KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
PHYRGİA ‘NIN HİKAYESİ (2)
Antalya limanı kitaplarda okuduklarından daha görkemli görünüyordu..Şehrin doğu ve batıda kurulan iki ayrı yapısı o kadar belirgin ve etkileyiciydi ki iki arkadaş farklı bir dünya’ya gelmiş kadar şaşkınlardı…40 metreye yükselen falezlerle birlikte yükselen şehir surları , görkemli burçlar ile müthiş bir etki yaratıyordu…
Antalya onlara hoş geldiniz derken ürkütmüş , tarihi varlıkları ile büyülemişti…
Hirschfeld , başını kuzey burçlarına doğru kaldırdığında , zindan kulesi ve arkasındaki cami ile birlikte gördüğü yapılar karşısında ne diyeceğini bilemedi..ilk bakışta üç ayrı kimlik birden görünüyordu.Bir şehir üç kimlik diye geçirdi içinden..şaşkınlığı yerini yavaş yavaş derin bir hayranlığa bırakıyordu…
Sarışın adam inanılmaz bir hızla çizdiği resimden başını kaldırıp arkadaşının çizimlerine bakan hayranlık dolu gözlerini görünce kalemini cebine koydu ve O anı Antalya ile ilk tanışma anını yaşamaya karar verdi…
Eggert , güçlü ve kararlı çizgileri ile başarılı bir mimar olacak ve en önemli eseri Frankfurt tren istasyonunu çizecekti…Hirschfeld Pamfilya gezisinden öğrendikleri ile Atina’da ki Olimpia’yı ayağa kaldıracak ve tarihe geçecekti.
Bu iki genç adam , şaşkınlıkla baka kaldıkları Antalya için hiçbir şey ifade etmedikleri günümüzde kendilerine yapılan bu haksızlığı anlayışla karşılayacak kadar hoş görülü ve idealistlerdi.Henüz yirmili tyaşların sonlarındaydılar…
Hirschfeld siyah dalgalı saçlarını eliyle geriye doğru taradı ve derin bir nefes aldı…Yivli bir minareye bakakalmış sabahın ilk ışıkları ile parlayan firuze rengi mozaiklerle süslü bu yapı , O nu bambaşka bir aleme götürmüştü.Hemen yanında kalın duvarları üstünde altı kubbesi ile Antalya Mevlevi hanesi , Hıristiyanlık öncesi bir yapı olduğu ilk bakışta anlaşılan bir tapınak, burçların arasından onları çağırıyordu sanki…
O anda kayıkçının kendilerine deli mi bu adamlar der gibi baktığını fark etti.Elini cebine attı ve İstanbul’dan tedarik ettiği mecidiyelerden 5 tanesini Balıkçının avucuna saydı..
Hüsmen Aga mecidiyeleri cebine atar atmaz kendilerine doğru gelen Antalya müsellimliği görevlisine doğru yürüdü..”Gavur bunlar çiziktirip durur birisi ama iyi adamlar dedi”Bir ağızda anlatı vermişti yabancıları görevliye…Vakur bir eda ile yabancılara yaklaşan gümrük görevlisine ceketinin iç cebinden çıkardığı belgeleri uzattı Hirschfeld…İç işleri bakanlığından aldıkları gezi ve araştırma belgeleriydi bunlar…Görevli onları Limanın hemen üstünde ki merdivenlerin yanında ki binaya götürdü.
Her taşı çizmek her yapıyı yanına almak telaşı içinde ki Eggert dokuzuncu çizim sayfasını bitirdiğinde gümrük işlemleri de bitmişti.Yanlarına bir asker verilecek ve bir rehber temin edilecekti.Sonra istedikleri yere gidebilir ve araştırmalarını yapabilirlerdi.Hiç kimse…ama hiç kimse neyi neden ve nasıl araştıracakları konusunda bir fikre sahip değildi..Evrakları deri çantasına düzgünce yerleştiren Alman Arkeolog Hirschfeld , yardımcısı mimar Eggert’e döndü ve hadi gidelim dedi.
Müsellim onlara kalacak bir ev ayarlamıştı bavulları onlardan önce konağa gitmiş , genç adamlar yanlarında güvenlik görevlisi ile kendilerini kararlılıkla çağıran yüksek minareye doğru yürümeye başlamışlardı.Eggert her basamağını sayıyordu 40 merdiven diye not aldı çizim kağıdının yanına…nefes nefese kalmışlardı..Dönüp arkalarına baktıklarında turkuvaz mavisi denizin ötesinde görkemli bey dağlarını gördüler…Eggert liman çıkışını ve dağları çizdi hemen…”iyi ki bir bavul dolusu çizim kağıdı getirdim “ dedi içinden…”İnanılmaz bir Dünya bu…İnanılmaz…”
Sola döndüler dar sokaklardan surların ardından gelen dalga seslerini dinleyerek Kuzey kapısına doğru yürüdüler…Sonra yine merdivenler ve işte kendilerini çağıran yivli minare karşılarındaydı…
Eggert gözlerine inanamıyordu…”müthiş bir bir sanat dedi arkadaşına…harika…” Kesme taştan kaide üzerine tuğla ve firuze renkli mozaiklerden yapılmış tam sekiz yivden oluşan bir anıt yapı…
Akdeniz’e dönük yüzü ile bir tapınak ve imarethane…üstünde Mevlevi babalarının girip çıktığı kalın duvarlı güçlü bir yapı…
Kırık bir Roma sütunun üzerine oturup çizimleri yapmaya başladılar…
Gözleri başka hiçbir şeyi görmüyordu…
Oysa onları uzaktan izleyen derin siyah gözleri ve çatık kaşları ile bir Anadolu genci vardı…
Tophanede içtiği çayın ardından geldiği Mevlevi hanenin üstünden bu garip davranışlı insanları izliyordu…
Ali’nin kanı kaynamıştı nedense bu insanlara…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder