KÖŞETAŞI REHA İLHAN
SÜT GÜNLÜKLERİ (3)
SÜT LÜ SİYASET
Türkiye’nin kötü yönetildiğini düşünüyorum.
Bunu bir çok kez yazdığım için zaten biliyorsunuz.
İnsanlarımızın öldürüldüğünü duyduğumda içimde ki sıkıntıyı anlatamam.
Kadınlarımızın, çocuklarımızın, gencecik Mehmetçiklerimizin…
Huzurlu bir hayatımız olsun diye seçip , üstüne maaş ödediğimiz siyasetçilerin bu durum karşısında takındıkları tavır ve söyledikleri sözler , her ölüm haberi ile birlikte canımı bir kez daha yakıyor.
Bu kadar kötüsüne layık olmak ise daha büyük bir can acıtıcı durum.
Antalya Büyükşehir Belediyesi , Antalya’da ki bütün çocuklara süt içireceğim diye bir proje yapınca , Başbakan’ın ağzından siyasi bir polemiğin içine çekildi.
“Harika bir iş ,hükümet’te yardımcı olsun ,çocuklarımız her gün bir bardak süt içsin , hayvancılığımız da gelişsin “ demesini beklediğiniz kişi bu konuyu istismar edince sinirler gerildi.
Antalya yerel yönetimi ile merkezi yönetim arasında ki bütün ipler kopma noktasına geldi.
Yapılan işin güzelliği unutuldu , kaç çocuğa sütün verildiği bütün projenin önüne geçti.
Büyükşehir Belediyesi , yaptığı işin güzelliğini ve gerekliliğini unutup kaç çocuğa süt verdiğini kanıtlama derdine düştü.
Süt dağıtım ekibi ile birlikte Çamlıbel mahallesinde evlere süt dağıtırken yaşadığımız bütün zorlukların ötesinde de bu gerginlik hissediliyor.
Kime ne kadar veriyoruz ve verdiğimiz kişinin kimliği çocuklarımıza süt içirme fikrinin önünde.
Bu proje bu ruh hali ile yürütülemez.
Bu proje kötü siyasetin polemiğine kurban edilemez.
Çocuklarımıza ve annelerine süt içirmek istiyorsak ,kötü siyasi fikirlerin gölgesinde kalmamayı da başarmalıyız.
Büyükşehir Belediyesi süt projesinin dağıtım stratejisini ve planlamasını yeniden yapmalı.
Kendisine ait fiziki binalarda sabah kahvaltıları düzenlemeli,belirlediği aileleri bu toplantılara davet etmeli.Doktorları ve eğitmenleri ile büyük bir proje gurubu oluşturup davete katılanlara her türlü hizmeti vermeli.Çocuklarının sütlerini de…
Sokak sokak ev arayan araçların ,sütünü alan aileleri evlerine bırakmaları, bu gün yapmaya çalıştıklarından on kat daha az mazot harcamalarını da sağlar.
Büyükşehir’in yaptığı projeden ciddi kuşkusu olan ne benim , ne de Antalyalılar.Gergin , asabi ve suçlayıcı olan Büyükşehir belediyesinin yanlış proje uygulayıcıları.
Yanlış projeyi savunacaklarına ,yaptıkları işin analizini yapıp doğru proje uygulamaları doğru dağıtım stratejisi bulmaları en doğrusu.
İnsanlarla temas , onlarla üçüncü dereceden ilişki kurma konusunda giderek zayıflayan Büyükşehir belediye başkanı ,bütün siyasi partileri ziyaret edip yaptıklarını onlara anlatmalı ve onları da dinlemeli.
Başbakan’ın genel başkanı olduğu partinin il başkanını süt dağıtım projesi ile ilgili bilgilendirmeli ve görüşünü almalı.
Hükümet süt dağıtımı için okulların kullanılmasına izin vermiyorsa bunu O partinin il başkanının bilmesi ve düşüncesini açıklaması gerekmez mi?
Okullarda süt dağıtılmasına izin verilmeyen Büyükşehir belediyesi kocaman bir tır’ı okulların kapısına dayayıp çocuklarımıza süt dağıtamaz mı?
Süt günlüklerinin son sözünü Büyükşehir Belediye başkanına söylemek istiyorum.
Yaptıklarınız sokaklarda hiç iyi konuşulmuyor.
Yaptığınız bir yanlış, on doğruyu götürüyor.
30 Temmuz 2011 Cumartesi
28 Temmuz 2011 Perşembe
ONLAR Kİ SUDA BALIK....
KÖŞETAŞI REHA İLHAN
SÜT GÜNLÜKLERİ (2)
ÇOCUKLAR …BİZİM ÇOCUKLARIMIZ.
Önde Dağıtım ekibi arkada “ben ve sütler” Çamlıbel mahallesine gidiyoruz.
Çocuklarımız süt içsin diye , sağlıklı ve akıllı olsunlar diye onlara süt götürüyoruz.
Süt gibi güçlü , süt gibi ak olsunlar diye..
İlk çocuğumuzu buluyoruz.11 yaşında cin gibi bir çocuk.Sorulara hızla yanıt veriyor.Ahh bir de soru sorabilse…Bunun için yollardayız.Süt içsinler..soru sorabilsinler,sorgulayıp üretsinler diye..
Biraz buruluyorum.Süt içen cin gibi çocuk “spor yapmadığını” söylüyor.…
Sağlam akıl , Sağlam bedende bulunur ..Diyorum kendi kendime…Süt içiyor..bir de spor yapsa…
Sokaklarımızı arıyoruz sokaklar arasında…Uzun sürüyor….Güneş daha ilk bir saatte ben buradayım diyor bize..
Caminin ilerisinde duruyoruz.
Elimi yüzümü yıkamaya koşuyorum…Caminin bahçesinde küçücük kızlar, oğlanlar var..Kuran kursundalar….Çeşmeyi soruyorum…gösteriyorlar…Isınmış su akıyor musluktan…Yüzümü ısıtıyor serinleteceğine..
Evde olmayan bir aileyi geride bırakıyoruz.Kapısına da bir not …Burcu “Eve gelince bizi ararlar tekrar geliriz “diyor..
Güneşin altında ıssız ve sıcak sokaklarda çocuklarımızı aramaya devam ediyoruz.
Bulduğumuz aile,”Biz sütümüzü aldık” diyor.
Şaşırıyorum…
Çamlıbel Aile Eğitim Merkezinden almışlar.
Listede bir sonra ki aileyi bulmak için sokaklara dönüyoruz tekrar.
Yaşlı kadın perdenin arasından uzatıyor kafasını.Gelini için , torunu için alıyor sütleri elimizden.
Kapının dibinde ki zeytin ağacını gösteriyorum.İri zeytinleri seviyorum elimle.”zeytinleriniz de çok güzelmiş” diyorum.Yüzü ışıldıyor.Bir yıl çok bir yıl az verirler diyor..Seviniyor bizi gördüğüne.
Mart ayında başlayan süt dağıtım projesi çok zor şartlarda sürdürülüyor.Büyük bir özveri ile.
Daha önce geldiklerinde bulamadıkları aileleri evde bulduklarında iki aylık sütlerini veriyorlar.
Sütleri alan genç adam ,eliyle karşıda ki evi gösteriyor,”onlara da veriyorsunuz galiba , ama evde yoklar” diyor.
Burcu listeye notlar alıyor.Ziyaret kağıdını bırakıyor kapıya.Her ihtimale karşı genç adama dönüp “geldiklerinde bizi arasınlar “diyor.
Çamlıbel mahallesinin “uzay kafes” sistemli kapalı Pazar yeri var.Bunca yoksulluğun , bunca imar hukuksuzluğunun ortasında bir garip duruyor.Sadece O’na baksanız , çevresinde ki harabe evleri görmeseniz bir başka hayat var sanırsınız.Oysa Pazar yeri bom boş.İnsansız.Ne in var ortalarda…Ne de cin…Kuşlar bile bu yabancı yapıdan uzak duruyorlar.Belediyeciliği bilmeyen insanların bozduğu şehir hayatının anıtı gibi.Yoksulluk içinde yaşamaya çalışan insanlara belediyenin bir armağanı…
Sokaklarında süt dağıttığımız bir şehrin uzay teknolojili Pazar yeri…
Eminim bu kocaman yapıdan gurur duyuyordur belediye başkanı.. Eminim heybetli görünüşü ile nasıl bir hayatı örttüğünü de biliyordur..
Bir çok kez gelip önünden , yanından geçerek çocuklarımızı arayacağız…
Saatler geçiyor…Arabada ki sütler azalıyor…
Yoruluyoruz ,ama ev arama kararlılığımız hiç eksilmiyor…
Bir çocuk daha süt içecek …Gözlerimiz sokak tabelalarında…dolaşıyoruz..
SÜT GÜNLÜKLERİ (2)
ÇOCUKLAR …BİZİM ÇOCUKLARIMIZ.
Önde Dağıtım ekibi arkada “ben ve sütler” Çamlıbel mahallesine gidiyoruz.
Çocuklarımız süt içsin diye , sağlıklı ve akıllı olsunlar diye onlara süt götürüyoruz.
Süt gibi güçlü , süt gibi ak olsunlar diye..
İlk çocuğumuzu buluyoruz.11 yaşında cin gibi bir çocuk.Sorulara hızla yanıt veriyor.Ahh bir de soru sorabilse…Bunun için yollardayız.Süt içsinler..soru sorabilsinler,sorgulayıp üretsinler diye..
Biraz buruluyorum.Süt içen cin gibi çocuk “spor yapmadığını” söylüyor.…
Sağlam akıl , Sağlam bedende bulunur ..Diyorum kendi kendime…Süt içiyor..bir de spor yapsa…
Sokaklarımızı arıyoruz sokaklar arasında…Uzun sürüyor….Güneş daha ilk bir saatte ben buradayım diyor bize..
Caminin ilerisinde duruyoruz.
Elimi yüzümü yıkamaya koşuyorum…Caminin bahçesinde küçücük kızlar, oğlanlar var..Kuran kursundalar….Çeşmeyi soruyorum…gösteriyorlar…Isınmış su akıyor musluktan…Yüzümü ısıtıyor serinleteceğine..
Evde olmayan bir aileyi geride bırakıyoruz.Kapısına da bir not …Burcu “Eve gelince bizi ararlar tekrar geliriz “diyor..
Güneşin altında ıssız ve sıcak sokaklarda çocuklarımızı aramaya devam ediyoruz.
Bulduğumuz aile,”Biz sütümüzü aldık” diyor.
Şaşırıyorum…
Çamlıbel Aile Eğitim Merkezinden almışlar.
Listede bir sonra ki aileyi bulmak için sokaklara dönüyoruz tekrar.
Yaşlı kadın perdenin arasından uzatıyor kafasını.Gelini için , torunu için alıyor sütleri elimizden.
Kapının dibinde ki zeytin ağacını gösteriyorum.İri zeytinleri seviyorum elimle.”zeytinleriniz de çok güzelmiş” diyorum.Yüzü ışıldıyor.Bir yıl çok bir yıl az verirler diyor..Seviniyor bizi gördüğüne.
Mart ayında başlayan süt dağıtım projesi çok zor şartlarda sürdürülüyor.Büyük bir özveri ile.
Daha önce geldiklerinde bulamadıkları aileleri evde bulduklarında iki aylık sütlerini veriyorlar.
Sütleri alan genç adam ,eliyle karşıda ki evi gösteriyor,”onlara da veriyorsunuz galiba , ama evde yoklar” diyor.
Burcu listeye notlar alıyor.Ziyaret kağıdını bırakıyor kapıya.Her ihtimale karşı genç adama dönüp “geldiklerinde bizi arasınlar “diyor.
Çamlıbel mahallesinin “uzay kafes” sistemli kapalı Pazar yeri var.Bunca yoksulluğun , bunca imar hukuksuzluğunun ortasında bir garip duruyor.Sadece O’na baksanız , çevresinde ki harabe evleri görmeseniz bir başka hayat var sanırsınız.Oysa Pazar yeri bom boş.İnsansız.Ne in var ortalarda…Ne de cin…Kuşlar bile bu yabancı yapıdan uzak duruyorlar.Belediyeciliği bilmeyen insanların bozduğu şehir hayatının anıtı gibi.Yoksulluk içinde yaşamaya çalışan insanlara belediyenin bir armağanı…
Sokaklarında süt dağıttığımız bir şehrin uzay teknolojili Pazar yeri…
Eminim bu kocaman yapıdan gurur duyuyordur belediye başkanı.. Eminim heybetli görünüşü ile nasıl bir hayatı örttüğünü de biliyordur..
Bir çok kez gelip önünden , yanından geçerek çocuklarımızı arayacağız…
Saatler geçiyor…Arabada ki sütler azalıyor…
Yoruluyoruz ,ama ev arama kararlılığımız hiç eksilmiyor…
Bir çocuk daha süt içecek …Gözlerimiz sokak tabelalarında…dolaşıyoruz..
SÜT İÇMEK GÜZELDİR..
KÖŞETAŞI REHA İLHAN
SÜT GÜNLÜKLERİ (1)
ÇOCUKLAR SÜT İÇSİN DİYE
Antalya caddelerinde yürüyorsanız görmemeniz mümkün değil.
Değişen rakamlarla da olsa Çocuklara süt dağıtıldığını , Büyükşehir belediyesinin çalıştığını bilmemeniz mümkün değil.
Büyükşehir belediyesi çalışıyor ve çocuklarımıza her gün süt dağıtıyor…
İster gazeteci merakı deyin,ister siyasi polemik konusu .İstediğinizi söyleyebilirsiniz, Büyükşehir belediye başkanlığını aradım ve süt dağıtım projesini izlemek istediğimi söyledim.
Önce Basın bürosundan Veysi bey aradı,bütün bilgileri gazeteye ileteceğini söyledi.
Sonra Sencer bey aradı hangi gün istersem dağıtım ekibi ile birlikte dağıtımı izleyebileceğimi belirtti.
Harikasınız dedim ikisine de …Kamu hizmeti yapanların işte bu kadar açık ve denetlenebilir olması gerekir.
Salı sabahı için randevulaştık.Mustafa Kaptan ile buluşup Büyükşehir Belediyesinin Aş Evi’ne gittik.
Pırıl pırıl insanlar karşıladı beni.Üç genç sosyolog.
Üniversite mezunu üç genç kız.
Üç araç , üç şoför ve üç sosyolog ,dört bölgeye süt dağıtmaya çıktılar.
Ben içi süt kolileri ile dolu minibüs’e bindim..
Elinde görev listesi ile Burcu ,Direksiyonda Mustafa kaptan ,arabada sütler yola çıktık.
Çamlıbel mahallesinde sokak arıyoruz.Sokağı bulunca ev.Evi bulunca içinde yaşayanları.
Zor bir iş…
Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler dairesi uzmanları önce alan araştırması yapıyorlar.Aileleri tespit ediyorlar.Süt verilecek çocuklar bulundukları bölgelere göre listelenip dağıtım ekiplerine veriliyor.
Sonra arkada sütler ellerinde listelerle yola çıkıyor dağıtım ekipleri.
Her mesai günü…Her sabah.
Vahşi imar uygulaması ile yaşanmaz hale gelen Kepez caddelerinden geçiyoruz.
Yirmi metrelik , otuz metrelik caddeler açan ,beş yıllık hizmet süresince Kepez’i şehir kimliğine yaklaştıran Mehmet Atay’ın adını verdikleri caddeden geçerken içim acıyor.
Yüksek gerilim hattının yarattığı manyetik alanın etkisi de olabilir duyduğum bu iç acısı, güzel işler yapan bir belediye başkanına yakışıksız bir karşı duruş da…
Antalya’da ki bütün belediye başkanlarını siyah mersedesleri ile Mehmet Atay caddesinden geçmeye davet ediyorum.
Ve yorumu onlara bırakıyorum.
Bir caddenin nasıl olmaması gerektiğini görüp anlarlar belki.
Belki de İlçelerine en güzel caddeleri , bulvarları açan bir insanın adını neden böyle bir caddeye verdiklerini Antalyalılara açıklayabilirler.
Önde dağıtım ekibi, arkada “ben ve sütler”” O günkü çocuklarımızı bulmaya gidiyoruz.
SÜT GÜNLÜKLERİ (1)
ÇOCUKLAR SÜT İÇSİN DİYE
Antalya caddelerinde yürüyorsanız görmemeniz mümkün değil.
Değişen rakamlarla da olsa Çocuklara süt dağıtıldığını , Büyükşehir belediyesinin çalıştığını bilmemeniz mümkün değil.
Büyükşehir belediyesi çalışıyor ve çocuklarımıza her gün süt dağıtıyor…
İster gazeteci merakı deyin,ister siyasi polemik konusu .İstediğinizi söyleyebilirsiniz, Büyükşehir belediye başkanlığını aradım ve süt dağıtım projesini izlemek istediğimi söyledim.
Önce Basın bürosundan Veysi bey aradı,bütün bilgileri gazeteye ileteceğini söyledi.
Sonra Sencer bey aradı hangi gün istersem dağıtım ekibi ile birlikte dağıtımı izleyebileceğimi belirtti.
Harikasınız dedim ikisine de …Kamu hizmeti yapanların işte bu kadar açık ve denetlenebilir olması gerekir.
Salı sabahı için randevulaştık.Mustafa Kaptan ile buluşup Büyükşehir Belediyesinin Aş Evi’ne gittik.
Pırıl pırıl insanlar karşıladı beni.Üç genç sosyolog.
Üniversite mezunu üç genç kız.
Üç araç , üç şoför ve üç sosyolog ,dört bölgeye süt dağıtmaya çıktılar.
Ben içi süt kolileri ile dolu minibüs’e bindim..
Elinde görev listesi ile Burcu ,Direksiyonda Mustafa kaptan ,arabada sütler yola çıktık.
Çamlıbel mahallesinde sokak arıyoruz.Sokağı bulunca ev.Evi bulunca içinde yaşayanları.
Zor bir iş…
Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler dairesi uzmanları önce alan araştırması yapıyorlar.Aileleri tespit ediyorlar.Süt verilecek çocuklar bulundukları bölgelere göre listelenip dağıtım ekiplerine veriliyor.
Sonra arkada sütler ellerinde listelerle yola çıkıyor dağıtım ekipleri.
Her mesai günü…Her sabah.
Vahşi imar uygulaması ile yaşanmaz hale gelen Kepez caddelerinden geçiyoruz.
Yirmi metrelik , otuz metrelik caddeler açan ,beş yıllık hizmet süresince Kepez’i şehir kimliğine yaklaştıran Mehmet Atay’ın adını verdikleri caddeden geçerken içim acıyor.
Yüksek gerilim hattının yarattığı manyetik alanın etkisi de olabilir duyduğum bu iç acısı, güzel işler yapan bir belediye başkanına yakışıksız bir karşı duruş da…
Antalya’da ki bütün belediye başkanlarını siyah mersedesleri ile Mehmet Atay caddesinden geçmeye davet ediyorum.
Ve yorumu onlara bırakıyorum.
Bir caddenin nasıl olmaması gerektiğini görüp anlarlar belki.
Belki de İlçelerine en güzel caddeleri , bulvarları açan bir insanın adını neden böyle bir caddeye verdiklerini Antalyalılara açıklayabilirler.
Önde dağıtım ekibi, arkada “ben ve sütler”” O günkü çocuklarımızı bulmaya gidiyoruz.
26 Temmuz 2011 Salı
LOZAN ANTLAŞMASININ 88. YILI
KÖŞETAŞI REHA İLHAN
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE LOZAN
24 Temmuz Lozan antlaşmasının imzalandığı gün.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün Dünya tarafından tanındığı , yurdumuzun toprak bütünlüğünün sağlandığı gün.
Yani yurdumuzun tapusunu aldığımız gün …
Bir de Dünya basın özgürlüğü günü.
İkisiniz de unuttuk.
Unutturdular….Hocalarının acı ilacını sonunda yutturup uyuttular bizi.
Unuttuk…
24 Temmuz’u unutursak neyi unutacağımızı bilin diye yazıyorum bu yazıyı.
Bilin ve isterseniz yine unutun.
Yurdunuzun toprak bütünlüğü başkalarının çıkarları ile belirlenirse neler olacağını Afrika kıtasında ki Devletlere bakıp anlayabilirsiniz.
Bakıp anlayabilmeniz için de özgür basına ihtiyacınız var.
İşte şimdi artık bu şansınızı da yitiriyorsunuz.
İzlediğiniz televizyonlar , okuduğunuz gazeteler artık tek bir adamdan korkuyorlar.
Basın diye para ödedikleriniz girdikleri evlere unutturma gazı salıyorlar.…
“Bu ülke de artık kuvvetler ayrılığı değil kuvvetler birliği var “diyor Ümit Kocasakal.
Atatürkçü Düşünce Derneği Antalya şubesi ve Büyükşehir Belediyesinin birlikte düzenlediği Lozan Antlaşmasının 88.yılı konferansında konuşuyor İstanbul barosu başkanı.
Konferansı Mahmut Çelik yönetiyor.
Perge salonu” eh işte” kalabalığında.
Ama heyecanlı ,arzulu ve bilgili bir kalabalık.
“Kimin eli ise bu el , bu akıl , Hitler faşizmini iyi analiz etmiş .Hitler’in propaganda bakanı Göbels ne yaptıysa aynısını yapıyorlar.40 kere aynı yalanı söyleyip ,herkesi inandırıyorlar…Yaşadığımız tam anlamıyla cahillik süreci.Bilgisizlik bu dönemin belirleyicisi oldu.Yargı milli iradenin karşıtıymış gibi bir algı yaratıldı.Oysa kendilerine verilen yetki dört yıllık geçici ve sınırlı bir yetki.Millet onlara alın istediğinizi yapın diye oy vermiyor ki.Meclise gidin ve yargının denetiminde bana hizmet edin diye oy veriyor.Ama bunlar biz seçildik istediğimizi yaparız diyorlar.Eşyanın tabiatına aykırı bir durum bu.Hiç bir diktatörlük sonsuza dek sürmez.Bilgi bu süreci kıracak.Halkçılık CHP’nin vaz geçmemesi gereken ilk ilkesi..Halka saygı ve sevgi duyarak aşacağız bu hukuksuzluğu.” Diyor Doç.Dr. Ümit Kocasakal.
CHP’den kimse yok…Hakkını verelim,Ömer Melli en ön sırada izliyor konuşmacıları
Büyükelçi,Tarihçi ve yazar Bilal N.Şimşir Lozan görüşmelerini anlatıyor..
Büyükşehir Belediye başkanımız da orada.Hukuk fakültesi dekanlarını , Üniversite Rektörlerini ayıplıyorum diyerek iniyor kürsüden.Anayasa yapacağız diye ortalık karmakarışık Üniversitelerden çıt çıkmıyor.
Kocasakal ,bir adım daha atıyor bu konuda.80’e yakın Hukuk Fakültesi var.Dekanları bir araya gelse ,”Ne yapıyorsunuz kardeşim siz dese,” diyor.Bunlar böyle abuk sabuk konuşamazlar..Fakülte Dekanlarını ayıplıyorum.diyor.
Kalabalık bütün anlatılanların farkında.
Alkışlıyor….
Unutturma hapının panzehiri bu toplantılar…
Bu yüzden de iktidar için çok tehlikeli…
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE LOZAN
24 Temmuz Lozan antlaşmasının imzalandığı gün.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün Dünya tarafından tanındığı , yurdumuzun toprak bütünlüğünün sağlandığı gün.
Yani yurdumuzun tapusunu aldığımız gün …
Bir de Dünya basın özgürlüğü günü.
İkisiniz de unuttuk.
Unutturdular….Hocalarının acı ilacını sonunda yutturup uyuttular bizi.
Unuttuk…
24 Temmuz’u unutursak neyi unutacağımızı bilin diye yazıyorum bu yazıyı.
Bilin ve isterseniz yine unutun.
Yurdunuzun toprak bütünlüğü başkalarının çıkarları ile belirlenirse neler olacağını Afrika kıtasında ki Devletlere bakıp anlayabilirsiniz.
Bakıp anlayabilmeniz için de özgür basına ihtiyacınız var.
İşte şimdi artık bu şansınızı da yitiriyorsunuz.
İzlediğiniz televizyonlar , okuduğunuz gazeteler artık tek bir adamdan korkuyorlar.
Basın diye para ödedikleriniz girdikleri evlere unutturma gazı salıyorlar.…
“Bu ülke de artık kuvvetler ayrılığı değil kuvvetler birliği var “diyor Ümit Kocasakal.
Atatürkçü Düşünce Derneği Antalya şubesi ve Büyükşehir Belediyesinin birlikte düzenlediği Lozan Antlaşmasının 88.yılı konferansında konuşuyor İstanbul barosu başkanı.
Konferansı Mahmut Çelik yönetiyor.
Perge salonu” eh işte” kalabalığında.
Ama heyecanlı ,arzulu ve bilgili bir kalabalık.
“Kimin eli ise bu el , bu akıl , Hitler faşizmini iyi analiz etmiş .Hitler’in propaganda bakanı Göbels ne yaptıysa aynısını yapıyorlar.40 kere aynı yalanı söyleyip ,herkesi inandırıyorlar…Yaşadığımız tam anlamıyla cahillik süreci.Bilgisizlik bu dönemin belirleyicisi oldu.Yargı milli iradenin karşıtıymış gibi bir algı yaratıldı.Oysa kendilerine verilen yetki dört yıllık geçici ve sınırlı bir yetki.Millet onlara alın istediğinizi yapın diye oy vermiyor ki.Meclise gidin ve yargının denetiminde bana hizmet edin diye oy veriyor.Ama bunlar biz seçildik istediğimizi yaparız diyorlar.Eşyanın tabiatına aykırı bir durum bu.Hiç bir diktatörlük sonsuza dek sürmez.Bilgi bu süreci kıracak.Halkçılık CHP’nin vaz geçmemesi gereken ilk ilkesi..Halka saygı ve sevgi duyarak aşacağız bu hukuksuzluğu.” Diyor Doç.Dr. Ümit Kocasakal.
CHP’den kimse yok…Hakkını verelim,Ömer Melli en ön sırada izliyor konuşmacıları
Büyükelçi,Tarihçi ve yazar Bilal N.Şimşir Lozan görüşmelerini anlatıyor..
Büyükşehir Belediye başkanımız da orada.Hukuk fakültesi dekanlarını , Üniversite Rektörlerini ayıplıyorum diyerek iniyor kürsüden.Anayasa yapacağız diye ortalık karmakarışık Üniversitelerden çıt çıkmıyor.
Kocasakal ,bir adım daha atıyor bu konuda.80’e yakın Hukuk Fakültesi var.Dekanları bir araya gelse ,”Ne yapıyorsunuz kardeşim siz dese,” diyor.Bunlar böyle abuk sabuk konuşamazlar..Fakülte Dekanlarını ayıplıyorum.diyor.
Kalabalık bütün anlatılanların farkında.
Alkışlıyor….
Unutturma hapının panzehiri bu toplantılar…
Bu yüzden de iktidar için çok tehlikeli…
24 Temmuz 2011 Pazar
SAS VE SAT KOMANDOLARI İLK ATEŞİ YİYORLAR
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
…BARIŞ İÇİN…KIBRISA ÇIKIYORUZ..
Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs ziyaretimde beni ağırlayan ve çalışmalarımı destekleyen Üniversiteydi.Kıbrıs adasında yaşayan Türklerin gurur kaynağı ve bütün Dünya’nın tanıdığı bir bilim yurdu.
Bu gün okuyacağınız çıkarma bilgileri işte bu Üniversitenin 2002 yılında düzenlediği Uluslar arası Kongresinde sunulmuştur.Çıkarma da görev alan SAT ve SAS komando gurubu komutanı Deniz Binbaşı Yılmaz Cengiz’in anı ve notlarına dayanmaktadır.*
“..Askeri harekatların en karmaşığı,komuta kontrolü ve koordinasyonu en güç olan bu tip harekatın “ön kuvvet harekatında” mayın tarayıcıların yanı sıra , su altı savunma (SAS) ve su altı taarruz (SAT) timlerinin faaliyetleri ön plana çıkar.Hücum birliklerinin ..başarısı önce mayın tarayıcılarının emniyetle kanal taramasına , daha sonra büyük ölçüde bu kanalda bulunan mayın,engel ,topuk vb. manilerin temizlenmesine bağlıdır…sahile kapak atamamış ve çıkamamış bir amfibi güç vurucu özelliğini kaybeder ve harekatın geleceği ciddi şekilde tehlikeye girer.17 Temmuz 1974 Çarşamba günü Çubuklu’dan hareket edecek olan servis otobüsü ,saat 17.35’te Kurtarma ve Sualtı komutanı tarafından verilen emirle durduruldu.Komutanı ziyaret ile herhangi bir emirleri olup olmadığını sorduğumda ,”Şimdi Deniz Kuvvetleri Komutanlığından emir aldım.Mersin’de her şey hazırmış,yalnızca sizin varışınızı bekliyorlar.Sen yanına yedi SAT ve üç SAS astsubayını alacak şekilde hazırlıklarını yap,” emrini verdi…Deniz Kurdu 2/74 tatbikatı ve Yenikale geçidinde görevli olan SAT astsubaylarını personel listesi üzerinde işaretledim.Görevliler dışında ki yedi SAT astsubayını seçip , birliğe dönmeleri için adreslerine kurye gönderttim.Beraberimizde bulunması gerekli avadanlık,silah ve cephaneyi planlamaya başladım.Kurtarma ve Sualtı Komutanı saat 19.00 da beni tekrar çağırdı ve “Biraz evvel Deniz Kuvvetleri komutanlığınca yapılan değişikliğe göre,bir subay ve yirmi astsubaydan kurulu bir SAT üniti ile bir subay ve dokuz astsubaydan kurulu bir SAS timinin göreve katılacağı emrini aldım.Sen hazırlıklarını bu değişikliğe göre yap.”…”saat 22.00 sularında eşim belki de hayatında ilk defa kullandığı askeri telefon ile ,”evde akşam yemeği soğudu ve çocuklar da uyuya kaldılar.Ne zaman geleceksin?” diye sordu.Kendisine bir eğitim için Mersin’e gideceğimizi ve iki üç gün içinde döneceğimizi söyleyerek telefonu kapattım…Yüklü kamyonlarla birlikte saat 22.55’te Çubukluya vardık.Sivil giysili SAT astsubaylarını Lumbarağzında tabura aldım.Toplam yirmi dört kişiydiler.Her hangi bir seçimi gerekli görmeksizin tabur sonunda ki dört astsubayı ayırıp,diğer yirmisine göreve gideceklerini söyledim.O anda ,görevden hariç tutulmuş olan astsubay Muzaffer Kandemir,”Binbaşım,görev için belirlenen astsubay Yılmaz Sünersoy’un eşi yarın ameliyat olacak.Bu bakımdan ,O’nun yerine ben gideyim,” dedi.Arkadaşlığın en üst düzeyde ki örneği olan bu davranış üzerine ,yerlerini değiştirmelerine izin verdim…Personel belirlenmesi bittiği anda ,Lumbarağzı nöbet binası içinden çıkan ve aynı zamanda SAT gurup Komutanlığına vekalet eden ..Yüzbaşı Ercan Yüce bana yaklaşıp,”Binbaşım ben de seninle geleyim,”diye istekte bulunduğunda ,kendisinden izin istediğim komutan,”Yüzbaşı ..Yüzbaşı Ercan Yüce bana yaklaşıp,”Binbaşım ben de seninle geleyim,”diye istekte bulunduğunda ,kendisinden izin istediğim komutan,”Yüzbaşı Yüce ,ikinci parti personelidir ve istediğiniz de uygun görülmemiştir,”cevabını verdiler……Akşam yemeğinden sonra ,bulunduğumuz barakada bir arada toplanabileceğimiz bir yer hazırlattım.Erlerin ders yaptığı bir kara tahtayı da bulduk.SAT üniti ve SAS timi personelinin eksiksiz katıldığı bu toplantıda SAT ünitinin çalışma yöntemlerini,görüşmeye açık olarak karatahta üzerinde açıklamaya başladım….Eğitim çalışmalarımıza devam ederken bir üsteğmen gelerek Çıkarma Birlikleri Komutanlığından çağrıldığımı haber verdiğinde saat 20.00 civarındaydı….Kapısını vurarak girdiğimiz komutan makam odasında,çalışma masasında Dz.K.K.lığı Harekat başkanı Tüm amiral Nejat Serim ve masanın önünde ki iki koltuktan birinde de Harp Filosu Komutanı Tümamiral Nejat Tümer oturmakta,diğer koltuk ise boş durumda idi.Oda da bulunan bütün komodor ve gemi komutanlarının tümü ise ayakta durmakta idiler.Harekat başkanı önünde ki boş koltuğu göstererek ,”Cengiz Binbaşım ,gel otur.Biraz sonra arkadaşlar niçin sana baş köşede yer verildiğini anlayacaklar,”şeklinde ki açıklamaları üzerine de ,boş koltuğun köşesine ilişip sebebini bekledim.Harekat başkanı Tümamiral toplantıda hazır bulunanlara,”Arkadaşlar ,Genel Kurmay Başkanlığından görevli ve yetkili olarak geldim.Yarın sabah (19 temmuz 1974) saat 07.30’da Mersin’den hareketle,kısmet olursa 20 temmuz 1974 günü saat 07.30’da Kıbrıs’a çıkarma yapacağız..Harekat başkanı her hangi bir gereksinimleri olup olmadığını sorması üzerine TCB Cerbe komutanı Bnb.Özdemir,”Komutanım,gerek biz ve gerekse Yunanlılar genelde Amerikan menşeli harp gemileri kullanıyoruz.Siluetleri aynı olan bu gemileri 2000 yarda yaklaşmadan borda numaralarını okuyup ,dost ve düşman olarak ayırmamız olanaksızdır.Bu bakımdan, karakol sahamıza dost gemilerin kesinlikle girmemesi sağlansın.Kontrol sahamızda ki bütün su üstü gemilerine hücum geliştirmemiz için izin verilsin,”dedi.Bu sahaların uluslar arası ulaşıma kapatılmasının imkansız olduğunu belirten Harekat başkanı ,”Sizin gereksinimleriniz nedir?” diye sordu.İki adet J-botunun yeterli olduğunu ….bir muhrip tarafından yönlendirilmelerinin uygun olacağını anılan muhribin gerektiğinde bize ateş desteği de sağlamasını ,ayrıca temizleyeceğimiz sahayı markalamak için 6 adet kırmızı renkli şamandıraya gerek olduğunu açıkladım.Göreve hazır üç J-botundan j-18 ve J-20 botları emrime verildi.TCG mareşal Fevzi çakmak (komutanı Dz.Kur.Yb.Atila Erkan idi) yönlendirme ve gerektiğinde ateş desteği sağlamak ile kırmızıya boyanacak 6 adet pusisi temin ile görevlendirildi.Çıkarma plajını öğrenmeyi istediğimde Tümamiral,”Çıkarma plajını,üst katta ki çalışma gurubuna katıl ve öğren!” dedi…..Hangi plajın kullanılacağının belirlenmesi amacıyla ,aydınger kağıdına işlenmiş bilgileri içeren istihbarat ek’i masa üzerinde ki harita üzerine yerleştirildi.Diğerlerine göre daha geniş olan plaj kısmında yalnız iki adet makineli tüfek mevzii görülürken,daha dar olan iki plaj bölgelerinde ise ayrıca top mevzilerinin de bulunduğu görülüyordu.Kısa bir görüşme sonucunda,yamaçlarında aynı isimli köyün de konuşlandığı ve Girne’nin 7.5 kilometre batı yönünde olan Pladini plajına çıkarma yapılmasına karar verildi.Haritaya son defa bakarak plajın Girne’ye göre konumunu ,makineli tüfek mevzilerinin yerlerini,yaklaşık 400 metre genişlikte ki koyun içinde bulunan yaklaşık 50 metre çapında ki küçük bir adanın pozisyonunu belleğime kaydettim.ve izin isteyerek çalışma gurubundan ayrıldım.Alt koridora indiğimde kendilerine rastladığım Harekat başkanı Tümamiral’e ,çıkarma plajını öğrendiğimi,rapor ile harekat öncesi hazırlıklar için zaman gereksinme duyduğumu ve alçak süratli değerlendirdiğim konvoya ,J- botları ile intikal seyrinde katılmamızı önerdim.Tümamiral ,”konvoyun hızı saatte 6 mil olacaktır.Siz hazırlıklarınızı bitirip,konvoya denizde katılın “ iznini verdiler.Bina dışına çıktıktan sonra,Yzb.Güller ile birlikte muhriplere ait vasıta motorlarının yanaştığı iskelede beklemeye başladık.Gece yarısına doğru iskeleye yaklaşan bir vasıtadan verilen 6 adet yeni boyalı pusisler ellerimizde ,yürüyerek astsubay gazino barakasına geldik.SAT –SAS astsubayları hava şartlarının uygun olmasından yararlanarak ağaçların,çimenlerin üzerine eğitim elbiseleri ile yatmış uyumuşlardı.Yzb.Güller’e uygun bir yerde dinlenmesini söyledim.
Çevre ışıklarının aydınlattığı bir ağaç dibine oturup,her zaman beraberimde taşıdığım not defterini de cebimden çıkartarak çalışmaya başladım.Olanak ve yeteneklerimizi göz önüne alarak ,bize verilmiş olan görevi en emin ve sağlıklı olarak nasıl yapabileceğimizi düşünüyordum.19 Temmuz 1974 Cuma sabahı saat 05.30’da yanıma gelen J-bot komutanları “muhabere koordinesini yaptıklarını ve bu konuda her hangi bir sorun olmayacağını “rapor ettiler.Kendilerine saat 08.00’de bulunduğumuz baraka yanında ki rıhtıma aborda olmalarını söyledim.Bütün gece makine hazırlık sesleri devam eden gemi ve deniz araçları ,gün doğuşu ile birlikte Mersin limanından ayrılmaya başladılar.Saat 08.00 sularında J-botlarının komutanlarını ve personeli akasya ağacının altında topladım.Önce görevimizi açıklayarak ,belirlediğim harekat tasarısının esaslarını özetledim….Görev bölümü ;J-18 botunda benimle beraber on SAT ve beş SAS astsubayının ,J-20 botunda ise Yzb.Güller ,dört SAS ve on SAT astsubayının olacağına göre düzenlenmişti.Harekat bilgesinde bir J-botunun muharebe dışı kalması durumunda diğer bot personeli aynı görevin tamamını yapacaktı.Harekat alanında tahrip düzeni hazırlanmasında bir gecikmeye meydan vermemek için, Mersin’den itibaren yapılacak seyir süresince tahrip kalıpları,fünyeleri dahil hazır duruma getirilecekti…..özellikle büyük yer tutan patlayıcı maddelerin( her bir bot da 10 ton) taşınma ve depolanmasında dikkatli davranılması gereği,aralıksız sürdürülen yükleme çalışması yaklaşık dört saat sürdü.Ancak saat 17.30’da J-botlarla Mersin’den ayrıldık.Alacakaranlığın egemen olduğu saat 20.00 sularında konvoya ve perde gemilerine ulaştık…..Ancak saatlerin 05.00’i gösterdiği bir zamanda henüz sahilin 10-12 mil uzağında bulunmamız dolayısıyla ,03.00’te plajın bir mil kuzeyinde olmamıza dayalı harekat tasarımın uygulanmasına olanak kalmamıştı.J-18 botunun J-20 botuna aborda olmasını emrettim.Anılan botta ki SAT astsubaylarını J-18 botuna , J-18 botunda ki SAS astsubaylarını ise J-20 bünyesinde ve konvoy yakınlarında kalmalarını ,bizim J-18 ile görevi tamamlamamız mümkün olmaz ise aynı uğraşı kendilerinin vermeleri gerekebileceğini söyledim.Ardından da 215 derece rotasında Kıbrıs’a doğru ileri harekete geçtik.
Beraberimde bulunan 20 SAT astsubayını hemen çevreme toplayıp ,artık gündüz şartlarında uygulamamız gerekli olan yeni harekat planımızı ve görev bölümünü açıkladım.Buna göre:1. Plajın batı yönünden başlayarak 15 SAT astsubayı 25 metre aralıkla J- botundan suya bırakılıp ,tamamı 400 metre genişlikte olan plaja paralel mevki alacaklardı.2. Her yüzücü kendi başına su üstünden ve özellikle sualtından yüzerek sahile dikey olarak yaklaşacak, belirlediği engelleri markalayacaktı. 3. Sahilde bir feet derinlikte kıyının izlenmesi sonucunda, yüzücüler 15.5 metre Girne’ye doğru yerlerini değiştirip aksi rotada aynı çalışmayı sürdüreceklerdi. 4. Toplama hattına gelinip personel tamamlandığında, hat başında ki personel tarafından duman kandilinin gündüz kısmı yakılacak ,yüzücüler J-botunun maksimum hızı olan 14.5 knot ile sudan toplanacaktı. 5. Keşif ve markalama sonucuna göre gerekli olabilecek tahrip işlemi Gemini botlar kullanılarak en seri şekilde birlikte uygulanacaktı….
Nihayet Pladani köyü,plajı ve taş ada göründü.Dürbünle baktığımda makineli koruganlarını da ayırt edebiliyordum.Plajı J-18 ile tamamen geçtik.ve arazi meyilinin de azaldığını belirledik.Artık belirlenen plajın burası olduğuna emindim.J-18 botu ile ters rotaya dönüp ,küçük adanın 200 yarda kuzey noktasına ulaştık.Bu mevkiden başlayarak saat 06.00’da 15 SAT yüzücüsünün 25 metre aralıkla ve kıyıya paralel ,doğu yönünde dökülmelerini sağladık.Son yüzücü suya bırakıldığında, toplama mevkii olarak da belirlediğimiz ilk döküş yerine gelmek için aksi rotaya dönüşe başladık.Bu anda plaja 800-1000 yarda uzaklıkta ve batı kıyı şeridinde bulunan bir top ile j-18’e ateş açıldı.Yaklaşık on adet mermiden oluşan salvonun 4’ü bordamızda suya , biri telsiz kamarasına( daha sonra emniyet altına aldığımız 5,7 çapında ki Çekoslavak malı mermi sanki arızalı telsizi cezalandırıyor)ve diğer 5’i ise sancak bordamızda suya olmak üzere tamamı J-18 üzerine kümelenmişti.Gemisinin emniyeti bakımından personeline kuzey yönünde uzaklaşma komutu veren J-18 komutanı,tarafımdan yapılan uyarı ile rotasını tekrar top mevziine yaklaşacak şekilde düzelttirdi.SAT yüzücülerinin suya dökülüşlerini izlemek üzere köprü üstüne gelmiş olduğunu belirlediğimiz J-bot top astsubaylarına ,botun önündeki bayrak direğini de indirerek botun bofors topu ile düşman top mevziini ateş altına alması direktifi verildi….Düşman topunun ateşlenmesi ile ,Pladani köyü sakinleri ve bölgedeki savunma birlikleri uyarılmıştı.Artık kıyıdaki evlerden ve koruganlardan ,kıyıya doğru yaklaşan SAT yüzücülerine de yoğun bir şekilde hafif silah atışları yapılmaya başlanmıştı.Hareketlerini dürbünle izlediğim SAT yüzücüleri ise, su üstünden ve genel de sualtından hızla yüzerek ,kıyıya yaklaşmalarını kararlılıkla sürdürmekteydiler.J-botu da düşman topu baskısı altında bulunduğundan ,tarafımızdan sudaki yüzücülere de hiçbir destek sağlanamıyordu.Bu çaresiz ortamda, ufuk hattında baca dumanları ile belirlenen bir muhribimizden (TCG Mareşal Fevzi çakmak) yapılan üçlü bir salvo atışı neticesinde düşman topu ve civarı yerle bir edildi.Hazırlıkları tamamlanmış olan bofors topu ile bottaki G-3 tüfeklerimizden yararlanarak ,Pladani köyüne bölge esasına göre atışlara başladık.SAT yüzücülerinin ateş desteğine mevcut olanaklarımızla devam edilmesi yaklaşık 20-25 dakika sürdü.Anfibi konvoyunun plaja doğru yaklaşmakta olduğunun belirginleştiği saat 06.30 sıralarında ,yüzücülerin suya bırakıldığı mevkide duman kandili yakıldığını görerek,kendilerini sudan toplamak içim J-18 ile ileri harekete geçtik.Lastik botta görevli toplayıcı astsubay İsmail Bölükbaşı yerini aldı.Bu sırada Kıbrıs Bayrak radyosu çıkarmanın başladığı” konulu yayınına başlamıştı….Makineleri stop eden J-botu ile yüzücülere yaklaştığımızda ,yüzücüler elleriyle kıyı yönünü gösteren işaretler vermeye başladılar.Dönenlerin yalnızca sekiz kişi olduğunu düşünürken bu işaret üzerine kıyıya baktığımızda ,üç yüzücünün de toplanma hattına doğru yüzdüklerini gördük.önce yaklaşan üç yüzücü için kıyıya yaklaştık ve onların sudan alınmalarını sağladık.Sonra diğer sekiz yüzücü için yer değiştirip ,onları da durarak sudan topladık.Bu arada açık deniz tarafından görünen dört yüzücüye yaklaşıp ,bota aldık.harekat için suya dökülen on beş yüzücünün noksansız sudan sağ olarak alınmalarından duyduğum sevinci,daha önce iki kere tattığım çocuk babası olma anlarımda bile bu derece duymamıştım.
• Mesut Günsev’in 20 temmuz 1974 Şafak Vakti Kıbrıs kitabından alınmıştır.
…BARIŞ İÇİN…KIBRISA ÇIKIYORUZ..
Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs ziyaretimde beni ağırlayan ve çalışmalarımı destekleyen Üniversiteydi.Kıbrıs adasında yaşayan Türklerin gurur kaynağı ve bütün Dünya’nın tanıdığı bir bilim yurdu.
Bu gün okuyacağınız çıkarma bilgileri işte bu Üniversitenin 2002 yılında düzenlediği Uluslar arası Kongresinde sunulmuştur.Çıkarma da görev alan SAT ve SAS komando gurubu komutanı Deniz Binbaşı Yılmaz Cengiz’in anı ve notlarına dayanmaktadır.*
“..Askeri harekatların en karmaşığı,komuta kontrolü ve koordinasyonu en güç olan bu tip harekatın “ön kuvvet harekatında” mayın tarayıcıların yanı sıra , su altı savunma (SAS) ve su altı taarruz (SAT) timlerinin faaliyetleri ön plana çıkar.Hücum birliklerinin ..başarısı önce mayın tarayıcılarının emniyetle kanal taramasına , daha sonra büyük ölçüde bu kanalda bulunan mayın,engel ,topuk vb. manilerin temizlenmesine bağlıdır…sahile kapak atamamış ve çıkamamış bir amfibi güç vurucu özelliğini kaybeder ve harekatın geleceği ciddi şekilde tehlikeye girer.17 Temmuz 1974 Çarşamba günü Çubuklu’dan hareket edecek olan servis otobüsü ,saat 17.35’te Kurtarma ve Sualtı komutanı tarafından verilen emirle durduruldu.Komutanı ziyaret ile herhangi bir emirleri olup olmadığını sorduğumda ,”Şimdi Deniz Kuvvetleri Komutanlığından emir aldım.Mersin’de her şey hazırmış,yalnızca sizin varışınızı bekliyorlar.Sen yanına yedi SAT ve üç SAS astsubayını alacak şekilde hazırlıklarını yap,” emrini verdi…Deniz Kurdu 2/74 tatbikatı ve Yenikale geçidinde görevli olan SAT astsubaylarını personel listesi üzerinde işaretledim.Görevliler dışında ki yedi SAT astsubayını seçip , birliğe dönmeleri için adreslerine kurye gönderttim.Beraberimizde bulunması gerekli avadanlık,silah ve cephaneyi planlamaya başladım.Kurtarma ve Sualtı Komutanı saat 19.00 da beni tekrar çağırdı ve “Biraz evvel Deniz Kuvvetleri komutanlığınca yapılan değişikliğe göre,bir subay ve yirmi astsubaydan kurulu bir SAT üniti ile bir subay ve dokuz astsubaydan kurulu bir SAS timinin göreve katılacağı emrini aldım.Sen hazırlıklarını bu değişikliğe göre yap.”…”saat 22.00 sularında eşim belki de hayatında ilk defa kullandığı askeri telefon ile ,”evde akşam yemeği soğudu ve çocuklar da uyuya kaldılar.Ne zaman geleceksin?” diye sordu.Kendisine bir eğitim için Mersin’e gideceğimizi ve iki üç gün içinde döneceğimizi söyleyerek telefonu kapattım…Yüklü kamyonlarla birlikte saat 22.55’te Çubukluya vardık.Sivil giysili SAT astsubaylarını Lumbarağzında tabura aldım.Toplam yirmi dört kişiydiler.Her hangi bir seçimi gerekli görmeksizin tabur sonunda ki dört astsubayı ayırıp,diğer yirmisine göreve gideceklerini söyledim.O anda ,görevden hariç tutulmuş olan astsubay Muzaffer Kandemir,”Binbaşım,görev için belirlenen astsubay Yılmaz Sünersoy’un eşi yarın ameliyat olacak.Bu bakımdan ,O’nun yerine ben gideyim,” dedi.Arkadaşlığın en üst düzeyde ki örneği olan bu davranış üzerine ,yerlerini değiştirmelerine izin verdim…Personel belirlenmesi bittiği anda ,Lumbarağzı nöbet binası içinden çıkan ve aynı zamanda SAT gurup Komutanlığına vekalet eden ..Yüzbaşı Ercan Yüce bana yaklaşıp,”Binbaşım ben de seninle geleyim,”diye istekte bulunduğunda ,kendisinden izin istediğim komutan,”Yüzbaşı ..Yüzbaşı Ercan Yüce bana yaklaşıp,”Binbaşım ben de seninle geleyim,”diye istekte bulunduğunda ,kendisinden izin istediğim komutan,”Yüzbaşı Yüce ,ikinci parti personelidir ve istediğiniz de uygun görülmemiştir,”cevabını verdiler……Akşam yemeğinden sonra ,bulunduğumuz barakada bir arada toplanabileceğimiz bir yer hazırlattım.Erlerin ders yaptığı bir kara tahtayı da bulduk.SAT üniti ve SAS timi personelinin eksiksiz katıldığı bu toplantıda SAT ünitinin çalışma yöntemlerini,görüşmeye açık olarak karatahta üzerinde açıklamaya başladım….Eğitim çalışmalarımıza devam ederken bir üsteğmen gelerek Çıkarma Birlikleri Komutanlığından çağrıldığımı haber verdiğinde saat 20.00 civarındaydı….Kapısını vurarak girdiğimiz komutan makam odasında,çalışma masasında Dz.K.K.lığı Harekat başkanı Tüm amiral Nejat Serim ve masanın önünde ki iki koltuktan birinde de Harp Filosu Komutanı Tümamiral Nejat Tümer oturmakta,diğer koltuk ise boş durumda idi.Oda da bulunan bütün komodor ve gemi komutanlarının tümü ise ayakta durmakta idiler.Harekat başkanı önünde ki boş koltuğu göstererek ,”Cengiz Binbaşım ,gel otur.Biraz sonra arkadaşlar niçin sana baş köşede yer verildiğini anlayacaklar,”şeklinde ki açıklamaları üzerine de ,boş koltuğun köşesine ilişip sebebini bekledim.Harekat başkanı Tümamiral toplantıda hazır bulunanlara,”Arkadaşlar ,Genel Kurmay Başkanlığından görevli ve yetkili olarak geldim.Yarın sabah (19 temmuz 1974) saat 07.30’da Mersin’den hareketle,kısmet olursa 20 temmuz 1974 günü saat 07.30’da Kıbrıs’a çıkarma yapacağız..Harekat başkanı her hangi bir gereksinimleri olup olmadığını sorması üzerine TCB Cerbe komutanı Bnb.Özdemir,”Komutanım,gerek biz ve gerekse Yunanlılar genelde Amerikan menşeli harp gemileri kullanıyoruz.Siluetleri aynı olan bu gemileri 2000 yarda yaklaşmadan borda numaralarını okuyup ,dost ve düşman olarak ayırmamız olanaksızdır.Bu bakımdan, karakol sahamıza dost gemilerin kesinlikle girmemesi sağlansın.Kontrol sahamızda ki bütün su üstü gemilerine hücum geliştirmemiz için izin verilsin,”dedi.Bu sahaların uluslar arası ulaşıma kapatılmasının imkansız olduğunu belirten Harekat başkanı ,”Sizin gereksinimleriniz nedir?” diye sordu.İki adet J-botunun yeterli olduğunu ….bir muhrip tarafından yönlendirilmelerinin uygun olacağını anılan muhribin gerektiğinde bize ateş desteği de sağlamasını ,ayrıca temizleyeceğimiz sahayı markalamak için 6 adet kırmızı renkli şamandıraya gerek olduğunu açıkladım.Göreve hazır üç J-botundan j-18 ve J-20 botları emrime verildi.TCG mareşal Fevzi çakmak (komutanı Dz.Kur.Yb.Atila Erkan idi) yönlendirme ve gerektiğinde ateş desteği sağlamak ile kırmızıya boyanacak 6 adet pusisi temin ile görevlendirildi.Çıkarma plajını öğrenmeyi istediğimde Tümamiral,”Çıkarma plajını,üst katta ki çalışma gurubuna katıl ve öğren!” dedi…..Hangi plajın kullanılacağının belirlenmesi amacıyla ,aydınger kağıdına işlenmiş bilgileri içeren istihbarat ek’i masa üzerinde ki harita üzerine yerleştirildi.Diğerlerine göre daha geniş olan plaj kısmında yalnız iki adet makineli tüfek mevzii görülürken,daha dar olan iki plaj bölgelerinde ise ayrıca top mevzilerinin de bulunduğu görülüyordu.Kısa bir görüşme sonucunda,yamaçlarında aynı isimli köyün de konuşlandığı ve Girne’nin 7.5 kilometre batı yönünde olan Pladini plajına çıkarma yapılmasına karar verildi.Haritaya son defa bakarak plajın Girne’ye göre konumunu ,makineli tüfek mevzilerinin yerlerini,yaklaşık 400 metre genişlikte ki koyun içinde bulunan yaklaşık 50 metre çapında ki küçük bir adanın pozisyonunu belleğime kaydettim.ve izin isteyerek çalışma gurubundan ayrıldım.Alt koridora indiğimde kendilerine rastladığım Harekat başkanı Tümamiral’e ,çıkarma plajını öğrendiğimi,rapor ile harekat öncesi hazırlıklar için zaman gereksinme duyduğumu ve alçak süratli değerlendirdiğim konvoya ,J- botları ile intikal seyrinde katılmamızı önerdim.Tümamiral ,”konvoyun hızı saatte 6 mil olacaktır.Siz hazırlıklarınızı bitirip,konvoya denizde katılın “ iznini verdiler.Bina dışına çıktıktan sonra,Yzb.Güller ile birlikte muhriplere ait vasıta motorlarının yanaştığı iskelede beklemeye başladık.Gece yarısına doğru iskeleye yaklaşan bir vasıtadan verilen 6 adet yeni boyalı pusisler ellerimizde ,yürüyerek astsubay gazino barakasına geldik.SAT –SAS astsubayları hava şartlarının uygun olmasından yararlanarak ağaçların,çimenlerin üzerine eğitim elbiseleri ile yatmış uyumuşlardı.Yzb.Güller’e uygun bir yerde dinlenmesini söyledim.
Çevre ışıklarının aydınlattığı bir ağaç dibine oturup,her zaman beraberimde taşıdığım not defterini de cebimden çıkartarak çalışmaya başladım.Olanak ve yeteneklerimizi göz önüne alarak ,bize verilmiş olan görevi en emin ve sağlıklı olarak nasıl yapabileceğimizi düşünüyordum.19 Temmuz 1974 Cuma sabahı saat 05.30’da yanıma gelen J-bot komutanları “muhabere koordinesini yaptıklarını ve bu konuda her hangi bir sorun olmayacağını “rapor ettiler.Kendilerine saat 08.00’de bulunduğumuz baraka yanında ki rıhtıma aborda olmalarını söyledim.Bütün gece makine hazırlık sesleri devam eden gemi ve deniz araçları ,gün doğuşu ile birlikte Mersin limanından ayrılmaya başladılar.Saat 08.00 sularında J-botlarının komutanlarını ve personeli akasya ağacının altında topladım.Önce görevimizi açıklayarak ,belirlediğim harekat tasarısının esaslarını özetledim….Görev bölümü ;J-18 botunda benimle beraber on SAT ve beş SAS astsubayının ,J-20 botunda ise Yzb.Güller ,dört SAS ve on SAT astsubayının olacağına göre düzenlenmişti.Harekat bilgesinde bir J-botunun muharebe dışı kalması durumunda diğer bot personeli aynı görevin tamamını yapacaktı.Harekat alanında tahrip düzeni hazırlanmasında bir gecikmeye meydan vermemek için, Mersin’den itibaren yapılacak seyir süresince tahrip kalıpları,fünyeleri dahil hazır duruma getirilecekti…..özellikle büyük yer tutan patlayıcı maddelerin( her bir bot da 10 ton) taşınma ve depolanmasında dikkatli davranılması gereği,aralıksız sürdürülen yükleme çalışması yaklaşık dört saat sürdü.Ancak saat 17.30’da J-botlarla Mersin’den ayrıldık.Alacakaranlığın egemen olduğu saat 20.00 sularında konvoya ve perde gemilerine ulaştık…..Ancak saatlerin 05.00’i gösterdiği bir zamanda henüz sahilin 10-12 mil uzağında bulunmamız dolayısıyla ,03.00’te plajın bir mil kuzeyinde olmamıza dayalı harekat tasarımın uygulanmasına olanak kalmamıştı.J-18 botunun J-20 botuna aborda olmasını emrettim.Anılan botta ki SAT astsubaylarını J-18 botuna , J-18 botunda ki SAS astsubaylarını ise J-20 bünyesinde ve konvoy yakınlarında kalmalarını ,bizim J-18 ile görevi tamamlamamız mümkün olmaz ise aynı uğraşı kendilerinin vermeleri gerekebileceğini söyledim.Ardından da 215 derece rotasında Kıbrıs’a doğru ileri harekete geçtik.
Beraberimde bulunan 20 SAT astsubayını hemen çevreme toplayıp ,artık gündüz şartlarında uygulamamız gerekli olan yeni harekat planımızı ve görev bölümünü açıkladım.Buna göre:1. Plajın batı yönünden başlayarak 15 SAT astsubayı 25 metre aralıkla J- botundan suya bırakılıp ,tamamı 400 metre genişlikte olan plaja paralel mevki alacaklardı.2. Her yüzücü kendi başına su üstünden ve özellikle sualtından yüzerek sahile dikey olarak yaklaşacak, belirlediği engelleri markalayacaktı. 3. Sahilde bir feet derinlikte kıyının izlenmesi sonucunda, yüzücüler 15.5 metre Girne’ye doğru yerlerini değiştirip aksi rotada aynı çalışmayı sürdüreceklerdi. 4. Toplama hattına gelinip personel tamamlandığında, hat başında ki personel tarafından duman kandilinin gündüz kısmı yakılacak ,yüzücüler J-botunun maksimum hızı olan 14.5 knot ile sudan toplanacaktı. 5. Keşif ve markalama sonucuna göre gerekli olabilecek tahrip işlemi Gemini botlar kullanılarak en seri şekilde birlikte uygulanacaktı….
Nihayet Pladani köyü,plajı ve taş ada göründü.Dürbünle baktığımda makineli koruganlarını da ayırt edebiliyordum.Plajı J-18 ile tamamen geçtik.ve arazi meyilinin de azaldığını belirledik.Artık belirlenen plajın burası olduğuna emindim.J-18 botu ile ters rotaya dönüp ,küçük adanın 200 yarda kuzey noktasına ulaştık.Bu mevkiden başlayarak saat 06.00’da 15 SAT yüzücüsünün 25 metre aralıkla ve kıyıya paralel ,doğu yönünde dökülmelerini sağladık.Son yüzücü suya bırakıldığında, toplama mevkii olarak da belirlediğimiz ilk döküş yerine gelmek için aksi rotaya dönüşe başladık.Bu anda plaja 800-1000 yarda uzaklıkta ve batı kıyı şeridinde bulunan bir top ile j-18’e ateş açıldı.Yaklaşık on adet mermiden oluşan salvonun 4’ü bordamızda suya , biri telsiz kamarasına( daha sonra emniyet altına aldığımız 5,7 çapında ki Çekoslavak malı mermi sanki arızalı telsizi cezalandırıyor)ve diğer 5’i ise sancak bordamızda suya olmak üzere tamamı J-18 üzerine kümelenmişti.Gemisinin emniyeti bakımından personeline kuzey yönünde uzaklaşma komutu veren J-18 komutanı,tarafımdan yapılan uyarı ile rotasını tekrar top mevziine yaklaşacak şekilde düzelttirdi.SAT yüzücülerinin suya dökülüşlerini izlemek üzere köprü üstüne gelmiş olduğunu belirlediğimiz J-bot top astsubaylarına ,botun önündeki bayrak direğini de indirerek botun bofors topu ile düşman top mevziini ateş altına alması direktifi verildi….Düşman topunun ateşlenmesi ile ,Pladani köyü sakinleri ve bölgedeki savunma birlikleri uyarılmıştı.Artık kıyıdaki evlerden ve koruganlardan ,kıyıya doğru yaklaşan SAT yüzücülerine de yoğun bir şekilde hafif silah atışları yapılmaya başlanmıştı.Hareketlerini dürbünle izlediğim SAT yüzücüleri ise, su üstünden ve genel de sualtından hızla yüzerek ,kıyıya yaklaşmalarını kararlılıkla sürdürmekteydiler.J-botu da düşman topu baskısı altında bulunduğundan ,tarafımızdan sudaki yüzücülere de hiçbir destek sağlanamıyordu.Bu çaresiz ortamda, ufuk hattında baca dumanları ile belirlenen bir muhribimizden (TCG Mareşal Fevzi çakmak) yapılan üçlü bir salvo atışı neticesinde düşman topu ve civarı yerle bir edildi.Hazırlıkları tamamlanmış olan bofors topu ile bottaki G-3 tüfeklerimizden yararlanarak ,Pladani köyüne bölge esasına göre atışlara başladık.SAT yüzücülerinin ateş desteğine mevcut olanaklarımızla devam edilmesi yaklaşık 20-25 dakika sürdü.Anfibi konvoyunun plaja doğru yaklaşmakta olduğunun belirginleştiği saat 06.30 sıralarında ,yüzücülerin suya bırakıldığı mevkide duman kandili yakıldığını görerek,kendilerini sudan toplamak içim J-18 ile ileri harekete geçtik.Lastik botta görevli toplayıcı astsubay İsmail Bölükbaşı yerini aldı.Bu sırada Kıbrıs Bayrak radyosu çıkarmanın başladığı” konulu yayınına başlamıştı….Makineleri stop eden J-botu ile yüzücülere yaklaştığımızda ,yüzücüler elleriyle kıyı yönünü gösteren işaretler vermeye başladılar.Dönenlerin yalnızca sekiz kişi olduğunu düşünürken bu işaret üzerine kıyıya baktığımızda ,üç yüzücünün de toplanma hattına doğru yüzdüklerini gördük.önce yaklaşan üç yüzücü için kıyıya yaklaştık ve onların sudan alınmalarını sağladık.Sonra diğer sekiz yüzücü için yer değiştirip ,onları da durarak sudan topladık.Bu arada açık deniz tarafından görünen dört yüzücüye yaklaşıp ,bota aldık.harekat için suya dökülen on beş yüzücünün noksansız sudan sağ olarak alınmalarından duyduğum sevinci,daha önce iki kere tattığım çocuk babası olma anlarımda bile bu derece duymamıştım.
• Mesut Günsev’in 20 temmuz 1974 Şafak Vakti Kıbrıs kitabından alınmıştır.
RAUF DENKTAŞ ANLATIYOR..
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
EN UZUN GECEYİ DENKTAŞ ANLATIYOR
Türk Silahlı Kuvvetlerinin , Dünya’nın tek barış getiren savaş harekatının en yakın tanığı Rauf Denktaş ,1988 yılında Kıbrıs’ta yayınlanan “Güvenlik Kuvvetleri Dergisi’ne” verdiği röportajda çıkarmanın ilk saatlerini anlatmış.
İşte Mesut Günsev’in kaleminden O anlar…
“ 5 temmuzdan daha evvel Makarios’a karşı iki teşebbüs yapılmıştı.Helikopteri düşürülmüştü.Ondan kurtuldu,bilahare zannedersem Trodos’a giderken arabasının altında bomba patladı.Ondan da kurtuldu.Bizce bunu Yunanistan’ın yaptırdığı besbelliydi…Makarios Kralcıydı.Kıbrıs’ı artık tamamen eline geçirmiş olduğuna inanıyor ve Türkiye’yi asla müdahaleye zorlayacak herhangi bir girişimde de bulunmadan yıllarca bekleme planları yapıyordu.Kıbrıs’ı çocukluğundan beri tanıdığı Yunan kralına hediye etmek sevdasındaydı ve Yunan kralı adına Yunan albayları ile uğraşıyordu….Son iki olayda Makarios öldürülmüş olsaydı onun yerine cunta ,derhal kendi adamını koyacak ve süratle enosis için büyük adım atılacaktı.Bunu önlemenin yegane yolu ,üçüncü bir teşebbüs yapıldığı takdirde Türkiye’nin müdahalesi olmalıydı.Bunun üzerinde uzun boylu düşündük ve bu düşüncelerimizi …böyle bir şey yapıldığı ve Türkiye’nin müdahale etmediği takdirde kısa bir süre içerisinde Ada’nın Yunanistan’a bağlanmış addedileceğini Türk hükümetine duyurduk.
Dolayısıyla 15 Temmuz sabahı saat 8.30’da yazıhanemde çalışırken silah seslerini işittim ve hemen arkasından Makarios’a darbe haberi geldi.Rum radyosundan marşlar ,”Makarios ölmüştür” anonsları ortaya çıkınca ilk yaptığım iş Türk hükümeti’ne,”Bu darbe enosis için yapılmıştır.Derhal müdahale gerekir.Müdahale zamanında yapılmazsa Kıbrıs meselesini kaybetmiş oluruz ve Kıbrıs Türk olarak çok zor durumda kalırız,” şeklinde bir mesaj göndermek oldu.Mücahitlerimizin psikolojik durumunu bildiğim için ,derhal mücahitlere dönük bir açıklama yaptım ve “sakın karışmayınız.Bu Rumlar arası bir iştir.Emirsiz bir şey yapmayınız.Bizi ilgilendirmez,” şeklinde uyarılarla mücahitlerimizin zamansız bir hareket başlatıp kendi bölgelerinde ki halkı ezdirmelerinin önüne geçmek istedim.Hemen hemen her gün ,Türkiye’ye günde belki bir-iki belki de daha fazla mesajlarla durumu bildiriyorduk ve ısrar ediyordum: “Müdahale gereklidir.Şarttır,” diye en sonunda herhalde sayın Ecevit biraz da tedirgin olmalı ki TC Büyükelçiliğine bir mesaj geldi.: “sayın Denktaş’a söyleyiniz endişe etmesinler.Hükümet olayları çok yakından izlemektedir.Konjoktür hazırlanmaktadır.”..bir parantez açarak size bir anımı anlatayım.
“Darbeden iki-iki buçuk ay evveldi.Bir rüya gördüm.Atatürk etrafında bir toplulukla Girne kapısından içeri giriyordu.Ben de etrafımda bir toplulukla kendisini karşıladım.”Atam , bizi kurtar artık.Dayanamıyoruz.Mümkün değil dayanamıyoruz,” dedim, elini öpmeye çalıştım.Bana sert sert baktı.Sonra gülümseyerek ,”konjoktür önemlidir .Denktaş ,konjoktüre dikkat ediniz,” dedi.Uyandığımda bu rüyanın şok etkisi altında kalmıştım.Bu sanki rüyanın ötesinde bir şey gibiydi.Sanki Atatürk’le hakikaten karşılaşmış,konuşmuşum duygusunu taşıyordum.Çok heyecanlıydım.sabahleyin erkenden saat 9.00’da Büyükelçi Asaf İlhan bey’e gittim.Kendisine bu rüyayı anlattım ve rüyayı günlüğüme de yazdım.Dolayısı ile 15 temmuzdan sonra sayın Ecevit’ten “konjoktüre dikkat ediyoruz ,konjoktüre bakıyoruz “ şeklinde mesaj gelince,”Asaf bey , geliyorlar “ dedim.
“19 temmuz’da artık Amerika’dan gelen sesler,”Canım Nikos Sampson artık idareyi ele almıştır.Çatışma durmuştur.halktan tebrikler gidiyor.Artık herhalde kendisini kabul edebiliriz “ gibi hava esmeye başladı.Bu bizi daha da endişelendirdi.Her gün yabancı gazeteciler geliyor bu oturduğumuz odanın arka tarafında Ledra Palas’da vurulmayacak şekilde siper alarak bahçede oturuyorduk…19 temmuzda bana ; Türkiye gelecek mi, gelmeyecek mi?Ne dersiniz? Diye bir soru tevcih ettiler.Dedim ki ,”kırk sekiz saate gelirse gelir, gelmezse artık çok geç kalır.”Çünkü ben Amerika’nın tanıma eylemine gireceğini istihbar etmiştim…..19’unda akşam üstü Asaf İlhan bey’in hanımı ile birlikte hiç yapmadığı bir yürüyüş yaptığını ,yürüyerek bizim kapının önünden geçtiğini ,benim içeride olup olmadığımı sorduğunu,içeride olmadığım kendisine söylenince,” O zaman akşama aratırım selam söyleyin.” Dediği bana duyurulduğundan herhalde bir şey var diye yine heyecanlandım ve ümitlendim.Hakikaten birkaç saat sonra beni arattı.Yanında o dönemin Bayraktarı da vardı.Bayraktar Nazmi bey’di zannedersem adı ve bana “ Beklediğimiz gün yarın sabah,”dedi.”
“Evet, en uzun gece başladı.Tabii ki sarıldık ,ağlaştık….Yapılması gereken işler arasında derhal bizim bir karargah bulmamız gerekiyordu.Hava saldırılarına,havan saldırılarına karşı Kooperatif Merkez Bankasının zemin katını seçtik.Karargahı oraya nakledecektik.Fakat bana verilen talimat ,”saat 05.00’e kadar yani çıkarma başlayıncaya kadar sakın ha kimseye bir şey söyleme “ şeklindeydi.Ancak söylemeden yapılmayacak işlerde vardı.Karargahın toparlanması ,taşınması,radyoya,televizyona verilecek beyanatların hazırlanması,tercümesi,bunu üzerine saat 22.00’yi zor bekleyebildim.22.00’de arkadaşları bir bir çağırdım.Bakan arkadaşları,müsteşarları ,kendilerine her tebligatı yaptığımda “Yarın sabah geliyorlar,” dediğimde evvela bir sevinç öpüşme,ağlaşma,sonra eve gidip geleyim istekleri ile karşılaştım.”Hayır ben size bunu söyledim.Artık bu kapıdan çıkamazsınız Türk ordusu gelinceye kadar burada kalacaksınız “ dedim ve öyle yaptık.24.00’ e kadar bekledik.Benim darbe gününden itibaren Birleşmiş Milletlerin verdiği ikametgahta kalan bir irtibat subayım vardı.Avusturyalı.O’na bol bol şarap içirip,”sen çık yat,”dedik.O da çıkıp yattı.Ondan sonra biz karahgah’ı taşıdık ve sabahın beşinden itibaren bizim radyomuz Bayrak ,” Türkler ada’nın dört bir tarafından çıkıyorlar” diye yayına başladı.Bize gelen tebligatta saat 05.00’te çıkılacak deniyordu.Türkiye saati,Kıbrıs saati demediler.Biz gelecekler diye 05.00’i baz olarak aldık ve anonsu yaptık ve neticede Rum’a bir saat erken haber vermiş olduk.Allahtan Nikos Sampson bunlara inanmadı.Ve fazla tertibat alamadılar.Ayrıca dört bir taraftan çıkıyor dediğimiz için ne tarafa bakacaklarını bilemediler….O gece hiç uyunmadı tabii.Gittim benim irtibat subayını uyandırdım.Yataktan fırlayıverdi.”Ne var ,” dedi.”Çıkarma var,” dedim.”Ne çıkarması?,” “ Türk çıkarması.” “ Aman” dedi .Pantolonunu giyerek merdivenleri inişini hatırlıyorum.Derhal karakola telefon etmek istedi.Telefon hatlarını kestiğimizi,karargahı başka yere naklettiğimizi anlattım.Aldık O’nu da karargaha götürdük.O adamın Kooperatif Merkez Bankasının önünde bizimle birlikte Girne dağlarına bakışını ve bekleyişini hatırlıyorum.Gecikmeyle de olsa evvela derinden top sesleri gelmeye başladı,sonra arkasından uçakların paraşütçüleri indirmeye başladığını gördük.O an etrafımda olanların yerlere kapanıp toprağı öpüp şükürler olsun dediklerine tanık oldum.O soğuk Avusturyalı da bu manzaraya bir baktı ondan sonra iki eliyle elimi avuçlarının içine aldı içtenlikle ,” Sizi kutlarım artık kurtuldunuz,”dedi.Bundan benim çıkardığım anlam şu: Bu subay katliamın nasıl yayılacağını biliyordu.Onun bilinci içerisindeydi.O çok sıcak ,o çok heyecanlı şekilde elime yapışıp ,” Artık kurtuldunuz” demesini hiç unutmuyorum….
EN UZUN GECEYİ DENKTAŞ ANLATIYOR
Türk Silahlı Kuvvetlerinin , Dünya’nın tek barış getiren savaş harekatının en yakın tanığı Rauf Denktaş ,1988 yılında Kıbrıs’ta yayınlanan “Güvenlik Kuvvetleri Dergisi’ne” verdiği röportajda çıkarmanın ilk saatlerini anlatmış.
İşte Mesut Günsev’in kaleminden O anlar…
“ 5 temmuzdan daha evvel Makarios’a karşı iki teşebbüs yapılmıştı.Helikopteri düşürülmüştü.Ondan kurtuldu,bilahare zannedersem Trodos’a giderken arabasının altında bomba patladı.Ondan da kurtuldu.Bizce bunu Yunanistan’ın yaptırdığı besbelliydi…Makarios Kralcıydı.Kıbrıs’ı artık tamamen eline geçirmiş olduğuna inanıyor ve Türkiye’yi asla müdahaleye zorlayacak herhangi bir girişimde de bulunmadan yıllarca bekleme planları yapıyordu.Kıbrıs’ı çocukluğundan beri tanıdığı Yunan kralına hediye etmek sevdasındaydı ve Yunan kralı adına Yunan albayları ile uğraşıyordu….Son iki olayda Makarios öldürülmüş olsaydı onun yerine cunta ,derhal kendi adamını koyacak ve süratle enosis için büyük adım atılacaktı.Bunu önlemenin yegane yolu ,üçüncü bir teşebbüs yapıldığı takdirde Türkiye’nin müdahalesi olmalıydı.Bunun üzerinde uzun boylu düşündük ve bu düşüncelerimizi …böyle bir şey yapıldığı ve Türkiye’nin müdahale etmediği takdirde kısa bir süre içerisinde Ada’nın Yunanistan’a bağlanmış addedileceğini Türk hükümetine duyurduk.
Dolayısıyla 15 Temmuz sabahı saat 8.30’da yazıhanemde çalışırken silah seslerini işittim ve hemen arkasından Makarios’a darbe haberi geldi.Rum radyosundan marşlar ,”Makarios ölmüştür” anonsları ortaya çıkınca ilk yaptığım iş Türk hükümeti’ne,”Bu darbe enosis için yapılmıştır.Derhal müdahale gerekir.Müdahale zamanında yapılmazsa Kıbrıs meselesini kaybetmiş oluruz ve Kıbrıs Türk olarak çok zor durumda kalırız,” şeklinde bir mesaj göndermek oldu.Mücahitlerimizin psikolojik durumunu bildiğim için ,derhal mücahitlere dönük bir açıklama yaptım ve “sakın karışmayınız.Bu Rumlar arası bir iştir.Emirsiz bir şey yapmayınız.Bizi ilgilendirmez,” şeklinde uyarılarla mücahitlerimizin zamansız bir hareket başlatıp kendi bölgelerinde ki halkı ezdirmelerinin önüne geçmek istedim.Hemen hemen her gün ,Türkiye’ye günde belki bir-iki belki de daha fazla mesajlarla durumu bildiriyorduk ve ısrar ediyordum: “Müdahale gereklidir.Şarttır,” diye en sonunda herhalde sayın Ecevit biraz da tedirgin olmalı ki TC Büyükelçiliğine bir mesaj geldi.: “sayın Denktaş’a söyleyiniz endişe etmesinler.Hükümet olayları çok yakından izlemektedir.Konjoktür hazırlanmaktadır.”..bir parantez açarak size bir anımı anlatayım.
“Darbeden iki-iki buçuk ay evveldi.Bir rüya gördüm.Atatürk etrafında bir toplulukla Girne kapısından içeri giriyordu.Ben de etrafımda bir toplulukla kendisini karşıladım.”Atam , bizi kurtar artık.Dayanamıyoruz.Mümkün değil dayanamıyoruz,” dedim, elini öpmeye çalıştım.Bana sert sert baktı.Sonra gülümseyerek ,”konjoktür önemlidir .Denktaş ,konjoktüre dikkat ediniz,” dedi.Uyandığımda bu rüyanın şok etkisi altında kalmıştım.Bu sanki rüyanın ötesinde bir şey gibiydi.Sanki Atatürk’le hakikaten karşılaşmış,konuşmuşum duygusunu taşıyordum.Çok heyecanlıydım.sabahleyin erkenden saat 9.00’da Büyükelçi Asaf İlhan bey’e gittim.Kendisine bu rüyayı anlattım ve rüyayı günlüğüme de yazdım.Dolayısı ile 15 temmuzdan sonra sayın Ecevit’ten “konjoktüre dikkat ediyoruz ,konjoktüre bakıyoruz “ şeklinde mesaj gelince,”Asaf bey , geliyorlar “ dedim.
“19 temmuz’da artık Amerika’dan gelen sesler,”Canım Nikos Sampson artık idareyi ele almıştır.Çatışma durmuştur.halktan tebrikler gidiyor.Artık herhalde kendisini kabul edebiliriz “ gibi hava esmeye başladı.Bu bizi daha da endişelendirdi.Her gün yabancı gazeteciler geliyor bu oturduğumuz odanın arka tarafında Ledra Palas’da vurulmayacak şekilde siper alarak bahçede oturuyorduk…19 temmuzda bana ; Türkiye gelecek mi, gelmeyecek mi?Ne dersiniz? Diye bir soru tevcih ettiler.Dedim ki ,”kırk sekiz saate gelirse gelir, gelmezse artık çok geç kalır.”Çünkü ben Amerika’nın tanıma eylemine gireceğini istihbar etmiştim…..19’unda akşam üstü Asaf İlhan bey’in hanımı ile birlikte hiç yapmadığı bir yürüyüş yaptığını ,yürüyerek bizim kapının önünden geçtiğini ,benim içeride olup olmadığımı sorduğunu,içeride olmadığım kendisine söylenince,” O zaman akşama aratırım selam söyleyin.” Dediği bana duyurulduğundan herhalde bir şey var diye yine heyecanlandım ve ümitlendim.Hakikaten birkaç saat sonra beni arattı.Yanında o dönemin Bayraktarı da vardı.Bayraktar Nazmi bey’di zannedersem adı ve bana “ Beklediğimiz gün yarın sabah,”dedi.”
“Evet, en uzun gece başladı.Tabii ki sarıldık ,ağlaştık….Yapılması gereken işler arasında derhal bizim bir karargah bulmamız gerekiyordu.Hava saldırılarına,havan saldırılarına karşı Kooperatif Merkez Bankasının zemin katını seçtik.Karargahı oraya nakledecektik.Fakat bana verilen talimat ,”saat 05.00’e kadar yani çıkarma başlayıncaya kadar sakın ha kimseye bir şey söyleme “ şeklindeydi.Ancak söylemeden yapılmayacak işlerde vardı.Karargahın toparlanması ,taşınması,radyoya,televizyona verilecek beyanatların hazırlanması,tercümesi,bunu üzerine saat 22.00’yi zor bekleyebildim.22.00’de arkadaşları bir bir çağırdım.Bakan arkadaşları,müsteşarları ,kendilerine her tebligatı yaptığımda “Yarın sabah geliyorlar,” dediğimde evvela bir sevinç öpüşme,ağlaşma,sonra eve gidip geleyim istekleri ile karşılaştım.”Hayır ben size bunu söyledim.Artık bu kapıdan çıkamazsınız Türk ordusu gelinceye kadar burada kalacaksınız “ dedim ve öyle yaptık.24.00’ e kadar bekledik.Benim darbe gününden itibaren Birleşmiş Milletlerin verdiği ikametgahta kalan bir irtibat subayım vardı.Avusturyalı.O’na bol bol şarap içirip,”sen çık yat,”dedik.O da çıkıp yattı.Ondan sonra biz karahgah’ı taşıdık ve sabahın beşinden itibaren bizim radyomuz Bayrak ,” Türkler ada’nın dört bir tarafından çıkıyorlar” diye yayına başladı.Bize gelen tebligatta saat 05.00’te çıkılacak deniyordu.Türkiye saati,Kıbrıs saati demediler.Biz gelecekler diye 05.00’i baz olarak aldık ve anonsu yaptık ve neticede Rum’a bir saat erken haber vermiş olduk.Allahtan Nikos Sampson bunlara inanmadı.Ve fazla tertibat alamadılar.Ayrıca dört bir taraftan çıkıyor dediğimiz için ne tarafa bakacaklarını bilemediler….O gece hiç uyunmadı tabii.Gittim benim irtibat subayını uyandırdım.Yataktan fırlayıverdi.”Ne var ,” dedi.”Çıkarma var,” dedim.”Ne çıkarması?,” “ Türk çıkarması.” “ Aman” dedi .Pantolonunu giyerek merdivenleri inişini hatırlıyorum.Derhal karakola telefon etmek istedi.Telefon hatlarını kestiğimizi,karargahı başka yere naklettiğimizi anlattım.Aldık O’nu da karargaha götürdük.O adamın Kooperatif Merkez Bankasının önünde bizimle birlikte Girne dağlarına bakışını ve bekleyişini hatırlıyorum.Gecikmeyle de olsa evvela derinden top sesleri gelmeye başladı,sonra arkasından uçakların paraşütçüleri indirmeye başladığını gördük.O an etrafımda olanların yerlere kapanıp toprağı öpüp şükürler olsun dediklerine tanık oldum.O soğuk Avusturyalı da bu manzaraya bir baktı ondan sonra iki eliyle elimi avuçlarının içine aldı içtenlikle ,” Sizi kutlarım artık kurtuldunuz,”dedi.Bundan benim çıkardığım anlam şu: Bu subay katliamın nasıl yayılacağını biliyordu.Onun bilinci içerisindeydi.O çok sıcak ,o çok heyecanlı şekilde elime yapışıp ,” Artık kurtuldunuz” demesini hiç unutmuyorum….
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)