireceğini haber vermişti.İşte Phrygia ordusu bu haber üzerine hazırlanmış ve Attalei şehrini kuşatmıştı.Bu karışıklıktan yararlanan Arista Kapıyı açan silindiri Tambo’nun da yardımı ile çevirdi ve şehir kapısı açıldı.Prens Antesin babasının başında bulunduğu Phyrgia ordusunu gören Attalei şehrinin askerleri şehrin içerisine doğru çekilirken Prens ve Prenses Kendilerini sevinçle karşılayan Phrygia ordunun arasına karıştı.Bütün arkadaşlar hep birlikte Phyrgia’ya doğru yola çıktılar.Gizem de aralarındaydı. XX - Beyin fonksiyonları normal.Güneş çarpması ve su kaybına bağlı geçici bilinç kaybı var.Sanırım yarına kadar hiç bir şeyi kalmaz.Merak etmeyin.Şimdi hemşire hanım hastanızı servise çıkaracak.Biriniz yanında kalabilirsiniz.Serum ile birlikte verdiğimiz sakinleştiricinin etkisi geçince kendine gelir.Antalya’nın güneşi çok serttir.Sanırım şapkasız olarak güneşin altında çalışıyormuş.Neyse ki duruma çabuk müdahale edilmiş.Çok daha kötüsü olabilirdi.Neyse geçmiş olsun. XX Leyla , bütün geceyi Sevda’nın baş ucunda bekleyerek geçirdi.Sevda zaman zaman mırıldandı zaman zaman hareket etti ama kendine gelmesi sabahı buldu.Tuğba ile Gizem Sevda’nın baş ucuna geldiklerinde O ,kendine daha yeni gelmişti.Hemşirenin verdiği meyve suyunu içiyor ve baş ucunda bekleyen Leyla’ya şaşkın şaşkın bakıyordu.”Ne oldu ki “dedi kendisini görünce ağlamaya başlayan Tuğba ya.”Ne oldu?...” - Çok korkuttun bizi abla. - İyi ama ne oldu?.Bayıldım galiba. - O kocaman taş kafana güneş çarpmış ..Dedi Leyla.. - Büyütmeyin canım .. - Dün öğlenden beri kendinde değilsin ve ilk söylediğin bu mu?..Büyütmeyin miş.Öldük öldük dirildik burada. - Dün mü?...Gerçekten mi.? - Evet dün..Seni kurtaran da kim bil bakalım... - Kurtaran mı?.neler oluyor da benim haberim yok. - Ressam vardı ya hani .Şu burcun resmini yapıyor diyordun filan..İşte O adam kurtardı seni. - Yine mi oradaymış hiç farkında değilim.Ben ..Ben sanki bir başka Dünya dan geliyormuşum gibi.Gizem’e masal anlatıyordum ..Yani nasıl oldu anlamadım..Masal anlatıyordum...Gizem ..Sana masal mı anlatıyordum..? - Evet Sevda teyze..Masal anlatıyordun. - Prensese ne oldu biliyor musun? - Evet...Biliyorum tabii .Prens ve prenses çok güzel bir düğünle evlendiler.....