KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
PHYRGİA ‘NIN HİKAYESİ (1)
136 yıl oldu…Alman bilim insanı Gustav Hirschfeld , Pamfilya ve Psidya bölgesine geldiğinde neredeyse her yer antik kent kalıntısı ile doluydu.
Yukarıdaki cümleyi tekrar okuyun.
Bilim insanlarının hayatlarının en güzel keşiflerini yaptıkları Pamfilya bölgesi insan uygarlığının özgürce geliştiği muhteşem bir coğrafyaydı…
136 yıl ….İki kuşak….
Yani bu gün 70 yaşında olan insanların dedelerinin çağı…O günlerin çocukları bu gün bizim dedelerimiz.
Yok olan şeyin ne kadar büyük ve önemli olduğunu anlatabilmek için bu kısa insan hayatı dilimini kavramanız gerekiyor…
Berlin Müzeleri adına ve Prusya Bilimler Akademisi’nin parasal desteği ile yapılan bu araştırma gezisinin bize maliyetini ölçemiyoruz..Çünkü Perge de neler olduğunu bu gün bile bilmiyoruz …
Hirschfeld’in çizimleri ve notları 1922 yılında kısa bir makalede yer aldı.Ama hala hak ettiği ilgiyi görmedi.
Sizinle 136 yıl öncesine gitmek ve yaşadığımız coğrafyayı O günün kaşiflerinin gözünden yaşamak istiyorum…Bana eşlik edermisiniz.?...
21 Mart 1874 sabah saat 8-45 …Berlin tren istasyonu her zamanki gibi kalabalık…
Berlin – Krakov – Odessa treninin kalkmasına 5 dakika kalmış..Koşuşturan yolcuların arasında iki genç bilim adamı da var…Hirschfeld ve Eggert..Odessadan gemiyle İstanbula geçecek ve Anadolu ‘da heyecan dolu maceraları başlayacak. Gençler hiç olmadıkları kadar heyecanlılar…Anadolu’nun onlara neler sunabileceğinden habersiz kompartımanlarına yerleşiyorlar…
Önce İstanbul karşılıyor onları…Yedi tepesinden yükselen minareleri ile …
Uzun bir süre kalıyorlar İstanbul’da…
Hirschfeld Gördüklerinin inanılmaz güzellikleri ile Anadolu’ya geçmek için sabırsızlanıyor..Eggert gemi ile İzmir’e geçip , Sardes te çalışıyor.Orada ki yazıtların kopyalarını çıkarıp , trenle gelen Hirschfeld ile İzmir’de buluşuyorlar…Birlikte gemi ile Rodos adasına geçip ,kısa bir süre adada kalan iki genç kaşif bir İngiliz buharlı gemisi ile Antalya ‘ya ulaşırlar…
16 Nisan 1874 yılında sıcak ve yasemin kokulu bir sabah ..Antalya limanı açıklarında demirleyen İngiliz gemisini gören Ali , tophane çay bahçesinde hasır taburede oturmuş çayını içiyordu..Gözü hep ufuklarda yeni arayışlardaydı.Neredeyse hiç yerinde durmazdı...Mahalleli O’nu bir görür 5 gün görmezdi.Kara yağız delikanlıya gönlünü kaptıran kızlar gözü yaşlı bakarlardı onun ardından…Dağlara , taşlara bu kadar hayranlık duyan bu gencin sevdası büyüktü…O doğaya , kaybolmaya yüz tutmuş tarihi yapılara sevdalıydı.Çayından bir yudum daha aldı.Gemiye yanaşan sandala binen iki kişiyi zorlukla seçti gözleri…Güneş Akdeniz de yükseliyordu…
Ayakkabılarını ıslatacak kadar çok su dolu eski sandalda ürkek ve şaşkın bakışlarla kenti çevreleyen surlara dalmıştı iki genç…Nasıl görkemli ve heybetliydi…Burçlarla güçlenmiş surlar kentin çok korunaklı olduğunu hissettiriyordu.Balıkçılar güney burcunu dönmüş sahile yanaşırlarken İngiliz gemisinden aldığı iki yolcusu ile Hüsmen aga küreklere sert ve güçlü hamlelerle asılıyor ama bavulların ağırlığı onu zorluyordu.Sarı saçlı olan mavi gözleri ile büyülenmiş gibi Surlara bakıyor diğeri ceketinin iç cebinden çıkardığı deftere bir şeyler çiziyordu…Hüsmen aga “Bir garip oluyor bu gavurlar” diye geçirdi içinden…Limanın ağzından giriş yaparlarken Sarı saçlı derin bir rüyadan uyanmış gibi diğerine hızlı hızlı bir şeyler anlatmaya başladı…Sandal heyecanlı gençlerin hareketleri ile sallanmaya başlayınca Hüsmen aga kürekler ile dengeyi sağlamaya çalışarak sandalın burnunu kıyıya vurdu…İki genç nereye geldiklerini anlamaya çalışırken kocaman açılmış gözlerinden ruhlarına işleyen bir maceranın başlangıcında olduklarının farkındalar dı…
Ali kıyıya çıkan yabancıları , dikkatle ve evlerinden çıkıp uzaklara gelen bu insanların yaşadığı şaşkınlığa aşina bir hayranlıkla izlemişti…Yolları kesişecek olan bu insanların ortak noktaları güçlü merak ve öğrenme istekleriydi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder