6 Şubat 2010 Cumartesi

KENT KONSEYİ BAŞKALAŞIYOR

KÖŞE TAŞI REHA İLHAN


OSMAN AYDIN
MİMAR
KENT KONSEYİ BAŞKANI

Yukarıda ki unvan ile imzalayarak gönderdiğiniz Kent Konseyi Genel Kurul kitapçığını aldım.
Zevkle okudum.
Bu sizin Kent Konseyi Başkanı olarak ilk genel kurulunuz olacak.
Yeni tüzüğe uygun olarak yapacağınız genel kurulda KALE İÇİ YÖNERGESİ , FİLM KOMİSYONU , ULAŞIM , KÜLTÜR SANAT ve KENTLİLİK HAFTASI gibi konuları görüşeceksiniz.
Bildiğiniz gibi genel kurullarda konular enine boyuna tartışılamaz.
İmzalı yazınız da da belirttiğiniz gibi katılımcıların toplantıya genel kurul kitapçığını okumuş olarak katılacaklarını varsayacaksınız.
Ve oylayacaksınız.
Kesinlikle kabul edilecekler.
Bu sizin için hiç iyi olmayacak…
AKP hükümetinin hazırladığı Tüzükten başlayan yanlış pozisyon Kent Konseyi’ni bir ucubeye çevirdi.
Üstüne gündeme aldığınız konular eklenince , geleceğe iyi bir başlangıç bırakma umudunuz kalmadı.
Sayın Başkan; Kaleiçi Yönergesi , herkese kendi hukukunu yazma ilhamı verecek kadar saçma ve gereksiz bir metin.
Oluşturmaya çalıştığı onlarca yeni bürokratik yapının dışında Kale içinde yaşayan herkese yeni yapılamayacaklar listesi sunmaktan başka bir işe yaramayacak.
Bu ne demokrasi , ne de yönetebilir olmak.
Var olan onlarca özel yasa ve yönetmelikleri ilgili kurumların nasıl daha kolay uygulayacaklarını belirtmek gibi basit bir anlayış ile hazırlanması gereken yönergeler kendi iç hukuklarını oluştururlarsa kargaşa ve kaos yaratırlar.
Var olan hukukun dışında yeni hukuk oluşturamazlar.
Keyfi önermelerle hayatı yaşanamaz kılmak gibi bir düzenleme Kent Konseyi’nin kabulü ile yürürlüğe girmemeli..
Kaldı ki bu yönerge Kurumların koordinasyonu ve çalışma esaslarını değil vatandaşların neyi nasıl yapamayacaklarına amir.
Büyükşehir belediyesi tarafından hazırlandığını tahmin ettiğim bu yönergeyi Genel Kurula , Antalya Barosunun görüşünü alarak getirmenizi öneririm..
Belediyenin kendi hukukçularının görüşü bile size yol gösterici olabilir.
Çöpünü biriktirme , muhafaza ve dökme şekline kadar insanları baskı altına almayı düşünen aklın nerelere gidebileceğini de düşündükçe ürküyorum.
Büyükşehir belediyesi kendi iç organizasyonuna çeki düzen vererek işini yapsın yeter..
Yönergeler hukuki belgelerdir.Herkes yazamaz . İlgili sivil toplum kuruluşlarının görüşleri alınmadan Kent Konseyi genel Kurullarına getirilmeleri demokratik anlayışa uygun olmayacaktır..
Film Komisyonu önermesi de genel kurula imzasız olarak sunulmuş.
Kimlerin hazırladığı belli değil.
Film Ajansları gibi ticari yapıların yaptığı iş ve işlemlerin gönüllülükleri kendilerinden menkul insanlar tarafından yapılmalarını öneren bu gündem maddesi de Kent Konseyi genel kurulunu olmaması gereken bir yere doğru itiyor.
Kimin belirlediği dahi belli olmayan insanların atamalarını yapmak gibi bir işlev yüklenen bu önerme ile genel kurula karşı haksızlık yapılıyor.
Kod adı konarak heyecanlı dolandırıcı hikayeleri anlatarak güzelleştirilmiş bu önermenin de yeniden yazılması için Kültür ve sanat çalışma gurubuna gönderilmesi ve Genel kurulda birilerinin daha gönüllü olduğu oylamasının yapılmamasını uygun görüyorum.
Çok beğenerek okuduğum Ulaştırma başlıklı raporun yazarının kim olduğunu öğrendiğimde kendisine teşekkür edebileceğim.
Yine de bu açık ve anlaşılır raporun genel kurul da kabulünün ne işe yarayacağının da açıklanması gerekiyor.
Sayın Başkan , genel kurullar tartışma ve yeni doğrular bulma düzlemleri değillerdir.
Bu yüzden görüşlerimi önceden ve bu köşeden size ileterek üzerime düşen ödevi yerine getirdiğimi düşünüyorum.
Başarılar dilerim.

4 Şubat 2010 Perşembe

ALTERNATİF SİYASET

KÖŞE TAŞI REHA İLHAN


CHP VE TEKEL İŞÇİLERİ

Doğru yanıtı , doğru soruyu sorarak bulabilirsiniz..
Cumhuriyet Halk Partili yöneticiler bu yazıyı okumalılar…
Çünkü doğru soru bana soruldu..
Ben de sorunun yanıtını buldum..
Serpil hanım hazırladığı yayla kokulu çorbalarımızı içerken , “Ne olacak bu TEKEL işçilerinin hali.?” Dedi.
Doğru soru bu…
İşçilerimizin iki aydır sürdürdükleri eylem nasıl sona erecek.?
Ülkeyi yönetiyorum diyenlerle yönetmeye talip olanların kendilerine soracakları soru bu..
Bu soruya verecekleri cevaplar ile ülkemizi ve geleceğimizi nasıl yöneteceklerini belirleyecekler.
AKP , Deniz fenerinin yol göstericiliğinde , gemicik ekonomisi anlayışında olduğunu TEKEL işçilerinin talepleri karşısında takındığı tavır ile kesinleştirdi.
Artık hiç kimsenin kendileri ile ilgili tek bir kuşkusu bile kalmadı.
AKP işte bu…
Peki ya CHP?...
Peki ya TEKEL işçileri..?..
Esnaf??...
Memur.???...
Köylü..????...
Öğrencilerimiz, gençlerimiz, yarınlarımız.?????...
Bütün bu soru işaretlerinin AKP açısından cevapları artık belli…
Sorgulamaya da sormaya da kendilerinden bir şeyler talep etmeye de gerek yok.
Ama CHP açısından durum farklı..
TEKEL işçilerine yaşatılan bu haksızlık karşısında CHP muhalif duruşunu, ülkeyi yönetmeye talip olan parti duruşuna çevirmeli.
Bunu derhal yapmalı…
İşte çözüm önerim..
Haftalardır karda, kışta sefil edilen işçilerimiz derhal bu sefil duruma son vermeliler.
CHP onların çalışmaya 4- C statüsünde devam etmelerini ancak iktidara geldiğinde çalışma sürelerinin emekliliklerine sayılarak kadroya alınacaklarına dair söz vermeli..
Yani CHP ülkeyi yönetmeye başlamalı.
İşçilerimizi haksız , hukuksuz acımasız yönetimin ağır baskısı altında sefil etmemelidir.
Bütün kazanılmış haklarının CHP iktidarında kendilerine verileceği sözü ile işçilerimizi evlerine kazasız , belasız göndermelidir.
Bunu ancak CHP yapabilir.
İşte size politika., İşte size ülkeyi yönetme şansı…
Bu örnek CHP’li arkadaşlarımıza yöneltilen eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu da gösteriyor.
Sadece söylemek , sadece anlatmak ülkeyi yönetmeye talip olmak için yeterli değil.
Çözüm üretmek ve muhalefette bile ülkeyi yönetebilir olmak gerekiyor…

3 Şubat 2010 Çarşamba

ALTIN KARTAL ŞEHRİNE GERİ DÖNMELİ

KÖŞE TAŞI REHA İLHAN


PHYRGİA ‘NIN HİKAYESİ (4)
ALTIN KARTAL ŞEHRİNE DÖNMELİ..

Perge…Kültür , sanat , spor ve ticaret şehri…Çalılıkların ve vahşi hayvanların barınağı olan şehir ,görkemli sanat ve spor yapıları ile karşılarındadır.
Kuzey tarafından yaklaştıkları şehrin tiyatro binası , stadyumu , tapınak ve yönetim binaları , han ve hamamları ile yeniden yaşamaya hazır görünmektedir.
Her yeri çalılıklar ve ağaçlar kaplamıştır.
Yıkıntıların çokluğuna karşın şehir bütün görkemi ile keşfedilmeyi beklemektedir.
Heyecanla sağa sola koşuşturan iki genç güneşin ışıklarının azalması ile kendilerine gelirler.
Perge incelemeleri boyunca konaklayacakları Murtana köyüne doğru yürürler.
Hermann Eggert anlatıyor…
“…Misafir olduğumuz arkadaşımız bizi içerisine hemen iki döşek yaydığı pek gösterişli döşenmemiş bir odada memnuniyetle konuk etti.Sonra simsiyah bir Arap , temizlik suyu getirdi; başka bir hizmetçi ocakta ateş yaktı , kahve kavurdu ve çok lezzetli kahverengi bir içecek hazırladı.Son olarak yumurta , pirinç , süt ve biraz peynirin bulunduğu zengin bir akşam yemeği hazırlandı.Geceyi çok rahat geçirdim, ancak ertesi sabah arkadaşım Hirschfeld bazı şikayetlerinden söz etti.”

Sabahın ilk ışıkları ile birlikte güçlü bir kahvaltı sonrası atlarına binerek Perge’ye giderler.
Hirschfeld rahatsızdır ve bir ağacın altında dinlenmeye çekilir.
Eggert, heybesinde kalem ve kağıtları Perge şehrinin gizemli dünyasına dalar…
Doğruca tiyatro binasına gider.Sahne; orkestra bölümünün üstüne yıkılmıştır.Sahne duvarının üzerine tırmanarak mimari bezemeleri arar.Geç Roma dönemi kirişlerinden birinin çizimini yapar ve arkadaşının yanına döner..Kendilerini konuk eden insanların resimlerini çizer..Akşam üzeri ören yerine bir yürüyüş daha yaparak gördüğü her eserin notlarını alır ve bazılarını çizer.
Hirschfeld kurulan çadırda tavuk çorbası ve rosto hazırlamıştır. Eggert , “dağ başında oturduğumuzun farkında bile değildik “ diye yazar günlüğüne..

Ertesi gün iki arkadaş birlikte çalışmaya başlarlar..Gördükleri büyük binaların , sütunların ve heykellerin çizimlerini yaparlar.Hirschfeld çevreden katılanların yardımı ile bazı küçük kazılar da yapar..
Şehir planı çizilir , Diana ve güneş tanrısının bulunduğu ‘arşitrav’ kazılarak çıkarılır ve çizimi yapılır.
8 gün süren çalışmalarda Perge şehrinin çok önemli kalıntılarının çizimleri ve raporları hazırlanmıştır.İki arkadaş müthiş bir iş başarmanın verdiği gurur ve haz ile “Sillyon” şehrine doğru yola çıkarlar…
Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü yayınları arasında buluna Matthias Recke’nin kitabından yararlanarak anlattığım bu hikayenin ana fikrine gelmeliyim artık.
İlgilisi bu eseri mutlaka edinip okumalı.
Fotoğraflar ve çizimlerle desteklenen eser gerçekten de çok önemli..
Anlattığım ve sizin de okuduğunuz bu hikaye aslında bir projenin hikayesi.
Mimar Cemil Cahit Sönmez ile birlikte düşündüğümüz ve arkasında durduğumuz bir proje..
Perge Kartalı’nı evine çağırıyoruz.
Altın Kartal , 19 yüzyıl içerisinde çeşitli kereler kazılan ve araştırılan Perge şehrinden alınarak götürülmüş.
Bir çok eser artık yerinde değil..
Ferteklis koleksiyonunda olduğu bilinen Perge’nin altın kartalı , Roma Ulusal Müzesinde bulunuyor..
Antalya eserlerine sahip çıkmayı bilmeli.
Altın kartal yuvasına geri dönmeli..
Perge kartalını istiyoruz..
Onun yeri Perge şehri…Altın kartal şehrine geri dönmeli..

1 Şubat 2010 Pazartesi

PERGENİN HİKAYESİ

KÖŞE TAŞI REHA İLHAN


PHYRGİA ‘NIN HİKAYESİ (3)

Zamanın nasıl geçtiğini anlamamışlardı bile…Antalya’ya geleli bir gün olmuştu…Eggert yivli minarenin gölgesinde kaidede ki devşirme taşın detaylarını çizerken minarenin tepesinden gelen güçlü sesle irkildiler…Cuma namazı için Müslüman ahaliyi camiye çağıran müezzin onları da daldıkları rüyadan uyandırmış ve şehrin baskın kimliği ile tanıştırmıştı.
Antalyalıların kimi hızlı , kimi yavaş adımlarla caminin avlusunu doldururken onlarda acıktıklarını ve yorulduklarını fark edip kendilerine tahsis edilen konağa doğru jandarmanın rehberliğinde yürüdüler..
Ali yine oradaydı…Uzakta durduğu yerden bu insanlara saygıyla bakıyor ve onların neler yaptıklarını izliyordu.
Hirschfeld , Müsellim paşaya yaptığı ziyarette kendilerine gösterilen ilgi ve destekten dolayı teşekkür ederken ihtiyaçlarını karşılamak ve gezi hazırlıklarına başlamak için izin istedi..Müsellim ,sakalını sıvazlayarak dinlediği tercüman Yorgo’dan gözünü ayırarak Genç bilim adamlarına döndü ve parasını vermek kaydıyla her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere birisini görevlendireceğini bu kişinin aynı zamanda onlara rehberlik edeceğini de söyledi.Hirschfeld ‘in istediği tam da buydu..
Kendisine sunulan nar suyu şerbetini içip Antalya’nın sıcacık bahar güneşine attı kendini..
Mustafa , Antalya ile Manavgat arasında yapılan bütün taşımaların vazgeçilmez rehberiydi.Antalya da tırmanmadığı dağ inmediği obruk yoktu..Güçlü ve iri vücudu ile görenlere ayrı bir güven duygusu verirdi.Müsellim paşadan gelen bu çağrıyı kabul etmemesi için hiçbir nedeni yoktu..Avrupa dan gelen iki gence rehberlik edecek onları , Side’ye kadar götürecek sonra Anamas yaylasına çıkacaklardı…Müsellim paşa çok güvendiği Mustafa’ya gezi sonrası kendisine rapor vermesini de söylemişti.
Pazartesi günü Yabancılarla tophane de buluşmuş , yolculuk planını yapmışlardı..Almanların belirledikleri malzemelere Mustafa da eklemeler yaparak oluşturdukları listeyi Müsellim paşanın adamına verdiler…Hirschfeld tahmini bedeli deri cüzdan içinde verdi ve Mustafa ile birlikte yolculukta kullanacakları atları almak için hayvan pazarına gittiler…Ali hep peşlerindeydi…
Daha bir yaklaşmış hatta bir seferinde yabancılara limanda ki kaynaktan bir ibrik su getirerek yanlarına koymuş ve sessizce uzaklaşmıştı..
Eggert , karayağız gencin kendilerini izlediğini Mustafa’ya söyleyince ,Mustafa kalın bıyıklarının altından gülerek “Ali O” demişti…Kara Ali …hep gezer…çok yolculukta bana eşlik etti…Doğayı , tarihi , harabeleri çok sever..güçlü kuvvetlidir..Atların bakımında bize yararı olur..eğer isterseniz konuşurum onunla “..Artık ekipte O da vardır…
23 Nisan Perşembe….
Hirschfeld ve Eggert’in Antalya’ya gelişlerinin 7. günü…
Kentin her yerini gezip notlarını almış ve çizimlerini yapmışlardır..Kendilerine sunulan imkanlar yaptıkları bunca işe rağmen dinlenmelerini , güçlenmelerini ve çevreye uyumlarını sağlamıştır..
Müsellim paşa , istedikleri malzemelerin hazır olduğu haberini gönderdiğinde , Mustafa, Ali ile birlikte satın aldıkları atların beslenip tımarının yapıldığı ahırdaydılar..
Atlarda iyi görünüyordu…
Herkes ve her şey hazırdı…
Ertesi gün , 24 Nisan 1874 Cuma günü yola çıkmaya karar verdiler…
HERMANN EGGERT’in günlüğü….
“Cuma 24 nisan…
Phyrgia’ya ilk gezinin hazırlıkları yapılmıştı.H. ve ben erkenden yola çıktık, Mustafa bize eşlik etti; güzel vadi’ye inmek için yaklaşık bir saat yol kat ettik.Pamphylia duvarından ve birkaç savunma kulesinin yanından geçtik , oradan Pamphylia ovasına ulaştık.Güney yönündeki manzara tamamen boş , deniz gibi dümdüz bir ovaya hakimdi.iki yanda sıra dağlar uzanmaktaydı.Lykia kıyısı , tahtalı dağı ve Kilimaks ile muhteşem şekiller ve kaya kütleleri arasında romantik renk oyunları sunmaktaydı.İçinde ara sıra bir deve hörgücünün görüldüğü , hep aynı bodur çalılıkların olduğu ovadan geçen yol çok sıkıcıdır.Patika , genellikle kayalık ve rahatsız edicidir, bazen bir Yörük ailesi çadırıyla bu ıssızlığın içine yerleşmiştir.Az sayıda görülen su kaynaklarının üzeri alçak , küçük kubbelerle örtülmüştür……”

Gezi ekibi İzmir den getirtilen hem tercüman hem uşak olan Yorgo, bir Türk jandarma eri ,yaya olarak iki at bakıcısı ve rehber Mustafa’dan oluşmaktadır.Saat on gibi bir platonun yamacından daha alçak bir terasa ulaşırlar..Geniş bir Yörük yerleşkesidir burası..Ekibin geldiğini gören saldırgan görünüşlü köpekler ortalığı ayağa kaldırır..Yörükler gelen yabancılara bakmak için çadırlardan çıkmışlardır.Son çadırlardan birine yaklaşıp , biraz dinlenmek istediklerini söylerler..Yörükler konuklarını memnuniyetle misafir ederler.Yorgo’nun hazırlayıp paketlediği keçi etinden yiyen kaşifler biraz kestirdikten sonra yollarına devam ederler.
Çok sayıda mezar kalıntısının bulunduğu eski bir kilisenin yanından geçerek yaşlı çam ağaçlarından oluşan bir ormanlığa gelirler..
Arazi giderek alçalmaktadır…Yeşil şirin bir vadiye ulaştıklarında ansızın sağ taraflarında çok sayıda büyük kalıntılar la karşılaşırlar…Gezilerinin ilk durağına gelmişlerdir.
Karşılarında hayranlık uyandıran ve keşfedilmeyi bekleyen ihtişamlı şehir: PERGE dir..

PERGENİN TARİHİ

KÖŞE TAŞI REHA İLHAN


PHYRGİA ‘NIN HİKAYESİ (2)

Antalya limanı kitaplarda okuduklarından daha görkemli görünüyordu..Şehrin doğu ve batıda kurulan iki ayrı yapısı o kadar belirgin ve etkileyiciydi ki iki arkadaş farklı bir dünya’ya gelmiş kadar şaşkınlardı…40 metreye yükselen falezlerle birlikte yükselen şehir surları , görkemli burçlar ile müthiş bir etki yaratıyordu…
Antalya onlara hoş geldiniz derken ürkütmüş , tarihi varlıkları ile büyülemişti…
Hirschfeld , başını kuzey burçlarına doğru kaldırdığında , zindan kulesi ve arkasındaki cami ile birlikte gördüğü yapılar karşısında ne diyeceğini bilemedi..ilk bakışta üç ayrı kimlik birden görünüyordu.Bir şehir üç kimlik diye geçirdi içinden..şaşkınlığı yerini yavaş yavaş derin bir hayranlığa bırakıyordu…
Sarışın adam inanılmaz bir hızla çizdiği resimden başını kaldırıp arkadaşının çizimlerine bakan hayranlık dolu gözlerini görünce kalemini cebine koydu ve O anı Antalya ile ilk tanışma anını yaşamaya karar verdi…
Eggert , güçlü ve kararlı çizgileri ile başarılı bir mimar olacak ve en önemli eseri Frankfurt tren istasyonunu çizecekti…Hirschfeld Pamfilya gezisinden öğrendikleri ile Atina’da ki Olimpia’yı ayağa kaldıracak ve tarihe geçecekti.
Bu iki genç adam , şaşkınlıkla baka kaldıkları Antalya için hiçbir şey ifade etmedikleri günümüzde kendilerine yapılan bu haksızlığı anlayışla karşılayacak kadar hoş görülü ve idealistlerdi.Henüz yirmili tyaşların sonlarındaydılar…
Hirschfeld siyah dalgalı saçlarını eliyle geriye doğru taradı ve derin bir nefes aldı…Yivli bir minareye bakakalmış sabahın ilk ışıkları ile parlayan firuze rengi mozaiklerle süslü bu yapı , O nu bambaşka bir aleme götürmüştü.Hemen yanında kalın duvarları üstünde altı kubbesi ile Antalya Mevlevi hanesi , Hıristiyanlık öncesi bir yapı olduğu ilk bakışta anlaşılan bir tapınak, burçların arasından onları çağırıyordu sanki…
O anda kayıkçının kendilerine deli mi bu adamlar der gibi baktığını fark etti.Elini cebine attı ve İstanbul’dan tedarik ettiği mecidiyelerden 5 tanesini Balıkçının avucuna saydı..
Hüsmen Aga mecidiyeleri cebine atar atmaz kendilerine doğru gelen Antalya müsellimliği görevlisine doğru yürüdü..”Gavur bunlar çiziktirip durur birisi ama iyi adamlar dedi”Bir ağızda anlatı vermişti yabancıları görevliye…Vakur bir eda ile yabancılara yaklaşan gümrük görevlisine ceketinin iç cebinden çıkardığı belgeleri uzattı Hirschfeld…İç işleri bakanlığından aldıkları gezi ve araştırma belgeleriydi bunlar…Görevli onları Limanın hemen üstünde ki merdivenlerin yanında ki binaya götürdü.
Her taşı çizmek her yapıyı yanına almak telaşı içinde ki Eggert dokuzuncu çizim sayfasını bitirdiğinde gümrük işlemleri de bitmişti.Yanlarına bir asker verilecek ve bir rehber temin edilecekti.Sonra istedikleri yere gidebilir ve araştırmalarını yapabilirlerdi.Hiç kimse…ama hiç kimse neyi neden ve nasıl araştıracakları konusunda bir fikre sahip değildi..Evrakları deri çantasına düzgünce yerleştiren Alman Arkeolog Hirschfeld , yardımcısı mimar Eggert’e döndü ve hadi gidelim dedi.
Müsellim onlara kalacak bir ev ayarlamıştı bavulları onlardan önce konağa gitmiş , genç adamlar yanlarında güvenlik görevlisi ile kendilerini kararlılıkla çağıran yüksek minareye doğru yürümeye başlamışlardı.Eggert her basamağını sayıyordu 40 merdiven diye not aldı çizim kağıdının yanına…nefes nefese kalmışlardı..Dönüp arkalarına baktıklarında turkuvaz mavisi denizin ötesinde görkemli bey dağlarını gördüler…Eggert liman çıkışını ve dağları çizdi hemen…”iyi ki bir bavul dolusu çizim kağıdı getirdim “ dedi içinden…”İnanılmaz bir Dünya bu…İnanılmaz…”
Sola döndüler dar sokaklardan surların ardından gelen dalga seslerini dinleyerek Kuzey kapısına doğru yürüdüler…Sonra yine merdivenler ve işte kendilerini çağıran yivli minare karşılarındaydı…
Eggert gözlerine inanamıyordu…”müthiş bir bir sanat dedi arkadaşına…harika…” Kesme taştan kaide üzerine tuğla ve firuze renkli mozaiklerden yapılmış tam sekiz yivden oluşan bir anıt yapı…
Akdeniz’e dönük yüzü ile bir tapınak ve imarethane…üstünde Mevlevi babalarının girip çıktığı kalın duvarlı güçlü bir yapı…
Kırık bir Roma sütunun üzerine oturup çizimleri yapmaya başladılar…
Gözleri başka hiçbir şeyi görmüyordu…
Oysa onları uzaktan izleyen derin siyah gözleri ve çatık kaşları ile bir Anadolu genci vardı…
Tophanede içtiği çayın ardından geldiği Mevlevi hanenin üstünden bu garip davranışlı insanları izliyordu…
Ali’nin kanı kaynamıştı nedense bu insanlara…

31 Ocak 2010 Pazar

PERGE...136 YIL ÖNCE...

KÖŞE TAŞI REHA İLHAN


PHYRGİA ‘NIN HİKAYESİ (1)

136 yıl oldu…Alman bilim insanı Gustav Hirschfeld , Pamfilya ve Psidya bölgesine geldiğinde neredeyse her yer antik kent kalıntısı ile doluydu.
Yukarıdaki cümleyi tekrar okuyun.
Bilim insanlarının hayatlarının en güzel keşiflerini yaptıkları Pamfilya bölgesi insan uygarlığının özgürce geliştiği muhteşem bir coğrafyaydı…
136 yıl ….İki kuşak….
Yani bu gün 70 yaşında olan insanların dedelerinin çağı…O günlerin çocukları bu gün bizim dedelerimiz.
Yok olan şeyin ne kadar büyük ve önemli olduğunu anlatabilmek için bu kısa insan hayatı dilimini kavramanız gerekiyor…
Berlin Müzeleri adına ve Prusya Bilimler Akademisi’nin parasal desteği ile yapılan bu araştırma gezisinin bize maliyetini ölçemiyoruz..Çünkü Perge de neler olduğunu bu gün bile bilmiyoruz …
Hirschfeld’in çizimleri ve notları 1922 yılında kısa bir makalede yer aldı.Ama hala hak ettiği ilgiyi görmedi.
Sizinle 136 yıl öncesine gitmek ve yaşadığımız coğrafyayı O günün kaşiflerinin gözünden yaşamak istiyorum…Bana eşlik edermisiniz.?...

21 Mart 1874 sabah saat 8-45 …Berlin tren istasyonu her zamanki gibi kalabalık…
Berlin – Krakov – Odessa treninin kalkmasına 5 dakika kalmış..Koşuşturan yolcuların arasında iki genç bilim adamı da var…Hirschfeld ve Eggert..Odessadan gemiyle İstanbula geçecek ve Anadolu ‘da heyecan dolu maceraları başlayacak. Gençler hiç olmadıkları kadar heyecanlılar…Anadolu’nun onlara neler sunabileceğinden habersiz kompartımanlarına yerleşiyorlar…
Önce İstanbul karşılıyor onları…Yedi tepesinden yükselen minareleri ile …
Uzun bir süre kalıyorlar İstanbul’da…
Hirschfeld Gördüklerinin inanılmaz güzellikleri ile Anadolu’ya geçmek için sabırsızlanıyor..Eggert gemi ile İzmir’e geçip , Sardes te çalışıyor.Orada ki yazıtların kopyalarını çıkarıp , trenle gelen Hirschfeld ile İzmir’de buluşuyorlar…Birlikte gemi ile Rodos adasına geçip ,kısa bir süre adada kalan iki genç kaşif bir İngiliz buharlı gemisi ile Antalya ‘ya ulaşırlar…
16 Nisan 1874 yılında sıcak ve yasemin kokulu bir sabah ..Antalya limanı açıklarında demirleyen İngiliz gemisini gören Ali , tophane çay bahçesinde hasır taburede oturmuş çayını içiyordu..Gözü hep ufuklarda yeni arayışlardaydı.Neredeyse hiç yerinde durmazdı...Mahalleli O’nu bir görür 5 gün görmezdi.Kara yağız delikanlıya gönlünü kaptıran kızlar gözü yaşlı bakarlardı onun ardından…Dağlara , taşlara bu kadar hayranlık duyan bu gencin sevdası büyüktü…O doğaya , kaybolmaya yüz tutmuş tarihi yapılara sevdalıydı.Çayından bir yudum daha aldı.Gemiye yanaşan sandala binen iki kişiyi zorlukla seçti gözleri…Güneş Akdeniz de yükseliyordu…
Ayakkabılarını ıslatacak kadar çok su dolu eski sandalda ürkek ve şaşkın bakışlarla kenti çevreleyen surlara dalmıştı iki genç…Nasıl görkemli ve heybetliydi…Burçlarla güçlenmiş surlar kentin çok korunaklı olduğunu hissettiriyordu.Balıkçılar güney burcunu dönmüş sahile yanaşırlarken İngiliz gemisinden aldığı iki yolcusu ile Hüsmen aga küreklere sert ve güçlü hamlelerle asılıyor ama bavulların ağırlığı onu zorluyordu.Sarı saçlı olan mavi gözleri ile büyülenmiş gibi Surlara bakıyor diğeri ceketinin iç cebinden çıkardığı deftere bir şeyler çiziyordu…Hüsmen aga “Bir garip oluyor bu gavurlar” diye geçirdi içinden…Limanın ağzından giriş yaparlarken Sarı saçlı derin bir rüyadan uyanmış gibi diğerine hızlı hızlı bir şeyler anlatmaya başladı…Sandal heyecanlı gençlerin hareketleri ile sallanmaya başlayınca Hüsmen aga kürekler ile dengeyi sağlamaya çalışarak sandalın burnunu kıyıya vurdu…İki genç nereye geldiklerini anlamaya çalışırken kocaman açılmış gözlerinden ruhlarına işleyen bir maceranın başlangıcında olduklarının farkındalar dı…
Ali kıyıya çıkan yabancıları , dikkatle ve evlerinden çıkıp uzaklara gelen bu insanların yaşadığı şaşkınlığa aşina bir hayranlıkla izlemişti…Yolları kesişecek olan bu insanların ortak noktaları güçlü merak ve öğrenme istekleriydi…