KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
AŞK SİZE ÇOK YAKIŞIYOR
İnsan kesinlikle bu Dünya’ya ait.
Evrenler arası iletişim kurup başka yerler aramasına bakmayın.Aslında O hala kendini arıyor.
İnsanlığının farkında olmayan çoğunluk kadar , insanlığı arayan da var , bulan da…
İçinde ki insanı bulanların azlığı yüzünden bu yaşadıklarımız.
Bu yazı , sizi içinde ki sevgiyi , aşkı , inancı ve güveni bulanların Dünyasına davet ediyor .
Gelmek , bulmak , kalmak zorunda olmadığınız bir Dünya bu.
Fena halde sevgi yüklü…
Duygu yüklü , aşk yüklü …Gönül bağı ile bağlanmış insanların Dünyası.
Fiziksel ve zihinsel engelli olarak tanımlanan ve kendilerini böyle ifade etmek zorunda bırakılan insanların samimi Dünyası.
Öyle bir Dünya ki burada hiç kimse rol yapmıyor.
Herkes ne ise O..
Böyle bir kabul ile başlayan bir araya geliş , bir çok şeyi başarmalarını sağlamış.Oysa birlikte bir şeyler yapma ve en önemlisi , içlerinde ki insanı bulma sürecinin başlarındalar daha.
Kimisi zihinsel , kimisi fiziksel engelli ama hepsi bu eksikliklerinin üstesinden gelmeyi başarmış insanlar.
Cumartesi günü ANSAN’da bir araya geldiler.
Küçücük sergi salonunda ayakta duracak yer kalmadı.
Türk sanat musikisi korosu olarak sahne aldılar.
Antalya Engelliler Korosu…
Kendilerine verdikleri isim bu.
Hepsi içinde ki insanı bulmuş birer sanatçı.
Hepsi bir diğerini seviyor.Saygı duyuyor..En önemlisi birbirlerine güveniyorlar.
Antalya’da yaşıyorsanız ve onları henüz fark etmediyseniz bu kesinlikle sizin suçunuz.
Çünkü onların Almanya’da Leverkusen’de kardeş koroları bile var.
Söyledikleri şarkılar O denli onları anlatıyor ki , yaptıkları sanata O denli inanmışlar ki salonu dolduran kalabalık kendiliğinden onlar oluyor.Hep birlikte söylüyoruz şarkıları.
Bir koro şefleri var.Öğretmenim diyorlar O’na.İçlerinde ki insanı bulmalarında yol göstericilik yapan , Türk Sanat Musikisi icra etmelerini onlara öğreten, bunu başarabileceklerine inanıp ,onları da buna inandıran bir insan…
Hülya İlhan Bostanoğlu….
O benim ablam….
Hep birlikte sahnedeler…Hep birlikte şarkı söylüyorlar…
Söyledikleri şarkının adı ..
AŞK SANA ÇOK YAKIŞIYOR….
Aşk insana çok yakışıyor…
25 Aralık 2010 Cumartesi
24 Aralık 2010 Cuma
SLOGANLAR SAVAŞI
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
ÇAKARSA HOCA ÇAKAR
Balbey’e çivi çakılmasını isteyenlere , “gaza getirmeyin beni “diyor Mustafa Akaydın.
İmar hukuku ne diyorsa onu yaparım.Bunun dışında bir şey beklemeyin.
Balbey mahallesi’nin ne olacağı konuşuluyor.
Tapu sahipleri , mimarlar , benim gibi şehrinin geleceği ile ilgilenenler epey bir kalabalığız.
Yeni bir şey değil yapılan.
Benim bildiğim ve katıldığım bu üçüncü.
Ama sanki daha önce bir araya gelinmemiş , konuşulmamış gibi yapılıyor.
Düzenleyenler yapıyor bunu , katılanlar yapıyor.Sanki ilk kez konuşuluyormuş gibi on yedi yıllık hikaye yeniden anlatılıyor.Yeniden dinleniyor.Hiç sıkılmıyoruz.Sunarken de , dinlerken de heyecanlıyız.
Gök delenlerle dolduralım orayı diyen de , 4- 5 kat verin bu iş bitsin diyen de , tarihi koruyalım diyen de bıkmamış bu oyundan.
Koruma kurulu koruma kararı vermiş.
Kök tapuyu baz almış…Doğrusu bu.
Muratpaşa Belediyesi uygulama imar planı ve 18. Madde uygulaması yapmış Tapuyu almış başka yerlere götürmüş.
Korunacak yerde evi olanın, tapusu başka yerde evi başka yerde …
Ne ev korunuyor , ne de inşaat yapılabiliyor.
Sorun bu.
Konuşulan???...
Konuşulan da bu.
Ama ortada Muratpaşa Belediyesi yok.
Koruyalım mı , gök delen mi yapalım sohbeti heyecanlı bir şekilde üçüncü kez konuşuldu ve üçüncü kez bir yere varılamadan çıktık salondan.
“Balbey de ki eski üretim kültürü eski ticaret kültürü korunsun , sokaklarından sular aksın “ diyen Büyükyıldırım mı romantik , Muratpaşa’sız konuşarak gökdelen tartışan Akaydın mı? Ben karar veremedim.
Ama gördüğüm bir önceki çalışmalardan yararlanmadan ama aynısını yeniymiş gibi sunan planlamacılarla bir yere varılamayacağı.
Mülkiyet ve uygulama sorunu çözülmeden , Balbey’e hiçbir şey yapamayacağını bilerek mart ve mayıs gibi bitiririz demek mi gerçekçilik göreceğiz.
Salon dışına çıktım..İçeride çakarsa hoca çakar sloganı atanlara , öğrenciler cevap veriyordu.
“ Hoooocaa….Halk kartı…….Al başına çalll…”
ÇAKARSA HOCA ÇAKAR
Balbey’e çivi çakılmasını isteyenlere , “gaza getirmeyin beni “diyor Mustafa Akaydın.
İmar hukuku ne diyorsa onu yaparım.Bunun dışında bir şey beklemeyin.
Balbey mahallesi’nin ne olacağı konuşuluyor.
Tapu sahipleri , mimarlar , benim gibi şehrinin geleceği ile ilgilenenler epey bir kalabalığız.
Yeni bir şey değil yapılan.
Benim bildiğim ve katıldığım bu üçüncü.
Ama sanki daha önce bir araya gelinmemiş , konuşulmamış gibi yapılıyor.
Düzenleyenler yapıyor bunu , katılanlar yapıyor.Sanki ilk kez konuşuluyormuş gibi on yedi yıllık hikaye yeniden anlatılıyor.Yeniden dinleniyor.Hiç sıkılmıyoruz.Sunarken de , dinlerken de heyecanlıyız.
Gök delenlerle dolduralım orayı diyen de , 4- 5 kat verin bu iş bitsin diyen de , tarihi koruyalım diyen de bıkmamış bu oyundan.
Koruma kurulu koruma kararı vermiş.
Kök tapuyu baz almış…Doğrusu bu.
Muratpaşa Belediyesi uygulama imar planı ve 18. Madde uygulaması yapmış Tapuyu almış başka yerlere götürmüş.
Korunacak yerde evi olanın, tapusu başka yerde evi başka yerde …
Ne ev korunuyor , ne de inşaat yapılabiliyor.
Sorun bu.
Konuşulan???...
Konuşulan da bu.
Ama ortada Muratpaşa Belediyesi yok.
Koruyalım mı , gök delen mi yapalım sohbeti heyecanlı bir şekilde üçüncü kez konuşuldu ve üçüncü kez bir yere varılamadan çıktık salondan.
“Balbey de ki eski üretim kültürü eski ticaret kültürü korunsun , sokaklarından sular aksın “ diyen Büyükyıldırım mı romantik , Muratpaşa’sız konuşarak gökdelen tartışan Akaydın mı? Ben karar veremedim.
Ama gördüğüm bir önceki çalışmalardan yararlanmadan ama aynısını yeniymiş gibi sunan planlamacılarla bir yere varılamayacağı.
Mülkiyet ve uygulama sorunu çözülmeden , Balbey’e hiçbir şey yapamayacağını bilerek mart ve mayıs gibi bitiririz demek mi gerçekçilik göreceğiz.
Salon dışına çıktım..İçeride çakarsa hoca çakar sloganı atanlara , öğrenciler cevap veriyordu.
“ Hoooocaa….Halk kartı…….Al başına çalll…”
22 Aralık 2010 Çarşamba
GAZETECİ ASLINDA SİZSİNİZ..
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
BEN ASLINDA KIZGINIM
Anadolu’da gazeteci olmak nedir ?
Bilen bilir..
Okuyucu bilir…
Müdürler bilmez…Daire başkanları….Allı pullu danışmanlar…Genel müdürler..Genel sekreterler… Başkanlar…
Bilmezler… çünkü okumazlar…
Kaymakamlar …Valiler…
Bilen bilir…
Dünyadan , yurdundan , şehrinden sorumludur gazeteci.
O sabah işe gider gibi gitmez gazeteye.
O her gün savaşa gider.
Kötülükle , kötüyle , aksaklıkla , eksiklikle , yanlışla savaşa gider gibi çıkar evinden.
Bilen bilir…
Kendisi değildir O artık..
Şehirde yaşayan herkestir.
Çalışanda O’dur , üreten de..
O doğrunun sesidir.
Yalanı , gerçekten ayıran , bozanı -yapandan , aldatanı -dürüstten…
O aslında herkesin elidir.Herkesin kulağı ve gözü..
O aslında okuyucudur.
Okuyucu gazetecilik nedir bilir…
Gazeteci okuyucunun kendisidir çünkü.
Okuyucu acımasızdır.
Öyledir.
Acımasız olmazsa olmaz..
Okuyucu sevecendir…
Hayatı , insanları , canlıları , doğayı ,Dünyayı sevmezse olmaz.
Okuyucu zor beğenir…
Böyledir…
Beğenmezse de , bir daha çıkmaz o gazete.
Siz bu yazıyı Hürses gazetesinin onaltıbinsekizyüzotuzaltıncı sayısında okuyorsunuz.
BEN ASLINDA KIZGINIM
Anadolu’da gazeteci olmak nedir ?
Bilen bilir..
Okuyucu bilir…
Müdürler bilmez…Daire başkanları….Allı pullu danışmanlar…Genel müdürler..Genel sekreterler… Başkanlar…
Bilmezler… çünkü okumazlar…
Kaymakamlar …Valiler…
Bilen bilir…
Dünyadan , yurdundan , şehrinden sorumludur gazeteci.
O sabah işe gider gibi gitmez gazeteye.
O her gün savaşa gider.
Kötülükle , kötüyle , aksaklıkla , eksiklikle , yanlışla savaşa gider gibi çıkar evinden.
Bilen bilir…
Kendisi değildir O artık..
Şehirde yaşayan herkestir.
Çalışanda O’dur , üreten de..
O doğrunun sesidir.
Yalanı , gerçekten ayıran , bozanı -yapandan , aldatanı -dürüstten…
O aslında herkesin elidir.Herkesin kulağı ve gözü..
O aslında okuyucudur.
Okuyucu gazetecilik nedir bilir…
Gazeteci okuyucunun kendisidir çünkü.
Okuyucu acımasızdır.
Öyledir.
Acımasız olmazsa olmaz..
Okuyucu sevecendir…
Hayatı , insanları , canlıları , doğayı ,Dünyayı sevmezse olmaz.
Okuyucu zor beğenir…
Böyledir…
Beğenmezse de , bir daha çıkmaz o gazete.
Siz bu yazıyı Hürses gazetesinin onaltıbinsekizyüzotuzaltıncı sayısında okuyorsunuz.
17 Aralık 2010 Cuma
HALK KART SÖYLENCESİ...
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
HALKIMIN KARTI BURAYA KADAR
Büyük şehir belediye başkanlığına , ilgilisine, e-mail yoluyla on soru sorduk.
Halk kartın adı kartın üzerinde neden yazmıyor diye bir soruda vardı.
Cevap verdim , veriyorum ,vereceğim , günleri geçti.
Biz cevabımızı caddelerden sokaklara taşan kuyruklardan aldık.
Önemli olan ilgilisinin ve bütün bu uygulamanın birinci derecede siyasi sorumluluğunu üstlenenlerin cevaplarını alıp almadıkları.
A-Kent firmasının yapmaya çalıştığı biletsiz toplu taşıma uygulaması kağıt üzerinde çok güzel.
Teknolojisi ile birlikte yapılmak istenen iş kesinlikle , daha önceki uygulamadan çok ileride.
Geride kalan uygulayıcılar.
Bir iş yapılırken geçilmesi gereken evrelerden geçmeyip , boşa zaman harcama ile ilgili ana soruna , ben her zaman ve her durumda en iyisini bilirim duruşu eklenince olanlar oldu.
Bakın Büyük şehir belediye başkanı soru soracağız dediğimizde aceleyle düzenlediği basın toplantısında ne dedi.
Kasım ayından söz ediyorum.Yani dünden.
“ 128 bin kart dağıtıldı .Bundan sonra belki 20 bin belki o kadar da değil bir kart daha dağıtılır.Yani bu güne kadar görmediğimiz kuyrukların bundan sonra görülmesi de söz konusu değildir.” Dedi.
Aralık ayı yağmur , fırtına , kar , soğuk ve kuyruk ayı oldu.
Şimdi biz adı bile üzerinde yazmayan bir kartı mı eleştireceğiz , yoksa öngörüsü bu kadar eksik bir yönetim anlayışını mı?.
Sistem geçte olsa çalışıyor.
Sistem kafa göz yara yarada olsa düzelecek.
Kartınıza yüklü parasal değer ekranda görünecek , ücretsiz aktarma uygulaması başlayacak.
Bunlar düzelecek…
Benim endişem başka…
Değişmesi gereken şey de başka…
Kuyruklardan , soğuktan , zekasız kararlara sokakların verdiği cevaptan söz ediyorum.
Halkın halk kartına verdiği cevaptan.
İlgilisi bu cevabı aldı mı?...
Benim son sorum bu..?
HALKIMIN KARTI BURAYA KADAR
Büyük şehir belediye başkanlığına , ilgilisine, e-mail yoluyla on soru sorduk.
Halk kartın adı kartın üzerinde neden yazmıyor diye bir soruda vardı.
Cevap verdim , veriyorum ,vereceğim , günleri geçti.
Biz cevabımızı caddelerden sokaklara taşan kuyruklardan aldık.
Önemli olan ilgilisinin ve bütün bu uygulamanın birinci derecede siyasi sorumluluğunu üstlenenlerin cevaplarını alıp almadıkları.
A-Kent firmasının yapmaya çalıştığı biletsiz toplu taşıma uygulaması kağıt üzerinde çok güzel.
Teknolojisi ile birlikte yapılmak istenen iş kesinlikle , daha önceki uygulamadan çok ileride.
Geride kalan uygulayıcılar.
Bir iş yapılırken geçilmesi gereken evrelerden geçmeyip , boşa zaman harcama ile ilgili ana soruna , ben her zaman ve her durumda en iyisini bilirim duruşu eklenince olanlar oldu.
Bakın Büyük şehir belediye başkanı soru soracağız dediğimizde aceleyle düzenlediği basın toplantısında ne dedi.
Kasım ayından söz ediyorum.Yani dünden.
“ 128 bin kart dağıtıldı .Bundan sonra belki 20 bin belki o kadar da değil bir kart daha dağıtılır.Yani bu güne kadar görmediğimiz kuyrukların bundan sonra görülmesi de söz konusu değildir.” Dedi.
Aralık ayı yağmur , fırtına , kar , soğuk ve kuyruk ayı oldu.
Şimdi biz adı bile üzerinde yazmayan bir kartı mı eleştireceğiz , yoksa öngörüsü bu kadar eksik bir yönetim anlayışını mı?.
Sistem geçte olsa çalışıyor.
Sistem kafa göz yara yarada olsa düzelecek.
Kartınıza yüklü parasal değer ekranda görünecek , ücretsiz aktarma uygulaması başlayacak.
Bunlar düzelecek…
Benim endişem başka…
Değişmesi gereken şey de başka…
Kuyruklardan , soğuktan , zekasız kararlara sokakların verdiği cevaptan söz ediyorum.
Halkın halk kartına verdiği cevaptan.
İlgilisi bu cevabı aldı mı?...
Benim son sorum bu..?
12 Aralık 2010 Pazar
MUTSUZLUK GİDEREK ARTIYOR.
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
ALICE IN WONDERLAND
Antalya İş Kadınları Derneği düzenli olarak yemekli akşam toplantıları düzenliyor.Dün akşam ki toplantıda Prof.Dr.Nilüfer Narlı vardı.
Muhteşem bir öz geçmiş ve kariyer..Bahçeşehir Üniversitesi sosyoloji bölüm başkanı.
Antalyalı iş kadınlarının yüksek enerjili ve katılımcı ortamında yaptığı konuşmasında Türkiye İstatistik Kurumunun verileri ve kendi çalışmaları ışığında İnsan Hakları , kalkınma ve Yaşam kalitesi konusunda konuştu.
Toplantının sorular kısmına gelinceye kadar harikalar dünyasında gezindik.
Hepimiz hatırladık ki “Alice harikalar dünyasında” hapsolmuştu.
Sorularla açılan ve farklılaşan konuşmadan çıkan şuydu.
Prof. Narlı diyordu ki AKP , Avrupa Birliği uyum sürecini en başarılı yürüten hükümetti.
Avrupa Birliği sözcülerinin şikayet ettikleri sadece uygulama kısmıydı.
Brezilya’da kölelik devam ediyordu.Örneğin 450 metrekarelik evlerde çalışan hizmetçiler sadece 4 metrekarelik odalarda yaşamaya mahkum edilmişlerdi.
Katılımcı ,bütün gün ve gece çöp toplayan insanlarımızın durumunu nereye koyduğunu sordu.
Günde 1 doların altında gelirle yaşayan Brezilyalılar nüfusun % 15 iydi.
Bu oran Türkiye’de kırsal kesim verilerinde % 31 di.
Olsundu Türkiye hızla gelişiyor ve güçleniyordu.
Kadın hakları ve pozitif ayrımcılık açısından “akparti” (bu onun söyleyişi)harika işler yapmıştı.
Kadına yönelik sosyal cinsiyet ayrımcılığında Türkiye İran’ın bile gerisine düşmüş ve Yemen’in üzerinde durmaktaydı.Bunu da kendisi söyledi.
Nüfus hızla artıyordu bunun nedeni ,”olsun çok askerimiz olsun” anlayışıydı.
Başbakan 3 ( uyarılar ….sesler) peki tamam en az üç çocuk demişti ama zaten bu ülkede aile planlaması uygulanmıyordu.Miras hukukunu düzenleyen Osmanlının kendisiydi birileri bunu Cumhuriyet yaptı diyordu ama aslında Osmanlı padişahı kızlara eğitim ve miras hakkı vermişti.
Ama bugünkü verilerle Türkiye Cumhuriyeti mülk sahipliğinde kadınların oranı sadece %8 di.
Bu ne anlama geliyordu?..
Dünyanın en yoksul nüfusu , okuma yazma oranı düşük on ülke arasında olmak , daha dün çıkan bir yasa ile Devletin yaptıklarına karşı şahsi kusur davası açamamak , ben devletim diyen birilerinin yaptıklarına karşı sesini çıkaramaz duruma düşmek,ekonomisi bitirilmiş , üretim yapamayan bir ülke olmak.
Peki ya hayvancılık diyor bir dinleyici.
Terör filan dediler hayvancılığı bitirdiler diyor Prof. Hanım.
Ekonomisi üretim yapamaz hale gelen bir ülkede çalışan kadın sayısını hesaplamanın ne yararı var , bu ekonomi iflas etmiş durumda diyor bir katılımcı.
Benim uzmanlık alanım değil bilemem diyor Konuşmacı.
Ama şunu biliyor ve söylüyor.
Üstelik Türkiye İstatistik Kurumu verilerine dayanarak..
Türkiye de mutsuzluk giderek büyüyor..
Ne sordular da bu sonuç çıktı bilemiyorum diyor Prof.Narlı.
Ben sadece tahmin ediyorum.
“ CHP nin muhalefetinden mutlumusunuz?”
ALICE IN WONDERLAND
Antalya İş Kadınları Derneği düzenli olarak yemekli akşam toplantıları düzenliyor.Dün akşam ki toplantıda Prof.Dr.Nilüfer Narlı vardı.
Muhteşem bir öz geçmiş ve kariyer..Bahçeşehir Üniversitesi sosyoloji bölüm başkanı.
Antalyalı iş kadınlarının yüksek enerjili ve katılımcı ortamında yaptığı konuşmasında Türkiye İstatistik Kurumunun verileri ve kendi çalışmaları ışığında İnsan Hakları , kalkınma ve Yaşam kalitesi konusunda konuştu.
Toplantının sorular kısmına gelinceye kadar harikalar dünyasında gezindik.
Hepimiz hatırladık ki “Alice harikalar dünyasında” hapsolmuştu.
Sorularla açılan ve farklılaşan konuşmadan çıkan şuydu.
Prof. Narlı diyordu ki AKP , Avrupa Birliği uyum sürecini en başarılı yürüten hükümetti.
Avrupa Birliği sözcülerinin şikayet ettikleri sadece uygulama kısmıydı.
Brezilya’da kölelik devam ediyordu.Örneğin 450 metrekarelik evlerde çalışan hizmetçiler sadece 4 metrekarelik odalarda yaşamaya mahkum edilmişlerdi.
Katılımcı ,bütün gün ve gece çöp toplayan insanlarımızın durumunu nereye koyduğunu sordu.
Günde 1 doların altında gelirle yaşayan Brezilyalılar nüfusun % 15 iydi.
Bu oran Türkiye’de kırsal kesim verilerinde % 31 di.
Olsundu Türkiye hızla gelişiyor ve güçleniyordu.
Kadın hakları ve pozitif ayrımcılık açısından “akparti” (bu onun söyleyişi)harika işler yapmıştı.
Kadına yönelik sosyal cinsiyet ayrımcılığında Türkiye İran’ın bile gerisine düşmüş ve Yemen’in üzerinde durmaktaydı.Bunu da kendisi söyledi.
Nüfus hızla artıyordu bunun nedeni ,”olsun çok askerimiz olsun” anlayışıydı.
Başbakan 3 ( uyarılar ….sesler) peki tamam en az üç çocuk demişti ama zaten bu ülkede aile planlaması uygulanmıyordu.Miras hukukunu düzenleyen Osmanlının kendisiydi birileri bunu Cumhuriyet yaptı diyordu ama aslında Osmanlı padişahı kızlara eğitim ve miras hakkı vermişti.
Ama bugünkü verilerle Türkiye Cumhuriyeti mülk sahipliğinde kadınların oranı sadece %8 di.
Bu ne anlama geliyordu?..
Dünyanın en yoksul nüfusu , okuma yazma oranı düşük on ülke arasında olmak , daha dün çıkan bir yasa ile Devletin yaptıklarına karşı şahsi kusur davası açamamak , ben devletim diyen birilerinin yaptıklarına karşı sesini çıkaramaz duruma düşmek,ekonomisi bitirilmiş , üretim yapamayan bir ülke olmak.
Peki ya hayvancılık diyor bir dinleyici.
Terör filan dediler hayvancılığı bitirdiler diyor Prof. Hanım.
Ekonomisi üretim yapamaz hale gelen bir ülkede çalışan kadın sayısını hesaplamanın ne yararı var , bu ekonomi iflas etmiş durumda diyor bir katılımcı.
Benim uzmanlık alanım değil bilemem diyor Konuşmacı.
Ama şunu biliyor ve söylüyor.
Üstelik Türkiye İstatistik Kurumu verilerine dayanarak..
Türkiye de mutsuzluk giderek büyüyor..
Ne sordular da bu sonuç çıktı bilemiyorum diyor Prof.Narlı.
Ben sadece tahmin ediyorum.
“ CHP nin muhalefetinden mutlumusunuz?”
9 Aralık 2010 Perşembe
YUMURTA DEMOKRASİSİ
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
YUMURTA MI DEMOKRASİDEN , DEMOKRASİ Mİ YUMURTADAN ÇIKACAK?
Demokrasimizin nereden çıkacağının belli olmaması iyi bir şey.
Sonuçta çıkacağına olan inancımızın olması da iyi..
Ama kafalarımızın karışık olması kötü.
Demokrasimizden yumurta çıkması fikri hükümeti çok rahatsız ediyor.
Muhalefet demokrasimizin yumurtadan çıkacağına çoktan inanmış durumda.
Bu günkü konumuz demokrasinin mi yumurtadan , yoksa yumurtanın mı demokrasiden çıkacağı konusuydu.
Gazetemizin demokrasisi buna izin vermedi.
Siz ne sanıyordunuz?..Bizim gazetenin köklü bir demokrasi anlayışı vardır ve Genel yayın yönetmeninin aklından çıkar.
Yani bizim demokrasimiz akıllı demokrasidir.
Bu gün İnsan hakları günü olduğu ve bu konuda yazı yazılması fikri işte bu demokrasinin önemsediği bir durumdur.
Ben de bu gün genel yayın yönetmenimize bu durumu anlatmaya çalıştım.
Buyrun okuyun.
Sayın Genel yayın yönetmenim,
İnsan hakları nereden çıkarsa çıksın , çıkmış olan demokrasiden çıkmıştır.
Okuduklarınız ve dinlediklerinizle kafanızın daha da karışması hafif rakı etkisi yaptığı için hoşunuza da gidiyor olabilir ama demokrasimiz açısından pek hayra alamet değil.
Durumu toparlamak ve demokrasi çeşitliğini anlaşılır kılmak için siz sayın genel yayın yönetmenimden almış olduğum demokratik uyarı üzerine demokrasi çeşitleri ve insan hakları konusunda aşağıda ki yazıyı yazdım.
Statükocu demokrasi : Üretici , yapıcı , akılcı ve “yaaa kardeşim her şeyi satıp savıyorsun bari var olanları koruyalım “demokrasisi.Tu kaka demokrasisi olarak da adlandırılır.
Bağımsız demokrasi : statükoculardan destek alır.Ülkenin ve insanların bağımsız olmaları gerektiğini iddia eden romantik bir anlayıştır.Silivri dolaylarında toplanan savunucularının yazdıkları ile beslenir.Gardiyanların kontrolünde gelişimini sürdürmektedir.Bu tür demokrasi anlayışında yumurta atma özgürlüğü vardır ve bu ifade hakkı demokrasiden çıkmaktadır.
Demokratik ileri demokrasi : Kaynağını Arabistan’ın bedevilerinden aldığı söylenen bu tür demokrasinin okyanus ötesinden desteklendiği de iddia edilmektedir.”Ben ne dersem o olur “ demokrasisi . Doğru ben ne dersem odur şeklinde açıklanan bu tür demokrasilerde taş atmak değil ama yumurta atmak kötüdür.Yumurtadan demokrasi çıkma ihtimali vardır ve bu kötü bir şeydir temelinde sağlamlaşan bu düşünce , kendilerine yapılanların başkalarına yapılmasını , başkalarına yapılanların da kendilerine yapılmasını istemez.En demokratik demokrasinin kendi çıkarlarına hizmet eden demokrasi olduğundan emin olarak bunun dışında ki bütün demokrasileri ret ederler.
Kendilerine atılan yumurtaların örgütlü bir biçimde üretildiğini düşünerek gen analizi yöntemiyle yumurtayı yumurtlayan tavuğu bulup yok etmenin demokratik olduğunu düşünürler.
Yumurta yumurtlama özgürlüğünün sınırlanması gerektiğini söyleyenleri bile bulunmaktadır.
Siz değerli genel yayın yönetmenimin önemsediği “insan haklarının” bu yumurtadan çıkma ihtimali bulunmamaktadır.
Saygılarımla…
YUMURTA MI DEMOKRASİDEN , DEMOKRASİ Mİ YUMURTADAN ÇIKACAK?
Demokrasimizin nereden çıkacağının belli olmaması iyi bir şey.
Sonuçta çıkacağına olan inancımızın olması da iyi..
Ama kafalarımızın karışık olması kötü.
Demokrasimizden yumurta çıkması fikri hükümeti çok rahatsız ediyor.
Muhalefet demokrasimizin yumurtadan çıkacağına çoktan inanmış durumda.
Bu günkü konumuz demokrasinin mi yumurtadan , yoksa yumurtanın mı demokrasiden çıkacağı konusuydu.
Gazetemizin demokrasisi buna izin vermedi.
Siz ne sanıyordunuz?..Bizim gazetenin köklü bir demokrasi anlayışı vardır ve Genel yayın yönetmeninin aklından çıkar.
Yani bizim demokrasimiz akıllı demokrasidir.
Bu gün İnsan hakları günü olduğu ve bu konuda yazı yazılması fikri işte bu demokrasinin önemsediği bir durumdur.
Ben de bu gün genel yayın yönetmenimize bu durumu anlatmaya çalıştım.
Buyrun okuyun.
Sayın Genel yayın yönetmenim,
İnsan hakları nereden çıkarsa çıksın , çıkmış olan demokrasiden çıkmıştır.
Okuduklarınız ve dinlediklerinizle kafanızın daha da karışması hafif rakı etkisi yaptığı için hoşunuza da gidiyor olabilir ama demokrasimiz açısından pek hayra alamet değil.
Durumu toparlamak ve demokrasi çeşitliğini anlaşılır kılmak için siz sayın genel yayın yönetmenimden almış olduğum demokratik uyarı üzerine demokrasi çeşitleri ve insan hakları konusunda aşağıda ki yazıyı yazdım.
Statükocu demokrasi : Üretici , yapıcı , akılcı ve “yaaa kardeşim her şeyi satıp savıyorsun bari var olanları koruyalım “demokrasisi.Tu kaka demokrasisi olarak da adlandırılır.
Bağımsız demokrasi : statükoculardan destek alır.Ülkenin ve insanların bağımsız olmaları gerektiğini iddia eden romantik bir anlayıştır.Silivri dolaylarında toplanan savunucularının yazdıkları ile beslenir.Gardiyanların kontrolünde gelişimini sürdürmektedir.Bu tür demokrasi anlayışında yumurta atma özgürlüğü vardır ve bu ifade hakkı demokrasiden çıkmaktadır.
Demokratik ileri demokrasi : Kaynağını Arabistan’ın bedevilerinden aldığı söylenen bu tür demokrasinin okyanus ötesinden desteklendiği de iddia edilmektedir.”Ben ne dersem o olur “ demokrasisi . Doğru ben ne dersem odur şeklinde açıklanan bu tür demokrasilerde taş atmak değil ama yumurta atmak kötüdür.Yumurtadan demokrasi çıkma ihtimali vardır ve bu kötü bir şeydir temelinde sağlamlaşan bu düşünce , kendilerine yapılanların başkalarına yapılmasını , başkalarına yapılanların da kendilerine yapılmasını istemez.En demokratik demokrasinin kendi çıkarlarına hizmet eden demokrasi olduğundan emin olarak bunun dışında ki bütün demokrasileri ret ederler.
Kendilerine atılan yumurtaların örgütlü bir biçimde üretildiğini düşünerek gen analizi yöntemiyle yumurtayı yumurtlayan tavuğu bulup yok etmenin demokratik olduğunu düşünürler.
Yumurta yumurtlama özgürlüğünün sınırlanması gerektiğini söyleyenleri bile bulunmaktadır.
Siz değerli genel yayın yönetmenimin önemsediği “insan haklarının” bu yumurtadan çıkma ihtimali bulunmamaktadır.
Saygılarımla…
7 Aralık 2010 Salı
NE YAPACAKSANIZ ŞİMDİ YAPIN
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
BAŞARISIZ ÖĞRENCİLER
Milli Eğitim Bakanı açıklama yapıyor.
“Milli Eğitimde devrim yapıyoruz”…”bundan böyle başarısız öğrenciler meslek lisesine gidecek”….diyor.
Bu hükümetin ,Milli Eğitim politikasına bakın.
Sekiz yıl eğittiği çocuklarının başarısız olanlarını depolayacak bir yer bulmuş olmanın kıvancını yaşıyor.
Sekiz yıl ben eğittim bu çocukları neden başarısız oldular demiyor.
Bunlar başarısız diyor.
Alınlarına başarısız çocuklar damgasını vurup meslek liselerine gönderiyor.
Diğerleri başarılı…
Onların alınlarında da başarılı çocuklar yazıyor.
Başarısızlar atölyelerde üretim yapacak..
Başarılılar Üniversiteye gidecekler.
Ve Başbakan bağıra çağıra ,”yok öyle şey , her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir şey yok “ diyor…
Başarılı ama işsiz…
Başarısız ama işli.
Böyle bir zekanın bu Ülkeyi daha ne kadar yöneteceğini çok merak ediyorum.
Nasıl bir uyuşmanın etkisinde bu günlere geldik.
Yarı şaka yarı kızgın Aziz ustanın verdiği rakam üzerinde anlaştık bile.
İyi de sizin çocuğunuz yok mu?
Sizin torununuz yok mu?
Siz derken bu Ülkenin seçmenlerinden söz ediyorum.
Sizin çocuğunuz başarısız damgasını yerse ne diyeceksiniz.
Sizin çocuğunuz başarılı ama işsizse ne yapacaksınız.
O gün ne diyecekseniz…..O gün ne yapacaksanız…
Şimdi yapın….
BAŞARISIZ ÖĞRENCİLER
Milli Eğitim Bakanı açıklama yapıyor.
“Milli Eğitimde devrim yapıyoruz”…”bundan böyle başarısız öğrenciler meslek lisesine gidecek”….diyor.
Bu hükümetin ,Milli Eğitim politikasına bakın.
Sekiz yıl eğittiği çocuklarının başarısız olanlarını depolayacak bir yer bulmuş olmanın kıvancını yaşıyor.
Sekiz yıl ben eğittim bu çocukları neden başarısız oldular demiyor.
Bunlar başarısız diyor.
Alınlarına başarısız çocuklar damgasını vurup meslek liselerine gönderiyor.
Diğerleri başarılı…
Onların alınlarında da başarılı çocuklar yazıyor.
Başarısızlar atölyelerde üretim yapacak..
Başarılılar Üniversiteye gidecekler.
Ve Başbakan bağıra çağıra ,”yok öyle şey , her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir şey yok “ diyor…
Başarılı ama işsiz…
Başarısız ama işli.
Böyle bir zekanın bu Ülkeyi daha ne kadar yöneteceğini çok merak ediyorum.
Nasıl bir uyuşmanın etkisinde bu günlere geldik.
Yarı şaka yarı kızgın Aziz ustanın verdiği rakam üzerinde anlaştık bile.
İyi de sizin çocuğunuz yok mu?
Sizin torununuz yok mu?
Siz derken bu Ülkenin seçmenlerinden söz ediyorum.
Sizin çocuğunuz başarısız damgasını yerse ne diyeceksiniz.
Sizin çocuğunuz başarılı ama işsizse ne yapacaksınız.
O gün ne diyecekseniz…..O gün ne yapacaksanız…
Şimdi yapın….
2 Aralık 2010 Perşembe
TEAMMÜDEN CİNAYET
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
VAHŞİ HUKUKSUZLUK
Ürkütücü olsun diye seçmedim bu başlığı.
Durumun kendisi fena halde ürkünç.
Başbakanlığa sokulmayan gazeteci , başbakan’a başbakanın beğenmediği soruları sorduğu için cezalandırılmıştı.
Anasını da alıp gitmesi gereken çiftçi Başbakanın hoşuna gitmeyen şeyler söylüyordu.
Doğru söyleyenin , yazanın , çizenin çalıştıkları yerlerden kovulmaları , mahpushaneye atılmaları artık sıradanlaştı.
Hukuk artık yok dediğinizde bir boşluktan söz edersiniz.Oysa durum farklı.Hukuk birilerinin üstün olmaları için var.Bir diğerleri içinde cehennem hayatı demek.
“Aksu çayı Taşkın Önleme projesi “olarak kent konseyi çalışma guruplarına anlatılan şey tam bir çevre cinayeti.
Teammüden ve planlı , projeli olarak Aksu çayı , beslenme ve besleme alanları yok edilecek.
Aksu çayı sızdırmaz ve yüksek seddelerle doğadan koparılıp , boşaltma kanalı haline getirilecek.
Denize döküldüğü yerden 8 kilometre içeriye var olan menderesler , kuplar , büklümler dümdüz hale getirilerek var olan iki büyük kup iki büyük marina yapılacak.
Aksu köylülerinin toprakları , başka yerlerdeki topraklarla değiştirilecek.
Bu yöntemle kamulaştırılacak alandan Aksu boşaltma kanalı geçirilip birinci sınıf tarım topraklarında turizm alanları yaratılacak ve bu hazine arazileri yani bugünün Aksu çayı kenarı turizm alanı olarak birilerine verilecek.
Bu proje için köylü torağından sökülüp atılacak , tarım toprağı tuzlandırılacak , denizden içeri 50 kilometrelik uzunluğu olan alanda çevre Aksu çayından , Aksu çayı çevreden koparılacak.
Bunun içinde sadece inşaatına 300 trilyon lira harcanacak.
Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde kalan bu alan için Belediyenin kamulaştırma yapması istenmiş.
Belediye yapamam deyince , Başbakanın genelgesi ile arazinin toplulaştırılması ve köylünün topraklarının başka topraklarla değiştirilmesi yolu seçilmiş.
Aksu’luların rızası aranmaksızın becayiş yöntemiyle topraklar el değiştirecek.
Bunu yaparken kanundu , maddeydi , genelgeydi diye hukuk gösterilecek.
Vahşi hukuksuzluk dediğim işte bu.
VAHŞİ HUKUKSUZLUK
Ürkütücü olsun diye seçmedim bu başlığı.
Durumun kendisi fena halde ürkünç.
Başbakanlığa sokulmayan gazeteci , başbakan’a başbakanın beğenmediği soruları sorduğu için cezalandırılmıştı.
Anasını da alıp gitmesi gereken çiftçi Başbakanın hoşuna gitmeyen şeyler söylüyordu.
Doğru söyleyenin , yazanın , çizenin çalıştıkları yerlerden kovulmaları , mahpushaneye atılmaları artık sıradanlaştı.
Hukuk artık yok dediğinizde bir boşluktan söz edersiniz.Oysa durum farklı.Hukuk birilerinin üstün olmaları için var.Bir diğerleri içinde cehennem hayatı demek.
“Aksu çayı Taşkın Önleme projesi “olarak kent konseyi çalışma guruplarına anlatılan şey tam bir çevre cinayeti.
Teammüden ve planlı , projeli olarak Aksu çayı , beslenme ve besleme alanları yok edilecek.
Aksu çayı sızdırmaz ve yüksek seddelerle doğadan koparılıp , boşaltma kanalı haline getirilecek.
Denize döküldüğü yerden 8 kilometre içeriye var olan menderesler , kuplar , büklümler dümdüz hale getirilerek var olan iki büyük kup iki büyük marina yapılacak.
Aksu köylülerinin toprakları , başka yerlerdeki topraklarla değiştirilecek.
Bu yöntemle kamulaştırılacak alandan Aksu boşaltma kanalı geçirilip birinci sınıf tarım topraklarında turizm alanları yaratılacak ve bu hazine arazileri yani bugünün Aksu çayı kenarı turizm alanı olarak birilerine verilecek.
Bu proje için köylü torağından sökülüp atılacak , tarım toprağı tuzlandırılacak , denizden içeri 50 kilometrelik uzunluğu olan alanda çevre Aksu çayından , Aksu çayı çevreden koparılacak.
Bunun içinde sadece inşaatına 300 trilyon lira harcanacak.
Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde kalan bu alan için Belediyenin kamulaştırma yapması istenmiş.
Belediye yapamam deyince , Başbakanın genelgesi ile arazinin toplulaştırılması ve köylünün topraklarının başka topraklarla değiştirilmesi yolu seçilmiş.
Aksu’luların rızası aranmaksızın becayiş yöntemiyle topraklar el değiştirecek.
Bunu yaparken kanundu , maddeydi , genelgeydi diye hukuk gösterilecek.
Vahşi hukuksuzluk dediğim işte bu.
DOĞAYA , KENDİMİZE KARŞI DÜRÜST OLALIM
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
TURİZM VE MİMARLIK (4)
Dürüst olmalıyız.
Öncelikle kendimize karşı dürüst olmalıyız.
Turizm ve Mimarlık konusunu konuşup tartışırken başlangıç pozisyonlarımızı doğru almalıyız.
Cumhuriyet kurulurken , Denizimizi , dağlarımızı , ormanlarımızı , göl ve nehirlerimizi korumaya karar vermişiz. Bütün bu değerlerimizin insanlık değerleri olduğunu kabul ederek güçlü ve korumacı yasalar yapmışız.
Ancak adını da koyalım 1950 li yıllardan itibaren yasalara karşı hile yoluyla Anayasal koruma altına aldığımız bu değerleri kemirip yok etmişiz.Birbirimizin gözünün içine bakarak yapmışız bunu.
Anayasa koruyor , yasalar koruyor ama kıyı yağması , orman katliamı , yüzey ve toprak altı su kaynakları kirlenip tükeniyor.
Şimdiki siyasi otorite,bütün bu korumacı yasaları yok edip yerine tüm doğal değerlerimizi keyfince ve kolayca kullanacağı bir düzen getiriyor.
Bu siyasi düşünceye kesinlikle karşıyım.
Ancak açık yüreklilikle söyleyeyim , seksen yıl boyunca var olan korumacı hukukun arkasından ,sağından , solundan dolanarak sinsice yapılan tüm yok edişler daha ahlaklı değildi.
Şimdi ki hükümet bunu açıkça yapacağını ilan ediyor..Tabii ki mırın kırın ediyor,yok bir şey yapmayacağım diyor ama öngördüğü hukuki yapı tam bir kapanın elinde kalma düzeni getiriyor.
Bunu yaparken güç aldığı odak bu ülkenin seçmen çoğunluğu.
Bencil , rant derdinde, hukuktan nefret eden bir çoğunluk.
Hukuksuzluğu kendisi için bir hak olarak gören insanlar.
İçinde yaşadıkları Dünya’yı kemiren peynir kurtları..
Peynir tükendiğinde kuruyup yok olan kımıl varlıklar.
Turizm ve Mimarlık konuşuyoruz biz bize.
Seksen yılımızla hesaplaşmamızın vakti geldi.
Kendimize karşı dürüst olalım.
Korumanın ve kullanmanın dengesini bulalım artık.
Doğal dererlerimizi kullanarak korumak , çevreye duyarlı endüstri mümkün.
Hadi bunu yapalım..
Antalya mimarlar Odası’na teşekkürlerimle.
TURİZM VE MİMARLIK (4)
Dürüst olmalıyız.
Öncelikle kendimize karşı dürüst olmalıyız.
Turizm ve Mimarlık konusunu konuşup tartışırken başlangıç pozisyonlarımızı doğru almalıyız.
Cumhuriyet kurulurken , Denizimizi , dağlarımızı , ormanlarımızı , göl ve nehirlerimizi korumaya karar vermişiz. Bütün bu değerlerimizin insanlık değerleri olduğunu kabul ederek güçlü ve korumacı yasalar yapmışız.
Ancak adını da koyalım 1950 li yıllardan itibaren yasalara karşı hile yoluyla Anayasal koruma altına aldığımız bu değerleri kemirip yok etmişiz.Birbirimizin gözünün içine bakarak yapmışız bunu.
Anayasa koruyor , yasalar koruyor ama kıyı yağması , orman katliamı , yüzey ve toprak altı su kaynakları kirlenip tükeniyor.
Şimdiki siyasi otorite,bütün bu korumacı yasaları yok edip yerine tüm doğal değerlerimizi keyfince ve kolayca kullanacağı bir düzen getiriyor.
Bu siyasi düşünceye kesinlikle karşıyım.
Ancak açık yüreklilikle söyleyeyim , seksen yıl boyunca var olan korumacı hukukun arkasından ,sağından , solundan dolanarak sinsice yapılan tüm yok edişler daha ahlaklı değildi.
Şimdi ki hükümet bunu açıkça yapacağını ilan ediyor..Tabii ki mırın kırın ediyor,yok bir şey yapmayacağım diyor ama öngördüğü hukuki yapı tam bir kapanın elinde kalma düzeni getiriyor.
Bunu yaparken güç aldığı odak bu ülkenin seçmen çoğunluğu.
Bencil , rant derdinde, hukuktan nefret eden bir çoğunluk.
Hukuksuzluğu kendisi için bir hak olarak gören insanlar.
İçinde yaşadıkları Dünya’yı kemiren peynir kurtları..
Peynir tükendiğinde kuruyup yok olan kımıl varlıklar.
Turizm ve Mimarlık konuşuyoruz biz bize.
Seksen yılımızla hesaplaşmamızın vakti geldi.
Kendimize karşı dürüst olalım.
Korumanın ve kullanmanın dengesini bulalım artık.
Doğal dererlerimizi kullanarak korumak , çevreye duyarlı endüstri mümkün.
Hadi bunu yapalım..
Antalya mimarlar Odası’na teşekkürlerimle.
28 Kasım 2010 Pazar
DOĞAYA KARŞI AHLAKLI OLMAK
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
TURİZM VE MİMARLIK (3)
Prof.Dr.Ruşen Keleş demokratik sürecin aktörlerinin kimler olduğunu tek tek sayarak yoklama yaptı.
Salonda , şehrin bu günü ve geleceği ile ilgili karar alma sürecinde bulunanlardan kimse yoktu.
Yönetim erkini bir vali muavini temsil ediyordu.
Belediye başkanları , meclis üyelerini sordu.
Eski bir meclis üyesi olarak ve dönemimde asla ıskalamadığım bu tür çalışmalara katıldığım için elimi kaldırdım.Benim gibi duyarlı arkadaşlarım adına da yaptım bunu .Bir kişi sayılmaz dedi Hoca.Oda başkanı Osman Aydın ile göz göze geldik.Gülümsedik sadece.
Genç mimarların dışında fazla ilgi yoktu.
Oysa Dünya ölçeğinde çok önemli bilim insanları Antalyalılarla konuşmaya bilgilerini aktarmaya gelmişlerdi.
Denetleme görevini yapacak halk’ta yok burada dedi Prof. Ruşen Keleş.
Karar vericiler , yürütme gücünün başında olanlar yok ama halk’ta yok.Yani demokrasi artık iyice uzaklaşıyor ülkemizden.Merkezi hükümet keyfi uygulamalarını , keyfi yasalar çıkararak sürdürüyor.
Anayasa değişliği ile yerindelik denetiminden kaçıyor.
Cevat Geray hoca, bir yığın örnek sayıyor.Ruşen keleş , Erol Manisalı işin bu kısmını çok önemsiyorlar.
Sürdürülebilir turizmin ancak bozulmamış ve korunan doğal ve tarihi değerlerle mümkün olduğunu ancak antik şehirlerin sular altında yok edildiklerini , ormanların ve kıyıların yok edilmelerinin merkezi hükümetin birinci ödevi gibi göründüğünü söylüyorlar.
Cevat Geray , “YÜKSEK KAMU YARARI” nın ne olduğunu anlatıyor.
Ormanların , kıyıların sadece özel mülke değil kamu mülkiyetine de konu olamayacağını anlatıyor.
Kamu yararı, kamusal hizmet üreten devlet kuruluşlarının mülk sahibi olmalarını , onlara ayrıcalık tanınmasını anlatmaz diyor.
Yüksek kamu yararı , geçmişi - bugüne , bugünü -yarına bağlayan bütün insanlığın ortak çıkarını ifade eder.
Bu gün sıkça konuşulan çoğunluğun yararı , yarını olmayan , sürdürülemez bir anlayıştır.Çoğunluk bende ise Kamuyu ben temsil ediyorum diyen hükümetin ,yargı kararlarından da kaçmaya çalıştığını anlatıyorlar.
Sessizce dinliyoruz.
Ormanlarımız 2 B değişiklikleri ile , HES uygulamaları ile tehdit altında. Doğal ve tarihi alanlarımız yeni kurulacak bir komisyona emanet edilecek.Koruma kurulları yerine kurulacak olan komisyon hükümet ağırlıklı temsil ile çalışacak.
Prof.Dr.Ruşen Keleş’in son sözleri şunlar.
“ Doğal devamlılığa en az etki eden insan davranışı ahlaklıdır.”
Doğaya karşı yapılan işlerin tamamında Ahlak eksikliği var.
Oysa çevre ve ekonomik faaliyetler bağdaştırılabilir.Bir arada sürdürülebilir.
Turizm sadece ekonomik katma değer yaratan bir faaliyet değildir.
Doğal ve tarihi değerlerimizin insanlık tarafından paylaşılması sürecidir.
İşte asıl kültür budur.
Turizm kültürlerin paylaşılmasıdır .Ahlak ise Tüm Dünya değerlerinin ,tüm Dünya canlılarına ait olduğunun bilinmesidir .
TURİZM VE MİMARLIK (3)
Prof.Dr.Ruşen Keleş demokratik sürecin aktörlerinin kimler olduğunu tek tek sayarak yoklama yaptı.
Salonda , şehrin bu günü ve geleceği ile ilgili karar alma sürecinde bulunanlardan kimse yoktu.
Yönetim erkini bir vali muavini temsil ediyordu.
Belediye başkanları , meclis üyelerini sordu.
Eski bir meclis üyesi olarak ve dönemimde asla ıskalamadığım bu tür çalışmalara katıldığım için elimi kaldırdım.Benim gibi duyarlı arkadaşlarım adına da yaptım bunu .Bir kişi sayılmaz dedi Hoca.Oda başkanı Osman Aydın ile göz göze geldik.Gülümsedik sadece.
Genç mimarların dışında fazla ilgi yoktu.
Oysa Dünya ölçeğinde çok önemli bilim insanları Antalyalılarla konuşmaya bilgilerini aktarmaya gelmişlerdi.
Denetleme görevini yapacak halk’ta yok burada dedi Prof. Ruşen Keleş.
Karar vericiler , yürütme gücünün başında olanlar yok ama halk’ta yok.Yani demokrasi artık iyice uzaklaşıyor ülkemizden.Merkezi hükümet keyfi uygulamalarını , keyfi yasalar çıkararak sürdürüyor.
Anayasa değişliği ile yerindelik denetiminden kaçıyor.
Cevat Geray hoca, bir yığın örnek sayıyor.Ruşen keleş , Erol Manisalı işin bu kısmını çok önemsiyorlar.
Sürdürülebilir turizmin ancak bozulmamış ve korunan doğal ve tarihi değerlerle mümkün olduğunu ancak antik şehirlerin sular altında yok edildiklerini , ormanların ve kıyıların yok edilmelerinin merkezi hükümetin birinci ödevi gibi göründüğünü söylüyorlar.
Cevat Geray , “YÜKSEK KAMU YARARI” nın ne olduğunu anlatıyor.
Ormanların , kıyıların sadece özel mülke değil kamu mülkiyetine de konu olamayacağını anlatıyor.
Kamu yararı, kamusal hizmet üreten devlet kuruluşlarının mülk sahibi olmalarını , onlara ayrıcalık tanınmasını anlatmaz diyor.
Yüksek kamu yararı , geçmişi - bugüne , bugünü -yarına bağlayan bütün insanlığın ortak çıkarını ifade eder.
Bu gün sıkça konuşulan çoğunluğun yararı , yarını olmayan , sürdürülemez bir anlayıştır.Çoğunluk bende ise Kamuyu ben temsil ediyorum diyen hükümetin ,yargı kararlarından da kaçmaya çalıştığını anlatıyorlar.
Sessizce dinliyoruz.
Ormanlarımız 2 B değişiklikleri ile , HES uygulamaları ile tehdit altında. Doğal ve tarihi alanlarımız yeni kurulacak bir komisyona emanet edilecek.Koruma kurulları yerine kurulacak olan komisyon hükümet ağırlıklı temsil ile çalışacak.
Prof.Dr.Ruşen Keleş’in son sözleri şunlar.
“ Doğal devamlılığa en az etki eden insan davranışı ahlaklıdır.”
Doğaya karşı yapılan işlerin tamamında Ahlak eksikliği var.
Oysa çevre ve ekonomik faaliyetler bağdaştırılabilir.Bir arada sürdürülebilir.
Turizm sadece ekonomik katma değer yaratan bir faaliyet değildir.
Doğal ve tarihi değerlerimizin insanlık tarafından paylaşılması sürecidir.
İşte asıl kültür budur.
Turizm kültürlerin paylaşılmasıdır .Ahlak ise Tüm Dünya değerlerinin ,tüm Dünya canlılarına ait olduğunun bilinmesidir .
Bunun neresi turizm
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
TURİZM VE MİMARLIK (2)
Kentimizin , bizi her yıl ziyaret eden on milyon yabancı insanı nasıl algıladığını merak etmiyormusunuz.
Ben ediyorum.
Peki bu kadar yabancıyı hangi özelliklerimizle şehrimize çektiğimizi biliyormusunuz.?
Güneş , deniz , kum , çakıl ,taş , şu , bu.
Bir de kültür var..
Prof.Dr.Şükrü Yarcan , şiddetle karşı çıkıyor buna.
Elinde istatistikler var.
Bir de soruyor tabii…Hangi kültür diye?..
Şimdi biz burada yaşıyoruz , Antalyalıyız , şehir bizim şehrimiz ya.
Gelen bu kadar insanın kaçı şehrin içinde ve bizim kültürümüzle ilgili?.
Her yıl şehrimize gelen on milyon yabancının yüzde biri müzemizi ziyaret ediyor.
Şehir merkezine zorlayarak getirttiğimiz bir yüzde bir de dönercilerimizin tacizini ve bakımsız surlarımızı görüyor..Kerhen.
Buna kültür turizmi diyebilirmiyiz?
Demelimiyiz.?
Yoksa oturup , “ biz ne yapıyoruz” mu demeliyiz.
Hoca diyor ki , hayır hayır bu hoca Şükrü hoca..Diyor ki , Biz turizm yapıyoruz filan dememizin hepsi hava cıva..Boş şeyler konuşuyoruz.
Bütün turizm değerlerimiz başkalarının kontrolünde. Her şey dahil sistemini biz istemiyoruz ama son turiste kadar bu böyle.Para da zaten gelen insanın ülkesinde kalıyor.Bize düşen , hanut…komisyon.Otel işletmecisi oteline halıcı , kilimci çağırıyor komisyon alıyor.Operatörler 3 , 5 Euro alarak turisti taşıyor , dönerci esnafı 3 , 5 kuruşa çalışıyor.
Bunun neresi turizm?..
Bir sorusu daha var.
Uçakta Antalya’ya inmeyi bekleyen turiste , vaz geçtik sizi Tunus’a götürüyoruz deseler , işte orası da “club med” deseler , turist ne der?..
Ne der?...
Bunun yanıtını Prof.Dr.Erol Manisalı veriyor..
Sistemi, Küresel güce bağlarsanız , ne O turist , ne de aşağıda O turisti bekleyen sizler hiçbir şey söyleyemezsiniz.
Oysa Turizm de , hatta belki de özellikle turizm , kesinlikle yerel olmalı.Yerel özellikler ve değerler üzerine kurulmalı.Ulusal olmalı.Geçmişte burada bir çok ulus yaşadı.Onların uygarlıklarını bu gün burada bu topraklarda biz koruyarak yaşıyoruz. Bizim kültürel ve ulusal değerlerimiz de bunlar.Buyurun gelin birlikte paylaşalım demezseniz.Bütün turizmi piramidin üstünde , yapının çatısında olması gereken küresel güce devrederseniz aşağıda yapacağınız ve söyleyeceğiniz hiçbir şey olmaz.
Demek ki biz ne yapıyormuşuz?.
Aşağıda bekleşip duruyormuşuz.Küresel yapı her şey dahil kendi tesislerine on milyondan fazla turist getirsin diye.
Bu günkü turizm anlayışımız bu.
Peki ne olmalı?..
Yarın biraz daha derine inelim.
TURİZM VE MİMARLIK (2)
Kentimizin , bizi her yıl ziyaret eden on milyon yabancı insanı nasıl algıladığını merak etmiyormusunuz.
Ben ediyorum.
Peki bu kadar yabancıyı hangi özelliklerimizle şehrimize çektiğimizi biliyormusunuz.?
Güneş , deniz , kum , çakıl ,taş , şu , bu.
Bir de kültür var..
Prof.Dr.Şükrü Yarcan , şiddetle karşı çıkıyor buna.
Elinde istatistikler var.
Bir de soruyor tabii…Hangi kültür diye?..
Şimdi biz burada yaşıyoruz , Antalyalıyız , şehir bizim şehrimiz ya.
Gelen bu kadar insanın kaçı şehrin içinde ve bizim kültürümüzle ilgili?.
Her yıl şehrimize gelen on milyon yabancının yüzde biri müzemizi ziyaret ediyor.
Şehir merkezine zorlayarak getirttiğimiz bir yüzde bir de dönercilerimizin tacizini ve bakımsız surlarımızı görüyor..Kerhen.
Buna kültür turizmi diyebilirmiyiz?
Demelimiyiz.?
Yoksa oturup , “ biz ne yapıyoruz” mu demeliyiz.
Hoca diyor ki , hayır hayır bu hoca Şükrü hoca..Diyor ki , Biz turizm yapıyoruz filan dememizin hepsi hava cıva..Boş şeyler konuşuyoruz.
Bütün turizm değerlerimiz başkalarının kontrolünde. Her şey dahil sistemini biz istemiyoruz ama son turiste kadar bu böyle.Para da zaten gelen insanın ülkesinde kalıyor.Bize düşen , hanut…komisyon.Otel işletmecisi oteline halıcı , kilimci çağırıyor komisyon alıyor.Operatörler 3 , 5 Euro alarak turisti taşıyor , dönerci esnafı 3 , 5 kuruşa çalışıyor.
Bunun neresi turizm?..
Bir sorusu daha var.
Uçakta Antalya’ya inmeyi bekleyen turiste , vaz geçtik sizi Tunus’a götürüyoruz deseler , işte orası da “club med” deseler , turist ne der?..
Ne der?...
Bunun yanıtını Prof.Dr.Erol Manisalı veriyor..
Sistemi, Küresel güce bağlarsanız , ne O turist , ne de aşağıda O turisti bekleyen sizler hiçbir şey söyleyemezsiniz.
Oysa Turizm de , hatta belki de özellikle turizm , kesinlikle yerel olmalı.Yerel özellikler ve değerler üzerine kurulmalı.Ulusal olmalı.Geçmişte burada bir çok ulus yaşadı.Onların uygarlıklarını bu gün burada bu topraklarda biz koruyarak yaşıyoruz. Bizim kültürel ve ulusal değerlerimiz de bunlar.Buyurun gelin birlikte paylaşalım demezseniz.Bütün turizmi piramidin üstünde , yapının çatısında olması gereken küresel güce devrederseniz aşağıda yapacağınız ve söyleyeceğiniz hiçbir şey olmaz.
Demek ki biz ne yapıyormuşuz?.
Aşağıda bekleşip duruyormuşuz.Küresel yapı her şey dahil kendi tesislerine on milyondan fazla turist getirsin diye.
Bu günkü turizm anlayışımız bu.
Peki ne olmalı?..
Yarın biraz daha derine inelim.
26 Kasım 2010 Cuma
TURİZM ŞEHRİMİYİZ?
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
TURİZM VE MİMARLIK
Mimarlar Odası Antalya Şubesinin düzenlediği sempozyumun adı bu..
Meslek odalarının sivil toplum dinamiklerinin en üstünde durduğunu düşünürüm.
Demokratik yapıları , bilimsel çözümlemeleri ile içinde bulundukları toplumu hep daha yukarılara çekerler.
Mimarlar şehir hayatının güçlü aktörleridir.
Şehir plancılarının bu güce karşı , olmaları gereken yerde olmadıklarını da biliyorum.
Ama konumuz mesleki yarışma değil.
Konumuz Antalya..
Antalya bir turizm şehri mi? Şehirde yaşayanlar , şehrin dinamikleri ve şehri yönetenler bunun ne kadar ayırdında.
Yılda on milyon yabancı turistin geldiği bir şehir Turizm şehri olmaz mı?
Olur…yani olmuştur…
İyi de ,bu kadar insan Antalya’ya neden gelmektedir.?
Bu kadar insanın her yıl ısrarla ve inatla geldikleri bu şehrin yaşayanları neden bu kimlikten bu kadar uzaktadır.?
Antalya’da turizm ve mimarlık birbirine yaklaşmışken , diğer şehir disiplinleri turizme neden bu kadar mesafelidirler.
İşte bu köşede bir süre bu konuyu tartışacağım.
Üç gün süren sempozyumda ilk panelistlerin yaptıkları konuşmalardan esinlenerek Antalya’nın kent kimliğini sosyolojik , ekonomik ve hukuksal açıdan ama galiba en çok şehri yönetenlerin şehre karşı ilgisiz ilgilerinden söz edeceğim.
Prof.Dr.Ruşen Keleş , Prof.Dr.Cevat Geray , Prof.Dr.Erol Manisalı ve Prof.Dr.Şükrü Yarcan Antalya’da , Antalya’yı anlatırken bir vali yardımcısı dışında hiçbir yöneticinin olmamasının ayıbı her halde merkezi hükümetin değildi.
Yerel yöneticilerin , bu tanımda sadece belediyeleri düşünmeyin , planlama yetkisinin dağıtıldığı tüm karar alıcı ve uygulayıcıların orada olmamaları , konuşulan ve tartışılan konularda bir adım ileri gitmemizi engelliyor.
Boşuna konuşmuş oluyoruz.
Siyasetçilerin “ben bilirim “ve “ben yaparım olur “ anlayışı kırılmadan , yani seçenlerin , seçtiklerini denetlemeyi başaramadıkları bu durum sürdükçe , Ülkemiz de , şehrimiz de çağının gerisinde kalmaya devam edecek.
Yarın Hocalarımla tartışacağım…
Burada bu köşede…
TURİZM VE MİMARLIK
Mimarlar Odası Antalya Şubesinin düzenlediği sempozyumun adı bu..
Meslek odalarının sivil toplum dinamiklerinin en üstünde durduğunu düşünürüm.
Demokratik yapıları , bilimsel çözümlemeleri ile içinde bulundukları toplumu hep daha yukarılara çekerler.
Mimarlar şehir hayatının güçlü aktörleridir.
Şehir plancılarının bu güce karşı , olmaları gereken yerde olmadıklarını da biliyorum.
Ama konumuz mesleki yarışma değil.
Konumuz Antalya..
Antalya bir turizm şehri mi? Şehirde yaşayanlar , şehrin dinamikleri ve şehri yönetenler bunun ne kadar ayırdında.
Yılda on milyon yabancı turistin geldiği bir şehir Turizm şehri olmaz mı?
Olur…yani olmuştur…
İyi de ,bu kadar insan Antalya’ya neden gelmektedir.?
Bu kadar insanın her yıl ısrarla ve inatla geldikleri bu şehrin yaşayanları neden bu kimlikten bu kadar uzaktadır.?
Antalya’da turizm ve mimarlık birbirine yaklaşmışken , diğer şehir disiplinleri turizme neden bu kadar mesafelidirler.
İşte bu köşede bir süre bu konuyu tartışacağım.
Üç gün süren sempozyumda ilk panelistlerin yaptıkları konuşmalardan esinlenerek Antalya’nın kent kimliğini sosyolojik , ekonomik ve hukuksal açıdan ama galiba en çok şehri yönetenlerin şehre karşı ilgisiz ilgilerinden söz edeceğim.
Prof.Dr.Ruşen Keleş , Prof.Dr.Cevat Geray , Prof.Dr.Erol Manisalı ve Prof.Dr.Şükrü Yarcan Antalya’da , Antalya’yı anlatırken bir vali yardımcısı dışında hiçbir yöneticinin olmamasının ayıbı her halde merkezi hükümetin değildi.
Yerel yöneticilerin , bu tanımda sadece belediyeleri düşünmeyin , planlama yetkisinin dağıtıldığı tüm karar alıcı ve uygulayıcıların orada olmamaları , konuşulan ve tartışılan konularda bir adım ileri gitmemizi engelliyor.
Boşuna konuşmuş oluyoruz.
Siyasetçilerin “ben bilirim “ve “ben yaparım olur “ anlayışı kırılmadan , yani seçenlerin , seçtiklerini denetlemeyi başaramadıkları bu durum sürdükçe , Ülkemiz de , şehrimiz de çağının gerisinde kalmaya devam edecek.
Yarın Hocalarımla tartışacağım…
Burada bu köşede…
21 Kasım 2010 Pazar
ŞEHRİMİZ KİME EMANET
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
ŞEHRİMİZ KİME EMANET (2)
Biz köşe yazarlarının kabusu okumayı beceremeyen ama kendilerini çok önemli görmeyi beceren yöneticilerdir.
Yaşadığımız ülkenin , toplumun , şehrin ve şehirlilerin daha kaliteli bir hayat sürmesi için ürettiğimiz fikirlerin , yada tespit ettiğimiz sorunların , yazılarak sorumlularına ulaşması işte bu yüzden işe yaramıyor.
Okumadıkları için..
Yazılanları okumayınca kendilerini daha rahat hissediyor olmalılar.
Ya da kendilerinden başkasının , düşünebilme , sorunları tespit edip çözüm üretebilme kapasitelerinin olmadığından yüksek kesinlikte eminler.
Sadece okumaya değer bulmuyorlar..
Söylenenleri de dinlemiyorlar.
Ben de yazarak yada telefonla olmadı yüz yüze görüşmeyle ulaşmaya çalışıyorum onlara.
Çünkü amacım kesinlikle bağcı dövmek…..meyveli ağacı taşlamak değil.
Şehrimizi emanet ettiğimiz Kişi belli.
Şehrimiz ile birlikte kendimizi ve sahip olduğumuz tüm değerlerimizi emanet ettiğimiz insan ve makam belli.
O’nun bu emaneti güçlendirip , güzelleştirerek geleceğe taşımasını istiyoruz.
Yani O’nu seçmemizin nedeni bu.
O’nun da seçip vergilerimizle maaşlarını ödediği çalışanlarının yapmaları gereken ödev bu.
Ama okuma engelli olunca işler yönetişim kavramından uzaklaşıp ben bilirim , yaparım sen yaşadığın kadar yaşarsına dönüşüyor.
Hizmet üretecek olanlarla , kendilerini oraya seçenler arasında ki mesafe giderek büyüyor.
Şehrin bütün kesimleri ile aralarında ki mesafe kapatılamaz hale geldi.
İki yıl dolmadan oldu bu..
Dinlemeyi , okumayı , empatiyi bilmeyenlerin aldıkları kararlar ve uygulamalarla şehrin güçlenip güzelleşmesi ve geleceğe taşınması mümkün değildir.
Bu yapılan da yeni bir şey değil ama seçilme nedenleri de zaten böyle olmasını istememiz.
Bu anlayış ile yapılanlar bir sonra gelenler tarafından yok ediliyor.
Bunu en iyi kendileri bilmeliler..
Kendilerinden önceki yönetimlerin kaç mega projesi gümbürtüye gitti.
Ben bu olmasın istiyorum..
Şehrin dinamiklerinin söylediklerini dinlemek , yazılanları okumak ve şehirlilerle empati kurmak onların olmazsa olmaz özellikleri olmalı.
Olmazsa olmaz…
ŞEHRİMİZ KİME EMANET (2)
Biz köşe yazarlarının kabusu okumayı beceremeyen ama kendilerini çok önemli görmeyi beceren yöneticilerdir.
Yaşadığımız ülkenin , toplumun , şehrin ve şehirlilerin daha kaliteli bir hayat sürmesi için ürettiğimiz fikirlerin , yada tespit ettiğimiz sorunların , yazılarak sorumlularına ulaşması işte bu yüzden işe yaramıyor.
Okumadıkları için..
Yazılanları okumayınca kendilerini daha rahat hissediyor olmalılar.
Ya da kendilerinden başkasının , düşünebilme , sorunları tespit edip çözüm üretebilme kapasitelerinin olmadığından yüksek kesinlikte eminler.
Sadece okumaya değer bulmuyorlar..
Söylenenleri de dinlemiyorlar.
Ben de yazarak yada telefonla olmadı yüz yüze görüşmeyle ulaşmaya çalışıyorum onlara.
Çünkü amacım kesinlikle bağcı dövmek…..meyveli ağacı taşlamak değil.
Şehrimizi emanet ettiğimiz Kişi belli.
Şehrimiz ile birlikte kendimizi ve sahip olduğumuz tüm değerlerimizi emanet ettiğimiz insan ve makam belli.
O’nun bu emaneti güçlendirip , güzelleştirerek geleceğe taşımasını istiyoruz.
Yani O’nu seçmemizin nedeni bu.
O’nun da seçip vergilerimizle maaşlarını ödediği çalışanlarının yapmaları gereken ödev bu.
Ama okuma engelli olunca işler yönetişim kavramından uzaklaşıp ben bilirim , yaparım sen yaşadığın kadar yaşarsına dönüşüyor.
Hizmet üretecek olanlarla , kendilerini oraya seçenler arasında ki mesafe giderek büyüyor.
Şehrin bütün kesimleri ile aralarında ki mesafe kapatılamaz hale geldi.
İki yıl dolmadan oldu bu..
Dinlemeyi , okumayı , empatiyi bilmeyenlerin aldıkları kararlar ve uygulamalarla şehrin güçlenip güzelleşmesi ve geleceğe taşınması mümkün değildir.
Bu yapılan da yeni bir şey değil ama seçilme nedenleri de zaten böyle olmasını istememiz.
Bu anlayış ile yapılanlar bir sonra gelenler tarafından yok ediliyor.
Bunu en iyi kendileri bilmeliler..
Kendilerinden önceki yönetimlerin kaç mega projesi gümbürtüye gitti.
Ben bu olmasın istiyorum..
Şehrin dinamiklerinin söylediklerini dinlemek , yazılanları okumak ve şehirlilerle empati kurmak onların olmazsa olmaz özellikleri olmalı.
Olmazsa olmaz…
18 Kasım 2010 Perşembe
DİKKAT BAYRAM ÇARPABİLİR
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
DİKKAT BAYRAM VAR!
Önce sağlık bakanı söyledi.
Aslında onlara göre beyaz olan biz Türkler söylüyorduk ama bizim her söylediğimiz daha söylemeden bile yanlış olduğu için referans alamıyoruz.
Kendi söylediğimizi referans alamıyoruz..
Böyle bir baskı düzeninde yaşamanın ağırlığı ile okuyun bu yazıyı.
Belki bu ağırlığı ne kadar çok hissetmenize bağlı geleceğimiz hakkında ki kararınız.
İnsanın kendi söylediklerinden korktuğu bir düzende yaşamak istemenize karşı söyleyecek bir sözüm de yok zaten.
Her neyse Önce sağlık bakanı söyledi.
Kurban keserken çocuklarınızı eve kapatın filan gibi bir şeydi.
Bu yaptığınız şey çocuklara travma yaşatıyor , çocukların psikolojisi bozuluyor dedi.
Geçen bayram öncesi söyledi bu sözü.
Çocuklarınızı kurban kesilen alanlardan uzak tutun dedi.
Bu yıl hükümetin atadığı diyanet işleri başkanı ilk yazılı açıklamasında Kurban bayramının kurban kesme kısmının çocuklar üzerinde ki olumsuz etkilerini belirterek , “ çocuklarınızı kurban kesim alanlarına sokmayınız “ dedi.
Yaş sınırı da getirdi.
12 yaşından küçüklere kurban kesimi , derisinin yüzülmesini , parçalanmasını seyrettirmeyin dedi.
Yollarda kan akan bayramların çocukları…
12 yaşından küçüklere sakıncalıdır bayramı…
Bazılarınız neden bayram yazısı yazmadığımı soruyor…
İşte yazdım…
Bayramınız kutlu olsun…
DİKKAT BAYRAM VAR!
Önce sağlık bakanı söyledi.
Aslında onlara göre beyaz olan biz Türkler söylüyorduk ama bizim her söylediğimiz daha söylemeden bile yanlış olduğu için referans alamıyoruz.
Kendi söylediğimizi referans alamıyoruz..
Böyle bir baskı düzeninde yaşamanın ağırlığı ile okuyun bu yazıyı.
Belki bu ağırlığı ne kadar çok hissetmenize bağlı geleceğimiz hakkında ki kararınız.
İnsanın kendi söylediklerinden korktuğu bir düzende yaşamak istemenize karşı söyleyecek bir sözüm de yok zaten.
Her neyse Önce sağlık bakanı söyledi.
Kurban keserken çocuklarınızı eve kapatın filan gibi bir şeydi.
Bu yaptığınız şey çocuklara travma yaşatıyor , çocukların psikolojisi bozuluyor dedi.
Geçen bayram öncesi söyledi bu sözü.
Çocuklarınızı kurban kesilen alanlardan uzak tutun dedi.
Bu yıl hükümetin atadığı diyanet işleri başkanı ilk yazılı açıklamasında Kurban bayramının kurban kesme kısmının çocuklar üzerinde ki olumsuz etkilerini belirterek , “ çocuklarınızı kurban kesim alanlarına sokmayınız “ dedi.
Yaş sınırı da getirdi.
12 yaşından küçüklere kurban kesimi , derisinin yüzülmesini , parçalanmasını seyrettirmeyin dedi.
Yollarda kan akan bayramların çocukları…
12 yaşından küçüklere sakıncalıdır bayramı…
Bazılarınız neden bayram yazısı yazmadığımı soruyor…
İşte yazdım…
Bayramınız kutlu olsun…
11 Kasım 2010 Perşembe
PARANIN İZİNDE
Tam da benim yapacağım iş..
Paranın izinden gitmek..
Parayı takip et..Para neredeyse sen de orada ol..
İşte bugün bunu yapacağım.
Asla beceremediğim bir iş olduğu için yazdıklarımın hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacak.
Yani isterseniz okumayabilirsiniz.
Daha yararlı işlere ayırabilirsiniz kıymetli zamanınızı.
Paralı işlere filan.
Efendim sekiz yıl oldu.Temsili demokrasinin temsilen orada bulunanları kendi ekonomik modellerini eksiksiz uyguluyorlar.
Kendileri öyle diyor.
Muhteşem sonuçlar almışlar çünkü.
Bütün Dünya inim inim inlerken , Bizim kasım kasım ortalarda dolanmamız bundanmış.
Harika işler yapıyorlarmış.
Her şey beş kat , on kat , yirmi tamam tamam onyüzbinmilyon kat büyüdüğü için biz bu haldeymişiz.
Bir Uganda ata sözü “paranın kokusunu al “dermiş.
Paranın kokusunu takip edeyim derken burnum düşe yazdı.
Bu kadar mı pis kokar bu para kardeşim .
Pislik içinde yığılan paranın nerelerde döndüğünü buldum ama..
Bulduğumda pis kokulardan bayılmama az kalmıştı .
Para sevgili kulların arasında al gülüm ver gülüm yaparak dolanıyor.
Örneğin birileri , bu dönemin en paralılarından birisi “bu kocaman güzelim kıyıda şunu yaptırmazsanız size bir milyon dolar veriririm.”demiş.
Yıllık….
İşte para bu zihniyette toplanırsa olacağı budur.
Para bende , ben ne istersem onu yaparsanız , size de veriririm.
Bu günün ekonomi modeli bu.
Biz salağız kardeşim.
Bizim elimize üç kuruş geçse yatırımdı , üretimdi saf salak işlerle uğraşırız.
Bak elin oğlu acıyor mu parasına..Yap benim dediğimi al paranı kardeşim diyor.
Bu da muhteşem ekonominin nerelere geldiğini ve nerelere doğru evrildiğini gösteriyor.
Okunacak bir yazı olmadığını söyledim size..
Okudunuz.
Evet demeyin dediğimde de dinlememiştiniz beni.
Olsun zaten Okuduğunuz yazıda , yaşadığımız hayattan farklı değil.
Sağlık olsun siyaseti bu.
Sağlık olsun ekonomisi .
At da , Üsküdar da yok artık…
Ama olsun.
Canımız sağ olsun.
Paranın izinden gitmek..
Parayı takip et..Para neredeyse sen de orada ol..
İşte bugün bunu yapacağım.
Asla beceremediğim bir iş olduğu için yazdıklarımın hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacak.
Yani isterseniz okumayabilirsiniz.
Daha yararlı işlere ayırabilirsiniz kıymetli zamanınızı.
Paralı işlere filan.
Efendim sekiz yıl oldu.Temsili demokrasinin temsilen orada bulunanları kendi ekonomik modellerini eksiksiz uyguluyorlar.
Kendileri öyle diyor.
Muhteşem sonuçlar almışlar çünkü.
Bütün Dünya inim inim inlerken , Bizim kasım kasım ortalarda dolanmamız bundanmış.
Harika işler yapıyorlarmış.
Her şey beş kat , on kat , yirmi tamam tamam onyüzbinmilyon kat büyüdüğü için biz bu haldeymişiz.
Bir Uganda ata sözü “paranın kokusunu al “dermiş.
Paranın kokusunu takip edeyim derken burnum düşe yazdı.
Bu kadar mı pis kokar bu para kardeşim .
Pislik içinde yığılan paranın nerelerde döndüğünü buldum ama..
Bulduğumda pis kokulardan bayılmama az kalmıştı .
Para sevgili kulların arasında al gülüm ver gülüm yaparak dolanıyor.
Örneğin birileri , bu dönemin en paralılarından birisi “bu kocaman güzelim kıyıda şunu yaptırmazsanız size bir milyon dolar veriririm.”demiş.
Yıllık….
İşte para bu zihniyette toplanırsa olacağı budur.
Para bende , ben ne istersem onu yaparsanız , size de veriririm.
Bu günün ekonomi modeli bu.
Biz salağız kardeşim.
Bizim elimize üç kuruş geçse yatırımdı , üretimdi saf salak işlerle uğraşırız.
Bak elin oğlu acıyor mu parasına..Yap benim dediğimi al paranı kardeşim diyor.
Bu da muhteşem ekonominin nerelere geldiğini ve nerelere doğru evrildiğini gösteriyor.
Okunacak bir yazı olmadığını söyledim size..
Okudunuz.
Evet demeyin dediğimde de dinlememiştiniz beni.
Olsun zaten Okuduğunuz yazıda , yaşadığımız hayattan farklı değil.
Sağlık olsun siyaseti bu.
Sağlık olsun ekonomisi .
At da , Üsküdar da yok artık…
Ama olsun.
Canımız sağ olsun.
10 Kasım 2010 Çarşamba
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
O BİZİ ÇOK SEVDİ…
Ben de çocuktum…
Öksüzdüm..
Tarlada karga kovalardım …Çocuktum..
Ben de öğrenciydim…Okula gittim.
Tahta sıralarda oturdum bende.
Benim de öğretmenim vardı.
Adaşım…Sevgiyi , saygıyı , öğrenmeyi , öğretmeyi öğretti bana.
Ben de gençtim..Deli kanlar dolanırdı damarlarımda..
İnsanı sevdim..Yurdumu sevdim…Sevgiyle büyüdüm acımasız savaşların cephesinde.
Bilimin aydınlığında güçlendim.Aklım , sevgim kadardı.
Özgürlük için savaştım.
Bağımsızlık için.
Hayatın en büyük gerçeğinin bilim olduğunu anladım.
İstedim ki sizler de sadece bu gerçeğin ışığında , temiz ve güçlü olun.
Bilimin ışığında yürüyün.
İstedim ki özgür , bağımsız ve güçlü olun.
Birilerine boyun eğmeyin.Asla kul olmayın.
Hep ışığın yanında olun ve bilginin gücü ile sevin.
Ben de yaşadım zorluklarını bu acımasız savaşın.
Aydınlığın karanlığa karşı verdiği savaşın her anını ben de yaşadım.
Ben de insandım….
Öldüm…
Size özgür olmayı öğütledim.
Size bağımsızlığı…
Size sevgiyi öğrettim.
Tek yaptığım buydu…
Sizi çok sevdim…
O BİZİ ÇOK SEVDİ…
Ben de çocuktum…
Öksüzdüm..
Tarlada karga kovalardım …Çocuktum..
Ben de öğrenciydim…Okula gittim.
Tahta sıralarda oturdum bende.
Benim de öğretmenim vardı.
Adaşım…Sevgiyi , saygıyı , öğrenmeyi , öğretmeyi öğretti bana.
Ben de gençtim..Deli kanlar dolanırdı damarlarımda..
İnsanı sevdim..Yurdumu sevdim…Sevgiyle büyüdüm acımasız savaşların cephesinde.
Bilimin aydınlığında güçlendim.Aklım , sevgim kadardı.
Özgürlük için savaştım.
Bağımsızlık için.
Hayatın en büyük gerçeğinin bilim olduğunu anladım.
İstedim ki sizler de sadece bu gerçeğin ışığında , temiz ve güçlü olun.
Bilimin ışığında yürüyün.
İstedim ki özgür , bağımsız ve güçlü olun.
Birilerine boyun eğmeyin.Asla kul olmayın.
Hep ışığın yanında olun ve bilginin gücü ile sevin.
Ben de yaşadım zorluklarını bu acımasız savaşın.
Aydınlığın karanlığa karşı verdiği savaşın her anını ben de yaşadım.
Ben de insandım….
Öldüm…
Size özgür olmayı öğütledim.
Size bağımsızlığı…
Size sevgiyi öğrettim.
Tek yaptığım buydu…
Sizi çok sevdim…
9 Kasım 2010 Salı
BİLİMİN IŞIĞINDA YAŞADI...
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
O BİZİ ÇOK SEVDİ…
Ben de çocuktum…
Öksüzdüm..
Tarlada karga kovalardım …Çocuktum..
Ben de öğrenciydim…Okula gittim.
Tahta sıralarda oturdum bende.
Benim de öğretmenim vardı.
Adaşım…Sevgiyi , saygıyı , öğrenmeyi , öğretmeyi öğretti bana.
Ben de gençtim..Deli kanlar dolanırdı damarlarımda..
İnsanı sevdim..Yurdumu sevdim…Sevgiyle büyüdüm acımasız savaşların cephesinde.
Bilimin aydınlığında güçlendim.Aklım , sevgim kadardı.
Özgürlük için savaştım.
Bağımsızlık için.
Hayatın en büyük gerçeğinin bilim olduğunu anladım.
İstedim ki sizler de sadece bu gerçeğin ışığında , temiz ve güçlü olun.
Bilimin ışığında yürüyün.
İstedim ki özgür , bağımsız ve güçlü olun.
Birilerine boyun eğmeyin.Asla kul olmayın.
Hep ışığın yanında olun ve bilginin gücü ile sevin.
Ben de yaşadım zorluklarını bu acımasız savaşın.
Aydınlığın karanlığa karşı verdiği savaşın her anını ben de yaşadım.
Ben de insandım….
Öldüm…
Size özgür olmayı öğütledim.
Size bağımsızlığı…
Size sevgiyi öğrettim.
Tek yaptığım buydu…
Sizi çok sevdim…
O BİZİ ÇOK SEVDİ…
Ben de çocuktum…
Öksüzdüm..
Tarlada karga kovalardım …Çocuktum..
Ben de öğrenciydim…Okula gittim.
Tahta sıralarda oturdum bende.
Benim de öğretmenim vardı.
Adaşım…Sevgiyi , saygıyı , öğrenmeyi , öğretmeyi öğretti bana.
Ben de gençtim..Deli kanlar dolanırdı damarlarımda..
İnsanı sevdim..Yurdumu sevdim…Sevgiyle büyüdüm acımasız savaşların cephesinde.
Bilimin aydınlığında güçlendim.Aklım , sevgim kadardı.
Özgürlük için savaştım.
Bağımsızlık için.
Hayatın en büyük gerçeğinin bilim olduğunu anladım.
İstedim ki sizler de sadece bu gerçeğin ışığında , temiz ve güçlü olun.
Bilimin ışığında yürüyün.
İstedim ki özgür , bağımsız ve güçlü olun.
Birilerine boyun eğmeyin.Asla kul olmayın.
Hep ışığın yanında olun ve bilginin gücü ile sevin.
Ben de yaşadım zorluklarını bu acımasız savaşın.
Aydınlığın karanlığa karşı verdiği savaşın her anını ben de yaşadım.
Ben de insandım….
Öldüm…
Size özgür olmayı öğütledim.
Size bağımsızlığı…
Size sevgiyi öğrettim.
Tek yaptığım buydu…
Sizi çok sevdim…
3 Kasım 2010 Çarşamba
BÖLÜNMENİN SİYASİ DİNAMİKLERİ
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
BÖLÜNME ÜZERİNE DENEMELER
Yazıyı okumadan bunun felsefi değil siyasi bir deneme yazısı olduğunu bilmenizi isterim.
Türkiye’nin alelacele , palas pandıras Referanduma sürüklendiğini.
Abuk subuk bir yığın maddeye bulanmış üç özel değişiklik olduğunu.
Bu üç maddeden birinin ( parti kapatılmasını imkansızlaştırıyordu) mecliste elemine edildiğini.
Ve Türk halkının işte bu iki madde odağında anayasayı değiştirdiğini hatırlayın.
Anayasa mahkemesi ve Devletin yargı sistemini oluşturan , atayan, denetleyen HSYK’nın şekillendirildiğini zaten artık herkes biliyor.
İyi de…yani amaca ulaşıldıysa , bu hedefe ulaşmayı isteyen ve her şeyi göze alan siyasi yapı ve arkasında ki kuklacı neden hala memnun değil.
Bir dakika…Bir dakika…Sakin olun ..sadece okuyun.Bu köşe bana ait.siz sadece okuyarak katılabilirsiniz bu tartışmaya.
Memnun değil …çünkü…
Ortada dolaşan aktörlerden birisi BDP , bölgesel özerklik , anadilde eğitim , bayrak , yoksa silah filan gibi eteklerinde ki her şeyi dökerken.
AKP , bu söylemlerden ve zamanlamasından memnun görünmüyor.
Hani verdiğin sözler şarkısı ile ortada dolanan BDP’lilere tek bir cevap bile vermezken.Terörle mücadele filan gibi statükocu şeyler söylüyor.
En tepedeki kuklacı ise ipleri çekiştirip duruyor.Şimdi değil …şimdi değil…diyerek.
Taksimin göbeğinde tescilli PKK teröristi kendini patlatıyor…Bu terör değil.Adam hasta..meczup..kendini öldürdü olacak….Görürsünüz böyle olacak.
Oysa durum geri planda çok farklı.
Referandum sonucundan memnun olmayanlar var.
Ben değil hükümet yazarlarından birisi yazıyor bunu..
Çünkü….Akıllarında ki bölme çizgisini çekiyorlar haritaya…
Bir bakıyorlar ki…
Bir tarafta kendilerine karşı silah kullananlar var.
Bir tarafta okumaya ve yazmaya devam edenler çoğunlukta..
Bölerek yönetmek istedikleri topraklarda…başka şeyler oluyor…
Hımmmm…. Diyor çok bilen kuklacı…
Hımmmm…henüz zamanı değil…biraz daha şekillenmesi lazım…
Hazirana da az kaldı…
BÖLÜNME ÜZERİNE DENEMELER
Yazıyı okumadan bunun felsefi değil siyasi bir deneme yazısı olduğunu bilmenizi isterim.
Türkiye’nin alelacele , palas pandıras Referanduma sürüklendiğini.
Abuk subuk bir yığın maddeye bulanmış üç özel değişiklik olduğunu.
Bu üç maddeden birinin ( parti kapatılmasını imkansızlaştırıyordu) mecliste elemine edildiğini.
Ve Türk halkının işte bu iki madde odağında anayasayı değiştirdiğini hatırlayın.
Anayasa mahkemesi ve Devletin yargı sistemini oluşturan , atayan, denetleyen HSYK’nın şekillendirildiğini zaten artık herkes biliyor.
İyi de…yani amaca ulaşıldıysa , bu hedefe ulaşmayı isteyen ve her şeyi göze alan siyasi yapı ve arkasında ki kuklacı neden hala memnun değil.
Bir dakika…Bir dakika…Sakin olun ..sadece okuyun.Bu köşe bana ait.siz sadece okuyarak katılabilirsiniz bu tartışmaya.
Memnun değil …çünkü…
Ortada dolaşan aktörlerden birisi BDP , bölgesel özerklik , anadilde eğitim , bayrak , yoksa silah filan gibi eteklerinde ki her şeyi dökerken.
AKP , bu söylemlerden ve zamanlamasından memnun görünmüyor.
Hani verdiğin sözler şarkısı ile ortada dolanan BDP’lilere tek bir cevap bile vermezken.Terörle mücadele filan gibi statükocu şeyler söylüyor.
En tepedeki kuklacı ise ipleri çekiştirip duruyor.Şimdi değil …şimdi değil…diyerek.
Taksimin göbeğinde tescilli PKK teröristi kendini patlatıyor…Bu terör değil.Adam hasta..meczup..kendini öldürdü olacak….Görürsünüz böyle olacak.
Oysa durum geri planda çok farklı.
Referandum sonucundan memnun olmayanlar var.
Ben değil hükümet yazarlarından birisi yazıyor bunu..
Çünkü….Akıllarında ki bölme çizgisini çekiyorlar haritaya…
Bir bakıyorlar ki…
Bir tarafta kendilerine karşı silah kullananlar var.
Bir tarafta okumaya ve yazmaya devam edenler çoğunlukta..
Bölerek yönetmek istedikleri topraklarda…başka şeyler oluyor…
Hımmmm…. Diyor çok bilen kuklacı…
Hımmmm…henüz zamanı değil…biraz daha şekillenmesi lazım…
Hazirana da az kaldı…
28 Ekim 2010 Perşembe
CUMHURİYETİ SEVİYORUM..
CUMHURİYETİMİ SEVİYORUM
Eminim ..Kesinlikle eminim.Bu köşeyi okuyanlar “HANGİSİNİ? “diye soracaklar.
Öz hakiki gerçek olanını..87.yılını kutladığımız Cumhuriyetin , ilk on yılında ki halini..
Özgürlükçü 1961 anayasası ile taçlanan cumhuriyeti seviyorum.
Demokratik…
Laik….
Sosyal…
Hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini seviyorum.
Dağlarında NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE yazan Ulusal Birlik cumhuriyetini .
Okullarında TÜRK , ÖĞÜN , ÇALIŞ , GÜVEN yazan cumhuriyeti.
Varlığımın armağan olduğu Cumhuriyeti.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin eşit olduğunu anayasasına yazan Cumhuriyeti.
Türkçesi ile , ay yıldızı ak …kendisi al olan bayrağı ile gurur duyan cumhuriyeti..
Geçmişi ile barışık , geleceği ile bütünleşik Misak-ı milli cumhuriyetini..
Canımdan çok seviyorum…
Ben bu sevgimi açık yüreklilik ve hiçbir çıkar beklemeden söyleyebiliyorum.
Sıkmayın canınızı…
Siz de söyleyin sevdiğinizi.
Ne oldu 2.Cumhuriyetçilere…
Başa çıkamadılar bizim bu güçlü ve öz verili sevgimizle..
Şekil değiştirdiler.
İsim değiştirdiler..
Asimetrik oldular..
“YALANCI CUMHURİYETÇİ “oldular..
Ben Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyetini seviyorum…
CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN…
Eminim ..Kesinlikle eminim.Bu köşeyi okuyanlar “HANGİSİNİ? “diye soracaklar.
Öz hakiki gerçek olanını..87.yılını kutladığımız Cumhuriyetin , ilk on yılında ki halini..
Özgürlükçü 1961 anayasası ile taçlanan cumhuriyeti seviyorum.
Demokratik…
Laik….
Sosyal…
Hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini seviyorum.
Dağlarında NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE yazan Ulusal Birlik cumhuriyetini .
Okullarında TÜRK , ÖĞÜN , ÇALIŞ , GÜVEN yazan cumhuriyeti.
Varlığımın armağan olduğu Cumhuriyeti.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin eşit olduğunu anayasasına yazan Cumhuriyeti.
Türkçesi ile , ay yıldızı ak …kendisi al olan bayrağı ile gurur duyan cumhuriyeti..
Geçmişi ile barışık , geleceği ile bütünleşik Misak-ı milli cumhuriyetini..
Canımdan çok seviyorum…
Ben bu sevgimi açık yüreklilik ve hiçbir çıkar beklemeden söyleyebiliyorum.
Sıkmayın canınızı…
Siz de söyleyin sevdiğinizi.
Ne oldu 2.Cumhuriyetçilere…
Başa çıkamadılar bizim bu güçlü ve öz verili sevgimizle..
Şekil değiştirdiler.
İsim değiştirdiler..
Asimetrik oldular..
“YALANCI CUMHURİYETÇİ “oldular..
Ben Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyetini seviyorum…
CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN…
25 Ekim 2010 Pazartesi
PORTAKALIN 50.YILI İÇİN ÖNERİLER
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
UMARIM BU SON OLUR
Yani demem O ki , umarım Büyükşehir belediyesi yeni bir gaf yapmaz da ben de Altın portakal yazılarına bu yıl için son veririm..
Kabak tadında portakal yazılarını sevmediğimi de söyleyemem ama , bu kez gerçekten “ yeter artık “ dedirttiler..
1 – Festival yönetiminin kontrolünü kaybettiler.
2- Her kafadan bir fikir çıkar özdeyişini haklı çıkardılar.
3- Festival , festival olmaktan çıktı , birilerinin kişisel tatmin aracı oldu.
Bütün bunları kaç kereler yazdım. Bu kez 50. Festival yılı için bir şeyler yazmak istiyorum.
Başkanın son festivali olacak. Umarım bu yazıyı okur.
1 – AKSAV sinema akademisi kurulmalı..
2 – Festivalin film yarışması kimliği tanınmalı ve bunun üstüne bir şeyler konulmaktan vazgeçilmeli.(bir şeyler yapmak isteyen yılın diğer gün ve aylarını hatırlamalı)
3 – Yarışma filimleri ve sanatçılar bu akademiye bağlı kurul tarafından aday gösterilmeli .
4 – Festivali eğlenceli kılan bütün etkinlikler halka açık yerlerde ve ücretsiz yapılmalı.
5- Bu şehrin 70 yıllık parkının festival parkı olması sağlanmalı.
6 – Yarışma filimleri , yapımcıları , yönetmenleri ve senaryoları ile yarışma öncesi tanıtılmalı.
7 – Yarışmaya aday gösterilen sanatçılar için özel günler düzenlenmeli ve adayların festivale katılmaları şart koşulmalı..
8 – Sanatçılar korteji yeniden planlanmalı..Cumhuriyet meydanı sanatçıların halkla buluştuğu yer olarak düzenlenmeli.
9 – Büyükşehir belediye başkanı festivalde sadece şehri temsil etmeli ..
10 – Çok büyük paralar harcamadan kendi kendini finanse eden bir yapı gerçekleştirilmeli.
Festivalin 50. Yılı ve sonrakilerin artık daha kimlikli olması için yazdığım bu yazı umarım ilgilisi tarafından okunur ve bu konuda şehrin ortak aklına başvurmak gerektiğini anlar.
Türkçesi…
Antalya’ya ait bir festival de Antalya’nın olmaması kabul edilemez..
Siz etseniz bile Antalya bunu kabul etmez..
UMARIM BU SON OLUR
Yani demem O ki , umarım Büyükşehir belediyesi yeni bir gaf yapmaz da ben de Altın portakal yazılarına bu yıl için son veririm..
Kabak tadında portakal yazılarını sevmediğimi de söyleyemem ama , bu kez gerçekten “ yeter artık “ dedirttiler..
1 – Festival yönetiminin kontrolünü kaybettiler.
2- Her kafadan bir fikir çıkar özdeyişini haklı çıkardılar.
3- Festival , festival olmaktan çıktı , birilerinin kişisel tatmin aracı oldu.
Bütün bunları kaç kereler yazdım. Bu kez 50. Festival yılı için bir şeyler yazmak istiyorum.
Başkanın son festivali olacak. Umarım bu yazıyı okur.
1 – AKSAV sinema akademisi kurulmalı..
2 – Festivalin film yarışması kimliği tanınmalı ve bunun üstüne bir şeyler konulmaktan vazgeçilmeli.(bir şeyler yapmak isteyen yılın diğer gün ve aylarını hatırlamalı)
3 – Yarışma filimleri ve sanatçılar bu akademiye bağlı kurul tarafından aday gösterilmeli .
4 – Festivali eğlenceli kılan bütün etkinlikler halka açık yerlerde ve ücretsiz yapılmalı.
5- Bu şehrin 70 yıllık parkının festival parkı olması sağlanmalı.
6 – Yarışma filimleri , yapımcıları , yönetmenleri ve senaryoları ile yarışma öncesi tanıtılmalı.
7 – Yarışmaya aday gösterilen sanatçılar için özel günler düzenlenmeli ve adayların festivale katılmaları şart koşulmalı..
8 – Sanatçılar korteji yeniden planlanmalı..Cumhuriyet meydanı sanatçıların halkla buluştuğu yer olarak düzenlenmeli.
9 – Büyükşehir belediye başkanı festivalde sadece şehri temsil etmeli ..
10 – Çok büyük paralar harcamadan kendi kendini finanse eden bir yapı gerçekleştirilmeli.
Festivalin 50. Yılı ve sonrakilerin artık daha kimlikli olması için yazdığım bu yazı umarım ilgilisi tarafından okunur ve bu konuda şehrin ortak aklına başvurmak gerektiğini anlar.
Türkçesi…
Antalya’ya ait bir festival de Antalya’nın olmaması kabul edilemez..
Siz etseniz bile Antalya bunu kabul etmez..
17 Ekim 2010 Pazar
KORYKOS'TAN ANTALYA'YA
KORYKOS’TAN ANTALYA’YA
Mimar Osman Aydın’ın kitabının adı bile beni heyecanlandırdı.
Herkesin Attalos diye başladığı hikayeye O ve hakkını vermeliyim Cemil Cahit Sönmez Korykos diye başlıyorlar.
Antalya’nın hikayesi küçük bir balıkçı köyünden başlıyor…
Mimarlar Odası Başkanının kitabını bir solukta okudum….
Bu cümleye en çok O şaşıracak biliyorum…
Ama okudum…
Portakal hikayeleri geciktirdi bu yazıyı.
Oda başkanı Osman Aydın , Mimarlar Odasının Antalya’nın bu güne gelişinde durduğu yeri anlatıyor .
Hukuksuzluğa karşı dik duruşu , Şehri yönetenler ile Meslek Odalarının nasıl birlikte çalışması gerektiğini anlatıyor.Sonra birden bire bu iki dinamiğin nasıl ayrıştıklarının belgesi oluyor kitap.
Siyasetin kirlendiği yılları , Sürecin gerçek aktörleri ile birlikte şehrimizi nasıl bu günlere taşıdığını ve kimin,nerede ,nasıl durduğunu öğreniyoruz..
Bilmem yaptı mı ama ben Osman Aydın’ın yerinde olsam Belediye başkanlarına birer tane verirdim.
Olsun , varsın okumasınlar.
Arada bir de sınavdan geçirirdim onları.
Şöyle titreyip kendilerine gelsinler diye.
Ama en önemlisi Şehrin nereye doğru gittiğini ve aslında nereye doğru gitmesi gerektiğini anlasınlar diye.
Şehrin hafızasının karşısında onların balık ömürlü hafızaları , şehrin sahip oldukları karşısında onların yaptıklarının nasıl da küçük olduğunu her fırsatta söylerdim onlara.
Ben , ben olarak bunu zaten yapıyorum…
Meslek Odaları da yapmalı…İşte bu kitap bu yüzden Belediye başkanlarımız için bir baş ucu kitabına dönüşmüş.
Benim bir solukta okuduğum kitap , onlar için sıkıntı verici , boğucu , hatta mide bulandırıcı olabilir.
Bu onların şehir karşısında nerede durduklarına bağlı.
Antalya Mimarlar Odası’na , şehrimizin bütün mimarlarına , ve bu kitabın içinde yer alan herkese ,Yani dünkü ve bu günkü Antalya ‘ya teşekkür ederim…
Mimar Osman Aydın’ın kitabının adı bile beni heyecanlandırdı.
Herkesin Attalos diye başladığı hikayeye O ve hakkını vermeliyim Cemil Cahit Sönmez Korykos diye başlıyorlar.
Antalya’nın hikayesi küçük bir balıkçı köyünden başlıyor…
Mimarlar Odası Başkanının kitabını bir solukta okudum….
Bu cümleye en çok O şaşıracak biliyorum…
Ama okudum…
Portakal hikayeleri geciktirdi bu yazıyı.
Oda başkanı Osman Aydın , Mimarlar Odasının Antalya’nın bu güne gelişinde durduğu yeri anlatıyor .
Hukuksuzluğa karşı dik duruşu , Şehri yönetenler ile Meslek Odalarının nasıl birlikte çalışması gerektiğini anlatıyor.Sonra birden bire bu iki dinamiğin nasıl ayrıştıklarının belgesi oluyor kitap.
Siyasetin kirlendiği yılları , Sürecin gerçek aktörleri ile birlikte şehrimizi nasıl bu günlere taşıdığını ve kimin,nerede ,nasıl durduğunu öğreniyoruz..
Bilmem yaptı mı ama ben Osman Aydın’ın yerinde olsam Belediye başkanlarına birer tane verirdim.
Olsun , varsın okumasınlar.
Arada bir de sınavdan geçirirdim onları.
Şöyle titreyip kendilerine gelsinler diye.
Ama en önemlisi Şehrin nereye doğru gittiğini ve aslında nereye doğru gitmesi gerektiğini anlasınlar diye.
Şehrin hafızasının karşısında onların balık ömürlü hafızaları , şehrin sahip oldukları karşısında onların yaptıklarının nasıl da küçük olduğunu her fırsatta söylerdim onlara.
Ben , ben olarak bunu zaten yapıyorum…
Meslek Odaları da yapmalı…İşte bu kitap bu yüzden Belediye başkanlarımız için bir baş ucu kitabına dönüşmüş.
Benim bir solukta okuduğum kitap , onlar için sıkıntı verici , boğucu , hatta mide bulandırıcı olabilir.
Bu onların şehir karşısında nerede durduklarına bağlı.
Antalya Mimarlar Odası’na , şehrimizin bütün mimarlarına , ve bu kitabın içinde yer alan herkese ,Yani dünkü ve bu günkü Antalya ‘ya teşekkür ederim…
13 Ekim 2010 Çarşamba
PORTAKALIN SUYUNU ÇIKARACAKLAR
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
PORTAKAL’IN SUYU
Sabah yürüyüşümde aklıma geldi.
Altın Portakal Kültür ve Sanat Vakfının resmi içeceği Portakal suyu olmalı dedim kendi kendime.
Yıl boyu yapılan çeşitli etkinliklerin her biri için portakallı bir şeyler yapmalı..
Piyano Festivalinde portakal suyu ile tatlandırılmış beyaz rom servis edilmeli..
Halkın Portakalı etkinliklerinde light portakal suyu dağıtılmalı.(az belediye suyu ile hafifletilmiş demek oluyor )
Film galalarında portakal likörü..
Kırmızı halı geçişi için narenciye kokteyli..
Panel , seminer ve konferanslar için hafif ve serinletici etkisi olan Kivi ve portakal suyu nane yaprakları ile süslenerek servis yapılmalı.
Açılış korteji için özel bir karışım düşünmeliyiz.Bence seyredenlerin bayılma durumlarına karşı Sadece O gün için Portakal yerine Limon kullanabiliriz.Önerim bol şekerli Limonata…
Açılış galasında Campari ile tatlandırılmış portakal suyunun iyi gideceğini düşünüyorum.
Ödül töreninde dry vermut ve portakal suyu denenmeli.
Kapanış galası için patlatılan şampanyalar eşliğinde soğutulmuş bardaklarda portakal suyu hoş olur..
Birilerinin oyuncağı olan Festival..
Birilerinin siyasi malzemesine dönüştü..
Birileri dalgasını geçerken….
Birileri suyunu sıkacak…
Suyu çıkacak Altın Portakalın….
Suyunu çıkaracaklar…
PORTAKAL’IN SUYU
Sabah yürüyüşümde aklıma geldi.
Altın Portakal Kültür ve Sanat Vakfının resmi içeceği Portakal suyu olmalı dedim kendi kendime.
Yıl boyu yapılan çeşitli etkinliklerin her biri için portakallı bir şeyler yapmalı..
Piyano Festivalinde portakal suyu ile tatlandırılmış beyaz rom servis edilmeli..
Halkın Portakalı etkinliklerinde light portakal suyu dağıtılmalı.(az belediye suyu ile hafifletilmiş demek oluyor )
Film galalarında portakal likörü..
Kırmızı halı geçişi için narenciye kokteyli..
Panel , seminer ve konferanslar için hafif ve serinletici etkisi olan Kivi ve portakal suyu nane yaprakları ile süslenerek servis yapılmalı.
Açılış korteji için özel bir karışım düşünmeliyiz.Bence seyredenlerin bayılma durumlarına karşı Sadece O gün için Portakal yerine Limon kullanabiliriz.Önerim bol şekerli Limonata…
Açılış galasında Campari ile tatlandırılmış portakal suyunun iyi gideceğini düşünüyorum.
Ödül töreninde dry vermut ve portakal suyu denenmeli.
Kapanış galası için patlatılan şampanyalar eşliğinde soğutulmuş bardaklarda portakal suyu hoş olur..
Birilerinin oyuncağı olan Festival..
Birilerinin siyasi malzemesine dönüştü..
Birileri dalgasını geçerken….
Birileri suyunu sıkacak…
Suyu çıkacak Altın Portakalın….
Suyunu çıkaracaklar…
12 Ekim 2010 Salı
ÇARŞAMBANIN GELİŞİ...
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
EMİR ‘ İN POLİTİK SEZGİSİ
Politika bir bilimdir…Bilim insanlarının , politikayı bildiğini varsaymalıyız.Çoğu bilim insanı da kendisi için böyle düşünüyor.Bilimsel çalışma , bilgiye ulaşmayı , algılayıp çözümlemeyi ve diğer bilgilerle birleştirerek sonuca varmayı ifade eder.Bunca karmaşık işi başardığı , diploması ve geçmişi ile belgelenmiş bilim insanının politikayı bildiğini varsayarız.Üstelik O s, adece bilgi dünyasını değil bilim dünyasını da yöneterek seçildi politik görevine..
Politika laboratuar ortamında yapılsaydı en başarılı olacaklar arasında sayılabilirdi.
Ancak politika , gerçek hayatta ve sizin belirleyemeyeceğiniz bir yığın değişkenle birlikte yapılıyor.
Üstelik yakın çevreniz olarak belirlediğiniz , danışman olarak istihdam ettiğiniz insanların çalışmaları sizi olmak istediğiniz yerden uzaklaştırıyor.
Olumlu olarak yükseltiyor , olumsuz olarak hak ettiğinizden çok daha düşük düzeylere çekiyor.
Bu kadar mı?....
Tabii ki hayır…..İşin içine siyasi rakipleriniz ve onların kurguları girince…
Yanlışlarınız büyüyor…doğrularınız küçülüyor…
Bilim dünyasının saflığından , her anı kirletilmiş , kirletilmek için özel çabalar harcanmış bir uzaya geçiyorsunuz.
Eğer kararınız buysa yani politika yapmak istiyorsanız, yapmanız gereken ilk şey hızlı , doğru ve dürüst düşünen özverili arkadaşlar edinmenizdir.
Gerçek arkadaşlığı , politikanın kirletilmişliğinden sizi sakınanlar arasından bulursunuz.
Politikayı , kirin , pasın ve kötülüğün dehlizlerinde para , şan , şöhret falan filan kazanmak olarak gören ekibinizin sizi götüreceği yer çarşambadan belli olur.
Neredeyse yapılan bütün güzel , anlamlı yararlı işler de bile bir arada duramayan , bir birinden uzak ve ilgisiz bir ekibin , hep birlikte gideceği yer , onları seçen insanların istediği yer olmayacaktır.
İtirazım var başlıklı yazım tanıtımı yapıldığında , 47.Altın Portakal Film Festivalimiz için yazılan tek eleştiri yazısıydı.
Öyleydi…Diğer Gazeteciler başka yönlerini görüp gösterirken , ben Belediye başkanımıza yığınakta ki hataları göstermeyi seçtim.
Festivalin korunup sakınılması gerektiğini , 47.si yapılan bir festivalin sadece bir yılında var olan isimlerin bu şehir değerine zarar vermemesi için özen gösterilmesi gerektiğini anlattım.
İtirazlarımı açık ve anlaşılır bir şekilde ifade ettim.
Politikanın iyi yapılanlara saldırmak , ve her adımda tuzak kurmak olduğunu düşünen siyasi rakiplerin varlığından korunmak için çok dikkatli olmak gerektiğini de işte şimdi yazıyorum.
Ülkemizin başına çuval giydirilme sürecinde , şehrimizin başına çorap örüldüğünü hisseden Emir , en doğru tepkiyi vererek evine döndü.
Kültür düşmanlığı olarak nitelendirilen merkezi siyasi hamlenin çok daha derin hedefleri olduğunu ıskalamamak için Belediye Başkanımızın şehrin siyasi kadrolarına daha yakın durması gerektiğini de şimdi söylüyorum.
Özet….Belediye başkanlığının çalışma ve danışma kadroları titreyip kendilerine gelmeli ve aralarında ki mesafeyi azaltmalı.
Belediye başkanı , durduğu yerin şehrin siyasi kadrolarına olan uzaklığını iyi ayarlamalı.
Son söz….
Bu gün Salı…..
EMİR ‘ İN POLİTİK SEZGİSİ
Politika bir bilimdir…Bilim insanlarının , politikayı bildiğini varsaymalıyız.Çoğu bilim insanı da kendisi için böyle düşünüyor.Bilimsel çalışma , bilgiye ulaşmayı , algılayıp çözümlemeyi ve diğer bilgilerle birleştirerek sonuca varmayı ifade eder.Bunca karmaşık işi başardığı , diploması ve geçmişi ile belgelenmiş bilim insanının politikayı bildiğini varsayarız.Üstelik O s, adece bilgi dünyasını değil bilim dünyasını da yöneterek seçildi politik görevine..
Politika laboratuar ortamında yapılsaydı en başarılı olacaklar arasında sayılabilirdi.
Ancak politika , gerçek hayatta ve sizin belirleyemeyeceğiniz bir yığın değişkenle birlikte yapılıyor.
Üstelik yakın çevreniz olarak belirlediğiniz , danışman olarak istihdam ettiğiniz insanların çalışmaları sizi olmak istediğiniz yerden uzaklaştırıyor.
Olumlu olarak yükseltiyor , olumsuz olarak hak ettiğinizden çok daha düşük düzeylere çekiyor.
Bu kadar mı?....
Tabii ki hayır…..İşin içine siyasi rakipleriniz ve onların kurguları girince…
Yanlışlarınız büyüyor…doğrularınız küçülüyor…
Bilim dünyasının saflığından , her anı kirletilmiş , kirletilmek için özel çabalar harcanmış bir uzaya geçiyorsunuz.
Eğer kararınız buysa yani politika yapmak istiyorsanız, yapmanız gereken ilk şey hızlı , doğru ve dürüst düşünen özverili arkadaşlar edinmenizdir.
Gerçek arkadaşlığı , politikanın kirletilmişliğinden sizi sakınanlar arasından bulursunuz.
Politikayı , kirin , pasın ve kötülüğün dehlizlerinde para , şan , şöhret falan filan kazanmak olarak gören ekibinizin sizi götüreceği yer çarşambadan belli olur.
Neredeyse yapılan bütün güzel , anlamlı yararlı işler de bile bir arada duramayan , bir birinden uzak ve ilgisiz bir ekibin , hep birlikte gideceği yer , onları seçen insanların istediği yer olmayacaktır.
İtirazım var başlıklı yazım tanıtımı yapıldığında , 47.Altın Portakal Film Festivalimiz için yazılan tek eleştiri yazısıydı.
Öyleydi…Diğer Gazeteciler başka yönlerini görüp gösterirken , ben Belediye başkanımıza yığınakta ki hataları göstermeyi seçtim.
Festivalin korunup sakınılması gerektiğini , 47.si yapılan bir festivalin sadece bir yılında var olan isimlerin bu şehir değerine zarar vermemesi için özen gösterilmesi gerektiğini anlattım.
İtirazlarımı açık ve anlaşılır bir şekilde ifade ettim.
Politikanın iyi yapılanlara saldırmak , ve her adımda tuzak kurmak olduğunu düşünen siyasi rakiplerin varlığından korunmak için çok dikkatli olmak gerektiğini de işte şimdi yazıyorum.
Ülkemizin başına çuval giydirilme sürecinde , şehrimizin başına çorap örüldüğünü hisseden Emir , en doğru tepkiyi vererek evine döndü.
Kültür düşmanlığı olarak nitelendirilen merkezi siyasi hamlenin çok daha derin hedefleri olduğunu ıskalamamak için Belediye Başkanımızın şehrin siyasi kadrolarına daha yakın durması gerektiğini de şimdi söylüyorum.
Özet….Belediye başkanlığının çalışma ve danışma kadroları titreyip kendilerine gelmeli ve aralarında ki mesafeyi azaltmalı.
Belediye başkanı , durduğu yerin şehrin siyasi kadrolarına olan uzaklığını iyi ayarlamalı.
Son söz….
Bu gün Salı…..
3 Ekim 2010 Pazar
BİR AÇILIM ÖNERİSİ...
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
TURİZMDE YENİ AÇILIMLAR
Hiç kimseye şunu yap bunu yap demeyen yazılar.
Şimdi siz sanıyorsunuz ki turizmin içinde bulunduğu sorunları tespit edip çözeceğim..
Yok öyle 3 köfte 5 kuruşa …
Bu açılım zamane açılımı…
Ne sorunu tanımlıyor , ne de çözüm getiriyor…
Sadece açıyor…
Açıp saçıyor…
İşte böyle bir yazı…
Zaten açılım dediklerinin taraflarının hiçbiri işin içinde değil…
Şu açılımı…şunların haberi yok.
Bu açılımı…..bunlar neyin ne olduğunu anlayamadıkları için zaten açılıma karşı…
Sorunu açıyoruz derken yeni sorunlar yaratıyorlar…
Ve fakat en güzeli popülariteleri , siyaseten grafikleri onlar açıldıkça yükseliyor.
İşte bu açılım da böyle bir açılım…
Belki benimde popülaritem artar filan diye bende açıyorum…
Turizmde HANUT açılımı yapıyorum.
On yıllardır mücadele ediyoruz ya…
Aynı terör gibi.
Nice turizm yatırımını heba ettik.
Ne yatırımlar battı bu yolda.
HANUT ile HANUTÇU ile başa çıkamadığı için ne canlar yandı.
Olsun , biz mücadelemizi kararlılıkla sürdürdük.
Her türlü yolu denedik.
Denemediğimiz hiçbir şey kalmadı.
Sokakta ki taksiciden , Uluslar arası firmanın genel müdürüne kadar herkes işini HANUT üzerine kurunca , yapacak bir şey kalmadı.
Açılımdan başka…
İşte ben de açılım yapıyorum.
Çünkü iş çığırından çıktı.
Yüzde 10 olan HANUT komisyonu…Kesin ve kararlı mücadele sonucu…..
Yüzde 20 ‘ye çıktı….
Otelcisi , Lokantacısı , Barcısı , dericisi…Kuyumcusu , kiralık arabacısı, turcusu, turşucusu ,getireni , götüreni ,yatıranı , kaldıranı , eğlendireni , gezdireni ,hep birlikte şikayet ede ede komisyonu yükselttiler.
İyi mi?....
Artık Hükümet tipi bir açılımdan başkası bu sorunu çözmez…
Ben de açılıma bir katkı olsun diye söylüyorum…
Açarsınız bir ihale….
HANUT ihalesi….
Verirsiniz bir kişiye bu işi….
Hiç olmazsa komisyonu sabit tutarsınız.
HANUTU belli olur bu işin , HANUTÇUSU belli olur ....
TURİZMDE YENİ AÇILIMLAR
Hiç kimseye şunu yap bunu yap demeyen yazılar.
Şimdi siz sanıyorsunuz ki turizmin içinde bulunduğu sorunları tespit edip çözeceğim..
Yok öyle 3 köfte 5 kuruşa …
Bu açılım zamane açılımı…
Ne sorunu tanımlıyor , ne de çözüm getiriyor…
Sadece açıyor…
Açıp saçıyor…
İşte böyle bir yazı…
Zaten açılım dediklerinin taraflarının hiçbiri işin içinde değil…
Şu açılımı…şunların haberi yok.
Bu açılımı…..bunlar neyin ne olduğunu anlayamadıkları için zaten açılıma karşı…
Sorunu açıyoruz derken yeni sorunlar yaratıyorlar…
Ve fakat en güzeli popülariteleri , siyaseten grafikleri onlar açıldıkça yükseliyor.
İşte bu açılım da böyle bir açılım…
Belki benimde popülaritem artar filan diye bende açıyorum…
Turizmde HANUT açılımı yapıyorum.
On yıllardır mücadele ediyoruz ya…
Aynı terör gibi.
Nice turizm yatırımını heba ettik.
Ne yatırımlar battı bu yolda.
HANUT ile HANUTÇU ile başa çıkamadığı için ne canlar yandı.
Olsun , biz mücadelemizi kararlılıkla sürdürdük.
Her türlü yolu denedik.
Denemediğimiz hiçbir şey kalmadı.
Sokakta ki taksiciden , Uluslar arası firmanın genel müdürüne kadar herkes işini HANUT üzerine kurunca , yapacak bir şey kalmadı.
Açılımdan başka…
İşte ben de açılım yapıyorum.
Çünkü iş çığırından çıktı.
Yüzde 10 olan HANUT komisyonu…Kesin ve kararlı mücadele sonucu…..
Yüzde 20 ‘ye çıktı….
Otelcisi , Lokantacısı , Barcısı , dericisi…Kuyumcusu , kiralık arabacısı, turcusu, turşucusu ,getireni , götüreni ,yatıranı , kaldıranı , eğlendireni , gezdireni ,hep birlikte şikayet ede ede komisyonu yükselttiler.
İyi mi?....
Artık Hükümet tipi bir açılımdan başkası bu sorunu çözmez…
Ben de açılıma bir katkı olsun diye söylüyorum…
Açarsınız bir ihale….
HANUT ihalesi….
Verirsiniz bir kişiye bu işi….
Hiç olmazsa komisyonu sabit tutarsınız.
HANUTU belli olur bu işin , HANUTÇUSU belli olur ....
28 Eylül 2010 Salı
TURUZMİN BAŞKENTİ OLMAK KOLAY DEĞİL
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
DEVLET İÇİN PROJE YAPMAK
Hiç kimseye şunu yap bunu yap demeyen yazılar.
Yine Antalya Kent Konseyi..
Yine Konsey Başkanı Osman Aydın.
Kendisini yeni kitabı için kutlamak amacıyla aradım..Niyetim Konsey gündemi konusunda da konuşmaktı.
Yine bulamadım…Kendisi yine geri dönmedi.
Olsun..Canı sağ olsun…
Konsey Genel Sekreterliğinin gönderdiği gündem maddelerini her zaman olduğu gibi önemseyerek ve heyecanla okudum.
Konsey Başkanı ile görüşemediğim için Onun neler düşündüğünü bilmiyorum.Ama kendiminkileri sizinle paylaşabilirim.
Bu hafta toplanacak olan Konsey’de ,Turizm Çalışma gurubunun bir projesi ile Çevre , Turizm ve İmar planlama guruplarının ortak Hava kirliliği raporu görüşülecek ..
Hava kirliliği raporu utana sıkıla Çevre ile ilgili olumsuzlukların kaynağında kalitesiz kömür dağıtımını ve konut yönetmeliğinde ki eksikleri sıralamış.
İyi etmiş..
Taş ocaklarının çevre ve doğa katliamının içinde yaşadığımız ortamı yok edişini görmemişler.
HES konusunda bir tek kelime yorum yok.
Yaşanabilirliği azalan çevrede turizmin nasıl yapılacağını da anlatmamışlar.
Yine de ellerine sağlık..
SIRT ÇANTAMDA…. Diye başlayan proje ise kötü bir televizyon dizisi olabilir boyutta ele alınmış.
Oysa fikir güzel..Başlangıçta ki hedef kitle doğru.
Proje yanlış…
Yani Proje bile denemez.
Çünkü sivil toplum örgütleri Devlet kurumları için proje yapmaz.
Sivil Toplum Örgütleri için proje üretir. Devlet ve Özel sektör kurumlarından destek ister.
Yani projelerini Sivil Toplum yapıları yönetir..Uygular.
Sivil Toplum Örgütü , Kültür ve Turizm Bakanlığının yürüteceği projeyi yaparsa sorumluluk ta katılımcıların olursa zaten var olan hayatın dışında yeni bir şey olmaz.
Bu proje Üniversite ile paylaşılır ve uygulanırsa yeni bir şeyler olabilir.
Bu projenin destekçileri Turizm sektörü ve yerel yönetimler olursa sivil ve güzel olur.
Sonuç olarak bu önermenin fikri güzel ama yetki ve sorumluluk konusu kötü çözülmüş.
Umarım Konsey Genel Kurulunda üzerinde biraz konuşulabilir.
Umarım Antalya olarak bu düşünceyi proje haline getirip biz yürütebiliriz.
DEVLET İÇİN PROJE YAPMAK
Hiç kimseye şunu yap bunu yap demeyen yazılar.
Yine Antalya Kent Konseyi..
Yine Konsey Başkanı Osman Aydın.
Kendisini yeni kitabı için kutlamak amacıyla aradım..Niyetim Konsey gündemi konusunda da konuşmaktı.
Yine bulamadım…Kendisi yine geri dönmedi.
Olsun..Canı sağ olsun…
Konsey Genel Sekreterliğinin gönderdiği gündem maddelerini her zaman olduğu gibi önemseyerek ve heyecanla okudum.
Konsey Başkanı ile görüşemediğim için Onun neler düşündüğünü bilmiyorum.Ama kendiminkileri sizinle paylaşabilirim.
Bu hafta toplanacak olan Konsey’de ,Turizm Çalışma gurubunun bir projesi ile Çevre , Turizm ve İmar planlama guruplarının ortak Hava kirliliği raporu görüşülecek ..
Hava kirliliği raporu utana sıkıla Çevre ile ilgili olumsuzlukların kaynağında kalitesiz kömür dağıtımını ve konut yönetmeliğinde ki eksikleri sıralamış.
İyi etmiş..
Taş ocaklarının çevre ve doğa katliamının içinde yaşadığımız ortamı yok edişini görmemişler.
HES konusunda bir tek kelime yorum yok.
Yaşanabilirliği azalan çevrede turizmin nasıl yapılacağını da anlatmamışlar.
Yine de ellerine sağlık..
SIRT ÇANTAMDA…. Diye başlayan proje ise kötü bir televizyon dizisi olabilir boyutta ele alınmış.
Oysa fikir güzel..Başlangıçta ki hedef kitle doğru.
Proje yanlış…
Yani Proje bile denemez.
Çünkü sivil toplum örgütleri Devlet kurumları için proje yapmaz.
Sivil Toplum Örgütleri için proje üretir. Devlet ve Özel sektör kurumlarından destek ister.
Yani projelerini Sivil Toplum yapıları yönetir..Uygular.
Sivil Toplum Örgütü , Kültür ve Turizm Bakanlığının yürüteceği projeyi yaparsa sorumluluk ta katılımcıların olursa zaten var olan hayatın dışında yeni bir şey olmaz.
Bu proje Üniversite ile paylaşılır ve uygulanırsa yeni bir şeyler olabilir.
Bu projenin destekçileri Turizm sektörü ve yerel yönetimler olursa sivil ve güzel olur.
Sonuç olarak bu önermenin fikri güzel ama yetki ve sorumluluk konusu kötü çözülmüş.
Umarım Konsey Genel Kurulunda üzerinde biraz konuşulabilir.
Umarım Antalya olarak bu düşünceyi proje haline getirip biz yürütebiliriz.
21 Eylül 2010 Salı
KARDEŞ ŞEHRİMİZ VE ALTIN PORTAKAL(SISTER CITY AND GOLDEN ORANGE)
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
ALTIN PORTAKAL VE KARDEŞİMİZ
Hiç kimseye şunu yap bunu yap demeyen yazılar.
Antalya’nın 3000 Dünya yılı geriye giden insan uygarlığı içerisinde sahip olduğumuz en yeni değeri “Altın Portakal” film festivali.
47 yıllık..
Gerçi her yıl bir yaşındaymış gibi yeniden yapılanıyor olsa da bu böyle.
yarım yüz yıla yaklaşan bu kültürel değerimizin simgesi de değişiyor adı da.
Evet adı bu yıl değişti.
Haksızlık filan etmiyorum..Festivalin adı bundan böyle Başka bir tüzel kişilik ismi ile birlikte yazılıp okunacak.
Şey gibi….Reklama girmesin diye yazmıyorum……Antalya spor gibi.
Yani yazsanız bir hoş , yazmasanız bir başka hoşluk.
Biliyorum ki önümüzde ki yıl ya da yıllarda başka ön ekler ile anılacak.
Ama bir kez daha sadece “Altın Portakal” olması için uzun süre bekleyeceğiz.
Böylece itirazım var başlıklı yazıma bir itiraz daha ekleyebilirsiniz.
Bizim diyebileceğimiz , biz yaptık diyebileceğimiz bu kültür değerinin hiç olmazsa ana eksenini kaydırmadan bir sonra ki yıla taşıma becerisini göstersek kendimizi başarılı saymalıyız.
Ama yapamıyoruz.
Beceremiyoruz.
Bir önce ki yaptığımızı niyeyse beğenmiyor ve ret ediyoruz.Yok sayıyoruz.
Hep yeniden kurguluyor , hep yeniden yeni kimlikler yapıştırıyoruz.
Altın Portakal adına yaptıklarımızı bir türlü biriktiremedik.
Oysa ilk okul kitaplarından başlayarak öğretilen şudur.
Burada sözüm profesörlere…
Kültür : biriktirilen değerler bütünüdür.
Bir biriktirebilsek kültür olacak..
Bu durumda yaptığımız iş kültür filan olmuyor.
Eğlencelik….Kazanmalık…Yani birilerinin kazandığı bir garip eğlence biçimi.
Bunun bu şekilde her yıl yapılıyor olması da bize özgü bir durum.
Nasıl oluyor da oluyor bilmiyorum ama işte biz bunu başarıyoruz.
Bir birimizden habersiz , bir diğerinden ilgisiz işleri bir kültür değeri üzerinden yapmayı başarıyoruz.
Tanıtımını İstanbul da yapıyoruz.Kendisini Antalya’da.
İyi ama diye sormuştum tanıtımını neden sadece İstanbul’da yapıyoruz.Antalya!da da yapalım Kardeş şehirlerimizde de..
Bunu belediye başkanımızın kendisine de söyledim.
İnanılacak gibi değil ama kardeş şehirlerimizden biri olan Rostov-Na-Donu kendi girişimi ile bunu yapıyor.
Rostov-Na-Donu şehrinden bir mesaj aldım.
Antalya delegasyonu burada diye.
Çok sevindim.Varsın Belediyemiz bizden bu bilgiyi esirgesin.
Varsın Kültür Daire başkanlığının yapılan bu kültürel ilişkiden haberi olmasın.
Günümüz teknolojisi bu boşluğu dolduruyor.
Antalya Altın Portakal Film Festivalinin simgesi Venüs heykeli Rostov-Na-Donu şehrinde yapılan Kardeş şehirler Parkına dikildi.
Biz geçen beş yıl içinde bu değerimizi bile yok saymayı başarmıştık..
Venüs heykelimizi yuvarlak portakallarla değiştirmiştik.
Biz şehrimizin 3000 bininci yılını kutlamayı akıl edemiyoruz ama , Rostov-Na-Donu 260 ıncı yılını , kardeş şehirleri adına bir park yaparak kutluyor ve bizim kültürel değerlerimizden biri olan festival heykelciğimizi bu parka dikiyor.
Teşekkürler kardeşim…Bizim kültürümüze bizden daha güzel sahip çıktığın için teşekkürler.
Kuruluş yılın kutlu olsun..
Meraklısı için dip not.
Türk Dil Kurumunun Kültür tanımı.
Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü.
ALTIN PORTAKAL VE KARDEŞİMİZ
Hiç kimseye şunu yap bunu yap demeyen yazılar.
Antalya’nın 3000 Dünya yılı geriye giden insan uygarlığı içerisinde sahip olduğumuz en yeni değeri “Altın Portakal” film festivali.
47 yıllık..
Gerçi her yıl bir yaşındaymış gibi yeniden yapılanıyor olsa da bu böyle.
yarım yüz yıla yaklaşan bu kültürel değerimizin simgesi de değişiyor adı da.
Evet adı bu yıl değişti.
Haksızlık filan etmiyorum..Festivalin adı bundan böyle Başka bir tüzel kişilik ismi ile birlikte yazılıp okunacak.
Şey gibi….Reklama girmesin diye yazmıyorum……Antalya spor gibi.
Yani yazsanız bir hoş , yazmasanız bir başka hoşluk.
Biliyorum ki önümüzde ki yıl ya da yıllarda başka ön ekler ile anılacak.
Ama bir kez daha sadece “Altın Portakal” olması için uzun süre bekleyeceğiz.
Böylece itirazım var başlıklı yazıma bir itiraz daha ekleyebilirsiniz.
Bizim diyebileceğimiz , biz yaptık diyebileceğimiz bu kültür değerinin hiç olmazsa ana eksenini kaydırmadan bir sonra ki yıla taşıma becerisini göstersek kendimizi başarılı saymalıyız.
Ama yapamıyoruz.
Beceremiyoruz.
Bir önce ki yaptığımızı niyeyse beğenmiyor ve ret ediyoruz.Yok sayıyoruz.
Hep yeniden kurguluyor , hep yeniden yeni kimlikler yapıştırıyoruz.
Altın Portakal adına yaptıklarımızı bir türlü biriktiremedik.
Oysa ilk okul kitaplarından başlayarak öğretilen şudur.
Burada sözüm profesörlere…
Kültür : biriktirilen değerler bütünüdür.
Bir biriktirebilsek kültür olacak..
Bu durumda yaptığımız iş kültür filan olmuyor.
Eğlencelik….Kazanmalık…Yani birilerinin kazandığı bir garip eğlence biçimi.
Bunun bu şekilde her yıl yapılıyor olması da bize özgü bir durum.
Nasıl oluyor da oluyor bilmiyorum ama işte biz bunu başarıyoruz.
Bir birimizden habersiz , bir diğerinden ilgisiz işleri bir kültür değeri üzerinden yapmayı başarıyoruz.
Tanıtımını İstanbul da yapıyoruz.Kendisini Antalya’da.
İyi ama diye sormuştum tanıtımını neden sadece İstanbul’da yapıyoruz.Antalya!da da yapalım Kardeş şehirlerimizde de..
Bunu belediye başkanımızın kendisine de söyledim.
İnanılacak gibi değil ama kardeş şehirlerimizden biri olan Rostov-Na-Donu kendi girişimi ile bunu yapıyor.
Rostov-Na-Donu şehrinden bir mesaj aldım.
Antalya delegasyonu burada diye.
Çok sevindim.Varsın Belediyemiz bizden bu bilgiyi esirgesin.
Varsın Kültür Daire başkanlığının yapılan bu kültürel ilişkiden haberi olmasın.
Günümüz teknolojisi bu boşluğu dolduruyor.
Antalya Altın Portakal Film Festivalinin simgesi Venüs heykeli Rostov-Na-Donu şehrinde yapılan Kardeş şehirler Parkına dikildi.
Biz geçen beş yıl içinde bu değerimizi bile yok saymayı başarmıştık..
Venüs heykelimizi yuvarlak portakallarla değiştirmiştik.
Biz şehrimizin 3000 bininci yılını kutlamayı akıl edemiyoruz ama , Rostov-Na-Donu 260 ıncı yılını , kardeş şehirleri adına bir park yaparak kutluyor ve bizim kültürel değerlerimizden biri olan festival heykelciğimizi bu parka dikiyor.
Teşekkürler kardeşim…Bizim kültürümüze bizden daha güzel sahip çıktığın için teşekkürler.
Kuruluş yılın kutlu olsun..
Meraklısı için dip not.
Türk Dil Kurumunun Kültür tanımı.
Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü.
16 Eylül 2010 Perşembe
OKYANUS ÖTESİ SOKAĞI
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
TEMELİNE İNDİK
Hiç kimseye şunu yap bunu yap demeyen yazılar.
Bence birlikte indik.
Siz istediğiniz kadar ben bir şey yapmadım deyin.
Projenin odağında…”Siz yaptınız …biz yaptık” lafı var.
Yani demem O ki projenin odağı olma durumumuz var.
Kurtuluş savaşımız diyeceğim şimdi siz O da nesi diyeceksiniz.
İşte bu kadar derinden çözüldük.
Kurtuluş savaşımızın birincil düşmanı Yurdumuzu işgal eden şimdiki müttefiklerimiz ve stratejik ortaklarımızdı.
Yani O kadar değiştik.
Cumhuriyetimizin birinci düşmanı ,cahillik , kulluk , kölelikti.Şeyhler , hocalar müritler ülkesi olmayacaktık.
Olduk.
Mezardan kalkıp oy kullananların demokrasisi olarak tarihe de geçtik.
Biliyorum işiniz var , çok meşgulsünüz..O kadar çok meşgulsünüz ki bu yazının bile sonunu getirmeyeceksiniz.
İşte O kadar bu projenin odağındasınız.
Uzağında kalarak.
İçindesiniz.
Ne öğretti bizim cumhuriyetimiz bize..?
“Gitmesen de görmesen de O köy bizim köyümüzdür.”
Öyle mi?
Ne diyor Başbakan , “Sıkıysa gelsene buralara , hadi gel de göreyim “ diyor.
Projenin eş başkanı olan kişi söylüyor bunu.
Vardır bir bildiği.
Proje bölmek üzerine kuruluydu. Proje değiştirme , dönüştürme üzerine kuruluydu.
Projenin odağını görüp gereğini yapmayınca , hepimiz projenin odağı olduk.
Artık hepimiz bu projenin figüranlayız.
Cahillik , kölelik , kulun kula kulluğu , şeyhlerimiz , hocalarımız okyanus ötesinden bize selam söyleyen , bizim okyanus ötesine selam durduğumuz uzaktan kumandalı bir proje bu.
Cumhuriyetimizin “milli eğitim” dediği şey artık hiçbir şey değil.
Onlara bakarsanız çocuklarımızın okula gitmesine de gerek yok artık.
Yarın bizi yönetecek olan çocuklarımızın , bilmesi , öğrenmesi , düşünmesi bu projenin istediği bir şey değil.
Bu proje Ümmetleşme projesi.
Biat Demokrasisi…
Tarikatlar vesayeti …
Hepimize kutlu olsun.
TEMELİNE İNDİK
Hiç kimseye şunu yap bunu yap demeyen yazılar.
Bence birlikte indik.
Siz istediğiniz kadar ben bir şey yapmadım deyin.
Projenin odağında…”Siz yaptınız …biz yaptık” lafı var.
Yani demem O ki projenin odağı olma durumumuz var.
Kurtuluş savaşımız diyeceğim şimdi siz O da nesi diyeceksiniz.
İşte bu kadar derinden çözüldük.
Kurtuluş savaşımızın birincil düşmanı Yurdumuzu işgal eden şimdiki müttefiklerimiz ve stratejik ortaklarımızdı.
Yani O kadar değiştik.
Cumhuriyetimizin birinci düşmanı ,cahillik , kulluk , kölelikti.Şeyhler , hocalar müritler ülkesi olmayacaktık.
Olduk.
Mezardan kalkıp oy kullananların demokrasisi olarak tarihe de geçtik.
Biliyorum işiniz var , çok meşgulsünüz..O kadar çok meşgulsünüz ki bu yazının bile sonunu getirmeyeceksiniz.
İşte O kadar bu projenin odağındasınız.
Uzağında kalarak.
İçindesiniz.
Ne öğretti bizim cumhuriyetimiz bize..?
“Gitmesen de görmesen de O köy bizim köyümüzdür.”
Öyle mi?
Ne diyor Başbakan , “Sıkıysa gelsene buralara , hadi gel de göreyim “ diyor.
Projenin eş başkanı olan kişi söylüyor bunu.
Vardır bir bildiği.
Proje bölmek üzerine kuruluydu. Proje değiştirme , dönüştürme üzerine kuruluydu.
Projenin odağını görüp gereğini yapmayınca , hepimiz projenin odağı olduk.
Artık hepimiz bu projenin figüranlayız.
Cahillik , kölelik , kulun kula kulluğu , şeyhlerimiz , hocalarımız okyanus ötesinden bize selam söyleyen , bizim okyanus ötesine selam durduğumuz uzaktan kumandalı bir proje bu.
Cumhuriyetimizin “milli eğitim” dediği şey artık hiçbir şey değil.
Onlara bakarsanız çocuklarımızın okula gitmesine de gerek yok artık.
Yarın bizi yönetecek olan çocuklarımızın , bilmesi , öğrenmesi , düşünmesi bu projenin istediği bir şey değil.
Bu proje Ümmetleşme projesi.
Biat Demokrasisi…
Tarikatlar vesayeti …
Hepimize kutlu olsun.
31 Ağustos 2010 Salı
KARANLIK SOKAĞIN AYDINLIK YÜZÜ
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
KARANLIK SOKAĞIN AYDINLIK YÜZÜ
Hiç kimseye şunu yap bunu yap demeyen yazılar.
Şehir dediğimiz şeyin alt tarafı nedir ki?….!
Hiç birimize bir şey ifade etmeyen bu soru üzerinde durmalıyız.
Çünkü sosyal insan yaşadığı yerle özdeşleşmiştir.
Bana nerede yaşadığını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.
Yada…Aslan yattığı , yaşadığı yerden bilinir.
Yani şehrinizi soruyorum size.
Üzerinde yaşadığınız topraktan söz ediyorum.
İyi de şehir dediğimiz şey yaşadığımız yerin altında kalmışsa , şehrimiz dediğimiz şey aslında üst tarafta gördüklerimiz değilse.
Üst tarafta Dubai varsa..Üst tarafta gelen giden beceriksizlerin döküntüleri varsa.
Şehir dediğimiz şey toprağın altındaysa.
Üstelik de biz bunun ayırdında değilsek.
İşte bu kötü.
Antalya kimlikli , hem de fena halde kimlikli bir şehir.
Zaten 3000 yıllık geçmişi olan bir şehrin kimliğinin olmaması mümkün mü?
Antalya’nın hayallerinizde bile olmayan bir kimliği var.
Pagan dönemi Antalya’sı , Dünya kültür miraslarının ilk onuna girer.
Roma dönemi Antalya’sı Avrupa’ya parmak ısırtır.
Selçuklu döneminin seyrine doyum olmaz.
Osmanlı dönemi yaşanılası bir şehir sunar bize.
Cumhuriyet dönemi Antalya’sı kötü ellerde çok hırpalanmış..
Roma döneminde korsanların yıkamadığı eserler 1940’lar dan sonra yıkılmış.
Sonra….sonra üzerinin örtülmesi dönemi gelmiş.
Şaka filan değil gerçekten de şehrin üzeri örtülmüş..
Daha geçen günlerde bir gün Doğu garajı dediğimiz yerde ki eski Antalya’nın üstü bir kez daha örtüldü.
Ya Kale içi … Osmanlıdan buyana gördüğümüz şehir , tek başına Antalya değil.
Görünenin altında başka Antalya var.
Karanlık sokağın gizemi de burada zaten.
Karanlıkta kalan bir şeyler var orada.
Muhteşem bir yapının taşıyıcıları görünüyor çöplüğün ortasında.
Bildiğiniz çöplük.
Her türlü atığın bulunduğu bu yer de tanımı yapılmamış üstü örtülmemiş , ama unutulmaya terk edilmiş görkemli bir yapı var.
Etrafı tellerle çevrili bu kazı alanının neden on yıllardır böyle olduğunu Antalya merak etmezse kimse de bunun hesabını vermez.
Karanlık sokağın biraz kuzeyine, biraz batısına yürürseniz , Antalya’nın ilk anfitiyatrosunu bulabilirsiniz..
Ya da Büyük şehir belediye başkanının makam odasının balkonundan kuzey batıya baktığınızda şehrin stadyumunu görebilirsiniz.
Hadi gözlerinizi kapatıp benimle birlikte hayal edin.
Güçlü bir komutansınız.Dönemin imparatoru.
Siz geliyorsunuz diye şehir süslenmiş.Sizin adınıza görkemli bir kapı inşa edilmiş.
İnsanlar şehir girişinde birikmiş sizi bekliyor.
Üç kapılardan şehre giriyorsunuz , iki tarafı aslanlarla ve imparatorluk ailesinin heykelleri ile süslü sütunlu bir yolda yürüyorsunuz.
Karşınıza görkemli bir saray çıkıyor. Saray’ın biraz batısında şehrin anfitiyatrosu.
İleride falezlerin üzerinde Akdeniz’i ve Toros dağlarını seyredeceğiniz Hıdırlık kulesi.
Kuleden doğuya baktığınızda şehrin stadyumunu görüyorsunuz.
Şimdi soruyorum size.
Siz bu Antalya’da mı yoksa gökdelen kuleleri olan Antalya’da mı yaşamak istiyorsunuz.?
İşte bütün mesele bu…
KARANLIK SOKAĞIN AYDINLIK YÜZÜ
Hiç kimseye şunu yap bunu yap demeyen yazılar.
Şehir dediğimiz şeyin alt tarafı nedir ki?….!
Hiç birimize bir şey ifade etmeyen bu soru üzerinde durmalıyız.
Çünkü sosyal insan yaşadığı yerle özdeşleşmiştir.
Bana nerede yaşadığını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.
Yada…Aslan yattığı , yaşadığı yerden bilinir.
Yani şehrinizi soruyorum size.
Üzerinde yaşadığınız topraktan söz ediyorum.
İyi de şehir dediğimiz şey yaşadığımız yerin altında kalmışsa , şehrimiz dediğimiz şey aslında üst tarafta gördüklerimiz değilse.
Üst tarafta Dubai varsa..Üst tarafta gelen giden beceriksizlerin döküntüleri varsa.
Şehir dediğimiz şey toprağın altındaysa.
Üstelik de biz bunun ayırdında değilsek.
İşte bu kötü.
Antalya kimlikli , hem de fena halde kimlikli bir şehir.
Zaten 3000 yıllık geçmişi olan bir şehrin kimliğinin olmaması mümkün mü?
Antalya’nın hayallerinizde bile olmayan bir kimliği var.
Pagan dönemi Antalya’sı , Dünya kültür miraslarının ilk onuna girer.
Roma dönemi Antalya’sı Avrupa’ya parmak ısırtır.
Selçuklu döneminin seyrine doyum olmaz.
Osmanlı dönemi yaşanılası bir şehir sunar bize.
Cumhuriyet dönemi Antalya’sı kötü ellerde çok hırpalanmış..
Roma döneminde korsanların yıkamadığı eserler 1940’lar dan sonra yıkılmış.
Sonra….sonra üzerinin örtülmesi dönemi gelmiş.
Şaka filan değil gerçekten de şehrin üzeri örtülmüş..
Daha geçen günlerde bir gün Doğu garajı dediğimiz yerde ki eski Antalya’nın üstü bir kez daha örtüldü.
Ya Kale içi … Osmanlıdan buyana gördüğümüz şehir , tek başına Antalya değil.
Görünenin altında başka Antalya var.
Karanlık sokağın gizemi de burada zaten.
Karanlıkta kalan bir şeyler var orada.
Muhteşem bir yapının taşıyıcıları görünüyor çöplüğün ortasında.
Bildiğiniz çöplük.
Her türlü atığın bulunduğu bu yer de tanımı yapılmamış üstü örtülmemiş , ama unutulmaya terk edilmiş görkemli bir yapı var.
Etrafı tellerle çevrili bu kazı alanının neden on yıllardır böyle olduğunu Antalya merak etmezse kimse de bunun hesabını vermez.
Karanlık sokağın biraz kuzeyine, biraz batısına yürürseniz , Antalya’nın ilk anfitiyatrosunu bulabilirsiniz..
Ya da Büyük şehir belediye başkanının makam odasının balkonundan kuzey batıya baktığınızda şehrin stadyumunu görebilirsiniz.
Hadi gözlerinizi kapatıp benimle birlikte hayal edin.
Güçlü bir komutansınız.Dönemin imparatoru.
Siz geliyorsunuz diye şehir süslenmiş.Sizin adınıza görkemli bir kapı inşa edilmiş.
İnsanlar şehir girişinde birikmiş sizi bekliyor.
Üç kapılardan şehre giriyorsunuz , iki tarafı aslanlarla ve imparatorluk ailesinin heykelleri ile süslü sütunlu bir yolda yürüyorsunuz.
Karşınıza görkemli bir saray çıkıyor. Saray’ın biraz batısında şehrin anfitiyatrosu.
İleride falezlerin üzerinde Akdeniz’i ve Toros dağlarını seyredeceğiniz Hıdırlık kulesi.
Kuleden doğuya baktığınızda şehrin stadyumunu görüyorsunuz.
Şimdi soruyorum size.
Siz bu Antalya’da mı yoksa gökdelen kuleleri olan Antalya’da mı yaşamak istiyorsunuz.?
İşte bütün mesele bu…
30 Ağustos 2010 Pazartesi
DÜNYA HALTER ŞAMPİYONASI ANTALYA DA
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
13 EYLÜL’ÜN ÖNEMİ
Olur da gözlerinden kaçar diye Büyükşehir Belediye başkanının dikkatine..
13 eylül Türk siyasi tarihinde önemli bir eşik olacak.
Bunun tartışılacak bir tarafı yok.
13 Eylül’ün Antalya için başka bir önemi daha var.
Var da hiç kimsenin bundan haberi yok.
Zamanı biraz geri saralım.
Biliyorsunuz bunu yapabilirim.Sizi geleceğe götürebildiğim gibi geçmişi de bu güne getirebilirim.
Dünya Basketbol şampiyonasını biliyorsunuz.
Tarihinde ilk kez ülkemiz de yapılıyor.
Daha da Türkiye de yapılmaz.
Antalya seçilsin diye O dönemin siyasi aktörleri olarak imkanları çok zorladık.
Eleme guruplarında Antalya adı pırıl pırıl parlıyordu.
Şampiyonaya katılmayı hak eden bütün ülkeler maçlarını Antalya da oynamak istiyordu.
Olmadı.
Bizden sonra ki dönemin siyasi aktörleri projeyi kirletti…
İş Dünya şampiyonası olmaktan çıkıp hukuk dışı imar uygulamalarına dönünce.
FIBA gönülsüzce Kayseri’yi kabul etti.
Bir Dünya organizasyonunun şehrimiz için ne kadar önemli olduğunu bütün sivil dinamiklerimizle kabul ve beyan etmiştik.
İşi çok ileri götürüp Şimdi ki belediye başkanı hakkında olumsuz sözler söyleyenler de oldu.
Antalya Dünya basketbol şampiyonasını elinden kaçırmıştı.
Şimdi artık bu güne gelmelisiniz.
Dünya şampiyonalarının şehrimizde yapılmasının önemi üzerinde anlaşan bizler bu gün bir araya gelmeyi başarmalıyız..
Bu önemli bir araya gelişi tabii ki Şehrimizi temsil eden Büyük şehir belediye başkanımız yapmalı.
13 Eylül işte bu büyük buluşmanın tarihi. Dünya Halter şampiyonası Antalya da yapılacak.
Dünya Halter Federasyonları Birliğinin(IWF) kongresi de aynı program içine alınmış.
Bayanlar ve erkeler de sporcu sayısı açısından çok geniş katılımlı bir organizasyon..
Üstelik Bu Dünya şampiyonasına katılmak 2012 Olimpiyatlarına katılmak isteyen bütün sporcular için zorunlu.
Lara turizm bölgesinde ki iki otel bu şampiyona da konaklama noktası olarak belirlenmiş.
ANFAŞ yarışma salonu olmuş.
Sporcular şehrimizi görmeden otelden salona götürülüp getirilecek.
Konaklama ücretine her şey dahil edilmiş.
Şehir Lara kıyıları hariç bu organizasyonun dışında tutulmuş.
Türkiye halter federasyonunun resmi internet sitesinde Antalya anlatılırken her şeyin çok eksik olduğunu gördüm.
Örneğin Antalya da altın elma var ama altın portakal diye bir şey yok.
Aslında şehrimizin kendisi yok.
Hadi Başkan Akaydın.
İşte Dünya şampiyonası , işte Antalya…
Bu organizasyonun içine şehrimizi katalım.
Dünya Antalya’yı bir de bu şampiyona ile tanısın.
Federasyon sporcuları salona taşıyacakmış.
Biz de seyircileri salona taşıyalım..
Misafirlerimizi de Şehrimize.
13 EYLÜL’ÜN ÖNEMİ
Olur da gözlerinden kaçar diye Büyükşehir Belediye başkanının dikkatine..
13 eylül Türk siyasi tarihinde önemli bir eşik olacak.
Bunun tartışılacak bir tarafı yok.
13 Eylül’ün Antalya için başka bir önemi daha var.
Var da hiç kimsenin bundan haberi yok.
Zamanı biraz geri saralım.
Biliyorsunuz bunu yapabilirim.Sizi geleceğe götürebildiğim gibi geçmişi de bu güne getirebilirim.
Dünya Basketbol şampiyonasını biliyorsunuz.
Tarihinde ilk kez ülkemiz de yapılıyor.
Daha da Türkiye de yapılmaz.
Antalya seçilsin diye O dönemin siyasi aktörleri olarak imkanları çok zorladık.
Eleme guruplarında Antalya adı pırıl pırıl parlıyordu.
Şampiyonaya katılmayı hak eden bütün ülkeler maçlarını Antalya da oynamak istiyordu.
Olmadı.
Bizden sonra ki dönemin siyasi aktörleri projeyi kirletti…
İş Dünya şampiyonası olmaktan çıkıp hukuk dışı imar uygulamalarına dönünce.
FIBA gönülsüzce Kayseri’yi kabul etti.
Bir Dünya organizasyonunun şehrimiz için ne kadar önemli olduğunu bütün sivil dinamiklerimizle kabul ve beyan etmiştik.
İşi çok ileri götürüp Şimdi ki belediye başkanı hakkında olumsuz sözler söyleyenler de oldu.
Antalya Dünya basketbol şampiyonasını elinden kaçırmıştı.
Şimdi artık bu güne gelmelisiniz.
Dünya şampiyonalarının şehrimizde yapılmasının önemi üzerinde anlaşan bizler bu gün bir araya gelmeyi başarmalıyız..
Bu önemli bir araya gelişi tabii ki Şehrimizi temsil eden Büyük şehir belediye başkanımız yapmalı.
13 Eylül işte bu büyük buluşmanın tarihi. Dünya Halter şampiyonası Antalya da yapılacak.
Dünya Halter Federasyonları Birliğinin(IWF) kongresi de aynı program içine alınmış.
Bayanlar ve erkeler de sporcu sayısı açısından çok geniş katılımlı bir organizasyon..
Üstelik Bu Dünya şampiyonasına katılmak 2012 Olimpiyatlarına katılmak isteyen bütün sporcular için zorunlu.
Lara turizm bölgesinde ki iki otel bu şampiyona da konaklama noktası olarak belirlenmiş.
ANFAŞ yarışma salonu olmuş.
Sporcular şehrimizi görmeden otelden salona götürülüp getirilecek.
Konaklama ücretine her şey dahil edilmiş.
Şehir Lara kıyıları hariç bu organizasyonun dışında tutulmuş.
Türkiye halter federasyonunun resmi internet sitesinde Antalya anlatılırken her şeyin çok eksik olduğunu gördüm.
Örneğin Antalya da altın elma var ama altın portakal diye bir şey yok.
Aslında şehrimizin kendisi yok.
Hadi Başkan Akaydın.
İşte Dünya şampiyonası , işte Antalya…
Bu organizasyonun içine şehrimizi katalım.
Dünya Antalya’yı bir de bu şampiyona ile tanısın.
Federasyon sporcuları salona taşıyacakmış.
Biz de seyircileri salona taşıyalım..
Misafirlerimizi de Şehrimize.
29 Ağustos 2010 Pazar
O KENDİSİNE İNANANLARA İNANIYOR.
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
HAYIR’ SIZ HAYIR YAZISI
Benim için oldukça uzun bir süredir Referandum konuşuyoruz.
Turgut Özal patentli kontrolsüz bir iletişim ağının esiri olarak yapıyoruz bunu.
Hala frekans tahsisleri yapılmamış bir yığın radyo ve televizyon . Herkesin elinde kolaylıkla dinlenip kirletilen mobil telefonlar. Vergi silahı ile korkutulan çok okunan gazeteler . Kirli parayla satın alınan , beslenen gazete ve gazeteciler.Ele geçirilen devlet kurumları.
On üç kanaldan televizyon yayını yapan TRT..
Kontrol Bir adamda..
Bir yanda vergi denetmenleri , bir yanda İletişim daire başkanlığı..
Bir yanda da kimi ne zaman dinleyip ne zaman operasyon yapacakları kendilerinden menkul bir derin yapı.
Neye evet diyeceğimizi gösteren bir kaba otokrasi.
Peki ya internet.?
İnternetin bu denli kötüye kullanımlı bir başka örneği Dünya da yok.
Devlet kuruluşlarının yasaklanmasını istedikleri binlerce adres..
Devleti yönettiğini iddia eden ve bu yasak sitelere nasıl ulaşılacağını anlatan bir Başbakan.
Üstelik kendisi bu yasaklı sitelere ulaşabildiğini söylüyor ..gülerek.
Ben suç işledim , pişmanım, silahımı bıraktım af et beni diyeni af edelim diyen birisi..
Vay sen terör örgütünün başını mı af edeceksin diyen O.
Terör örgütünün başını af etmek için iki kez yasa değişikliği teklif eden de O.
Görüşeni barındırmam diyor.
Görüştün diyen şerefsizdir diyor.
Görüşen devlet memurları..
İki ay önce kendisine bağlı kurumda operasyon yaparak teröristle görüşeni atayan yine kendisi.
E doğal tabii.
O bir başbakan.
Devletin yürütme organının başı.
Devleti yürüttüğünü düşünmemiz için her türlü nedenimiz var.
Üstelik nereye doğru yürüttüğü konusunda hiçbir şüphemiz de yok.
Beraber yürüyoruz çünkü.
Şapkamızı giyiyoruz , gülsuyu karıştırılmış belediye suyu ile serinleyip” eveeeet “diye çığlık atıyoruz.
O ne derse desin ..cevap kesin bir itaatle “eveeeeet”
Üstelik O iletişim uzmanı filan değil.
Çünkü ortada iletişim filan yok.
Ne derse “eveeeet” demek var.
Şenay Pıtrak ta uzmanlığına yansın.
Biat demokrasisin de iletişim mi olur sevgili Pıtrak.
İletişim için karşı karşıya gelen en az iki zekaya ihtiyaç var.
Biat demokrasisinde bir tane bile yok.
Herkes O na inanıyor..
O kendisine inananlara..
İletişim çağının yüz karası bir dönemdeyiz.
Ama bunun nedeni asla biz değiliz.
Bu arada ..aramızda kalsın ama …bence de “ eveeeeet”..
HAYIR’ SIZ HAYIR YAZISI
Benim için oldukça uzun bir süredir Referandum konuşuyoruz.
Turgut Özal patentli kontrolsüz bir iletişim ağının esiri olarak yapıyoruz bunu.
Hala frekans tahsisleri yapılmamış bir yığın radyo ve televizyon . Herkesin elinde kolaylıkla dinlenip kirletilen mobil telefonlar. Vergi silahı ile korkutulan çok okunan gazeteler . Kirli parayla satın alınan , beslenen gazete ve gazeteciler.Ele geçirilen devlet kurumları.
On üç kanaldan televizyon yayını yapan TRT..
Kontrol Bir adamda..
Bir yanda vergi denetmenleri , bir yanda İletişim daire başkanlığı..
Bir yanda da kimi ne zaman dinleyip ne zaman operasyon yapacakları kendilerinden menkul bir derin yapı.
Neye evet diyeceğimizi gösteren bir kaba otokrasi.
Peki ya internet.?
İnternetin bu denli kötüye kullanımlı bir başka örneği Dünya da yok.
Devlet kuruluşlarının yasaklanmasını istedikleri binlerce adres..
Devleti yönettiğini iddia eden ve bu yasak sitelere nasıl ulaşılacağını anlatan bir Başbakan.
Üstelik kendisi bu yasaklı sitelere ulaşabildiğini söylüyor ..gülerek.
Ben suç işledim , pişmanım, silahımı bıraktım af et beni diyeni af edelim diyen birisi..
Vay sen terör örgütünün başını mı af edeceksin diyen O.
Terör örgütünün başını af etmek için iki kez yasa değişikliği teklif eden de O.
Görüşeni barındırmam diyor.
Görüştün diyen şerefsizdir diyor.
Görüşen devlet memurları..
İki ay önce kendisine bağlı kurumda operasyon yaparak teröristle görüşeni atayan yine kendisi.
E doğal tabii.
O bir başbakan.
Devletin yürütme organının başı.
Devleti yürüttüğünü düşünmemiz için her türlü nedenimiz var.
Üstelik nereye doğru yürüttüğü konusunda hiçbir şüphemiz de yok.
Beraber yürüyoruz çünkü.
Şapkamızı giyiyoruz , gülsuyu karıştırılmış belediye suyu ile serinleyip” eveeeet “diye çığlık atıyoruz.
O ne derse desin ..cevap kesin bir itaatle “eveeeeet”
Üstelik O iletişim uzmanı filan değil.
Çünkü ortada iletişim filan yok.
Ne derse “eveeeet” demek var.
Şenay Pıtrak ta uzmanlığına yansın.
Biat demokrasisin de iletişim mi olur sevgili Pıtrak.
İletişim için karşı karşıya gelen en az iki zekaya ihtiyaç var.
Biat demokrasisinde bir tane bile yok.
Herkes O na inanıyor..
O kendisine inananlara..
İletişim çağının yüz karası bir dönemdeyiz.
Ama bunun nedeni asla biz değiliz.
Bu arada ..aramızda kalsın ama …bence de “ eveeeeet”..
22 Ağustos 2010 Pazar
HUKUK DEVLETİ NDEN ADALET DEVLETİNE
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
ADALET DEVLETİ
Hiç kimseye şunu yap , bunu yap demeyen yazılar...
İnsan olmanın onurunu duyduğunuz ender zamanlar vardır.
Az da olsa vardır.
Doğru bildiğinizi söylediğiniz , bunu yaşadığınız Dünyanın henüz doğmamış tüm canlıları için yaptığınız zamanlar...
Yok mu?
O zaman bu yazıyı okumayın.
Yüreğinde sevgi ve adalet olmayanların bu yazıyı okuması kendileri için zararlı sonuçlar doğurabilir.
Yazının konusu Muratpaşa Belediye Başkanı Süleyman Evcilmen.
Belediye de en uzun süreli başkanlık yapan isim.
Aslına bakarsanız Kendisi Muratpaşanın ikinci belediye başkanı.
Üçüncü dönemini sürdürüyor.
Antalyanın merkezinde olan beldenin heryeri yıkımlar ve molozlarla doldu.
Adı geçen belediye başkanının üçüncü beşyıllık icraatlarının şehrin her yerinde ve her nasılsa yapılmış kaçak binaları yıkmak olması benim için şaşırtıcı değil.
Kendisi ile birlikte ilk dönem aynı mecliste çalıştık.O belediye başkanı olarak meclisin de başkanıydı ben de O meclisin üyelerinden biriydim.
İlk günden itibaren karşı karşıya gelmemizin nedeni Süleyman Evcilmen'in " boş verin hukuksuzmuş filan demeyi" deyişidir.
Hukuk devleti diyerek durduğum yerin herkes tarafından sadece salaklık olarak değerlendirildiğini biliyordum.
Çünkü Hukuk Devleti adaleti sağlamıyordu.
Davalar çok uzun sürüyor.Hukuka karşı hileler Heryerde ve herkes tarafından yapılıyordu.
Aslına bakarsanız durum bugün de çok farklı değil.
Ama Muratpaşa da bir şeyler değişti.
Bir yargıç ,ilk duyduğumda hiç beğenmediğim bir karar verdi.
Süleyman Evcilmen kaçak yapılara göz yummuş ve yıkım kararı olan bu tür yapıları yıkmamıştı ve suçluydu.Ama kendisinin bir kez daha bu suçu işlemeyeceği kanısı ile yargıç ceza uygululamasını ertelemişti.
Bence ceza uygulanmalıydı.
O zaman ne olurdu biliyormusunuz.?
Süleyman Evcilmen cezaevine girerdi.
Yerine meclis içinden birisi seçilirdi.
Ve..Mahkemenin yıkım kararı verdiği bina yıkılır...ama..
Aynı suç şehirde işlenmeye devam ederdi.
Oysa yargıç öyle bir karar vermişti ki.Görev de kal ve görevini yap demişti Süleyman Evcilmen'e.
İşte bu gün Antalya'nın merkezinde gördüğünüz yıkımların tamamını O yargıca borçluyuz.
Evcilmen yıkıp geçiyor..Çünkü biliyor ki görevini yapmazsa cezası katlanarak artacak ve artık biliyor ki hukuk Devleti çalıştı.
Çalışan hukuk şehre adaleti getirdi.
Yoldan geçerken gördüğünüz yıkıntılar hukuka uyan tüm insanların yüreğini ferahlatıyor.
Hukuka uymanın yaşanılması güzel hafifliğini hissettiriyor.
Ben böyle hissediyorum.
Sizi bilmem.
Ve sizi yazının başında uyarmıştım.
Böyle hissetmiyorsanız bu yazıyı okumayın demiştim.
Aslına bakarsanız böyle hissetmiyorsanız ...bu gazeteyi de okumayın.
ADALET DEVLETİ
Hiç kimseye şunu yap , bunu yap demeyen yazılar...
İnsan olmanın onurunu duyduğunuz ender zamanlar vardır.
Az da olsa vardır.
Doğru bildiğinizi söylediğiniz , bunu yaşadığınız Dünyanın henüz doğmamış tüm canlıları için yaptığınız zamanlar...
Yok mu?
O zaman bu yazıyı okumayın.
Yüreğinde sevgi ve adalet olmayanların bu yazıyı okuması kendileri için zararlı sonuçlar doğurabilir.
Yazının konusu Muratpaşa Belediye Başkanı Süleyman Evcilmen.
Belediye de en uzun süreli başkanlık yapan isim.
Aslına bakarsanız Kendisi Muratpaşanın ikinci belediye başkanı.
Üçüncü dönemini sürdürüyor.
Antalyanın merkezinde olan beldenin heryeri yıkımlar ve molozlarla doldu.
Adı geçen belediye başkanının üçüncü beşyıllık icraatlarının şehrin her yerinde ve her nasılsa yapılmış kaçak binaları yıkmak olması benim için şaşırtıcı değil.
Kendisi ile birlikte ilk dönem aynı mecliste çalıştık.O belediye başkanı olarak meclisin de başkanıydı ben de O meclisin üyelerinden biriydim.
İlk günden itibaren karşı karşıya gelmemizin nedeni Süleyman Evcilmen'in " boş verin hukuksuzmuş filan demeyi" deyişidir.
Hukuk devleti diyerek durduğum yerin herkes tarafından sadece salaklık olarak değerlendirildiğini biliyordum.
Çünkü Hukuk Devleti adaleti sağlamıyordu.
Davalar çok uzun sürüyor.Hukuka karşı hileler Heryerde ve herkes tarafından yapılıyordu.
Aslına bakarsanız durum bugün de çok farklı değil.
Ama Muratpaşa da bir şeyler değişti.
Bir yargıç ,ilk duyduğumda hiç beğenmediğim bir karar verdi.
Süleyman Evcilmen kaçak yapılara göz yummuş ve yıkım kararı olan bu tür yapıları yıkmamıştı ve suçluydu.Ama kendisinin bir kez daha bu suçu işlemeyeceği kanısı ile yargıç ceza uygululamasını ertelemişti.
Bence ceza uygulanmalıydı.
O zaman ne olurdu biliyormusunuz.?
Süleyman Evcilmen cezaevine girerdi.
Yerine meclis içinden birisi seçilirdi.
Ve..Mahkemenin yıkım kararı verdiği bina yıkılır...ama..
Aynı suç şehirde işlenmeye devam ederdi.
Oysa yargıç öyle bir karar vermişti ki.Görev de kal ve görevini yap demişti Süleyman Evcilmen'e.
İşte bu gün Antalya'nın merkezinde gördüğünüz yıkımların tamamını O yargıca borçluyuz.
Evcilmen yıkıp geçiyor..Çünkü biliyor ki görevini yapmazsa cezası katlanarak artacak ve artık biliyor ki hukuk Devleti çalıştı.
Çalışan hukuk şehre adaleti getirdi.
Yoldan geçerken gördüğünüz yıkıntılar hukuka uyan tüm insanların yüreğini ferahlatıyor.
Hukuka uymanın yaşanılması güzel hafifliğini hissettiriyor.
Ben böyle hissediyorum.
Sizi bilmem.
Ve sizi yazının başında uyarmıştım.
Böyle hissetmiyorsanız bu yazıyı okumayın demiştim.
Aslına bakarsanız böyle hissetmiyorsanız ...bu gazeteyi de okumayın.
4 Ağustos 2010 Çarşamba
SIFIR MALİYET
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
S I F I R
Çok sevdiğim bir arkadaşımın bahçe partisine davetliydim.
Bir başka çok sevdiğim arkadaşım arabasıyla gelip beni evimden aldı.
Asansörle aşağıya indik.Ben oturduğum binanın ortak giderleri için bu güne kadar tek kuruş ödemediğim için asansörle inmek bedavaya geldi.
Arkadaşımın arabasına bindim.Diğer arkadaşımın denize sıfır bir otelin bahçesinde düzenlediği partiye katıldım.
Her garsonu takip ettim.Ellerinde ki tepsilerde bulunan her çeşit yiyeceği yedim.
İçtim….
Arkadaşımın kiraladığı orkestranın çaldığı müzik eşliğinde dans ettim.
Çok eğlendim.
Sonra ana yemek faslına geçildi.Fasıl dedim de aklıma geldi bu arada bir de Türk sanat müziği icra edilse iyi olur demiş olayım.
Arkadaşım da hemen bir fasıl gurubu getirtmiş olsun.
Yiyelim ,eğlenelim,içelim ,oynayalım.şarkılar söyleyelim ama biz katılanlar tek kuruş para ödememiş olalım.
Yani böyle olsun….
Yukarıda yazdıklarımın benimle uzak yakın hiç ilgisi olmadığını beni tanıyan tanımayan herkes bilir.
Ama bu anlattıklarımın Büyükşehir belediyesi kültür ve sosyal işler dairesi başkanlığı ile ilgisi var.
Olsun ben böyle bir şey yapmış olayım. Yapmış olayım ki bazı şeyler birileri tarafından daha kolay anlaşılsın.
Belediye , en küçük demokratik , laik ,sosyal , hukuk kurumudur.
Belediye bütçesi , şehirden toplanan vergiler , genel bütçe katkıları ve şehrin yarattığı artı değerlerin bileşimi ile oluşur.
Belediyenin yıllar içerisinde bedelini ödeyerek sahip olduğu imkanları kullanarak iş görür.
Buraya kadar kolay anlaşılır olan bu konuyu biraz daha derinleştirmek istiyorum.
Çünkü Belediye kurumu içerisinde görev alanların ama bence en önemlisi Belediye başkanlarının en çok önemsemesi gereken ancak bu güne dek hiç dile getirilmemiş olan bir konuyu yazacağım.
Belediye hizmetleri adı altında , belediye imkanları kullanılarak yada başkalarından satın alınarak yapılan , yaptırılan bazı faaliyetlerin O belediyenin bulunduğu şehirde bazı girişimciler tarafından zaten yapılıyor olması işleri karıştırıyor.
Yarım yüz yıla yakın bir süredir Antalya da sinema sanatı için festival yapıyoruz.
Hatırlıyorum festival filmleri Şehrin var olan sinema salonları kullanılarak gösterilirdi.
Çünkü sinema sanatına destek iddiası içerisinde olan bir şehrin kendi şehir sinemalarını görmezden gelmesi olmazdı.
Çok yanlış olurdu.
Şehirde var olan sinema salonlarının yalnızca sanatın desteklenmesi amacıyla değil , belediyenin vergi mükellefleri olmaları nedeniyle de desteklenmeleri gerekirdi.
Yani sinema salonuna giden her Antalyalı belediyesine ayrıca vergi ödüyor.
Eğlence vergisi.
Belediyeler sinema salonlarından vergi alıyorlar.
Sonra birisi çıkıp boş verin bu salonları ben size bedava sinema seyrettireyim diyor ve zaten can çekişen salonlara bir darbe daha vuruyor.Kendi vergi gelirini de kesme pahasına.
Bunun adı da kültürel etkinlik oluyor.
İşte önerim.
Belediyemiz sinema sanatına destek olmak istiyorsa , mevcut sinema salonlarımıza gidip film seyreden hemşehrileri için , sinema salonlarından aldığı verginin bir kısmı ile karşılanan BİZİM MİSAFİRİMİZSİNİZ projesi başlatsın.Ayrıntıları merak ederlerse kendilerine sıfır maliyetle anlatırım.
Şimdi Büyükşehir belediyesine Bilgi Edinme yasası kapsamında sorduğum soruyu ve Daire başkanlığından verilen yanıtı okuyun.
Ben haftada kaç sıfır maliyet olduğunu anlamadım.
Belki bana bu yanıtı gönderen daire Başkanı yazdığı yazıyı bu köşede okuyunca anlar ve hepimize anlatır.
SORU
Belediye başkanlığınızın Kültür ve sosyal işler daire başkanlığı marifeti ile gerçekleştirdiği BEDAVA SİNEMA etkinliğinin kaç sinema salonu , kaç film ve kaç seans olarak gerçekleştirildiğini.Bu gösterimlerden yararlanan toplam seyirci sayısını ve etkinliğin toplam maliyetinin , 4982 sayılı bilgi edinme hakkı yasası gereğince yukarıda belirttiğim elektronik posta adresime bildirilmesini istiyorum.Saygılarımla.
CEVAP
24 hafta olarak devam etti tek bir sinema salonun AKM Perge Salonunda her Perşembe saat: 20.00'da olmak üzere tek seans gösterimi oldu her hafta 24 film gösterildi. Toplam 4620 seyirci tarafından izlendi toplam maliyeti 0 lira harcanmıştır yani maliyet olmamıştır. Filmlerin gösterim izinlerinden yani gösterim teliflerini Kültür Bakanlığı tarafından alınıp gösterimde Belediye imkanları kullanılmıştır.
S I F I R
Çok sevdiğim bir arkadaşımın bahçe partisine davetliydim.
Bir başka çok sevdiğim arkadaşım arabasıyla gelip beni evimden aldı.
Asansörle aşağıya indik.Ben oturduğum binanın ortak giderleri için bu güne kadar tek kuruş ödemediğim için asansörle inmek bedavaya geldi.
Arkadaşımın arabasına bindim.Diğer arkadaşımın denize sıfır bir otelin bahçesinde düzenlediği partiye katıldım.
Her garsonu takip ettim.Ellerinde ki tepsilerde bulunan her çeşit yiyeceği yedim.
İçtim….
Arkadaşımın kiraladığı orkestranın çaldığı müzik eşliğinde dans ettim.
Çok eğlendim.
Sonra ana yemek faslına geçildi.Fasıl dedim de aklıma geldi bu arada bir de Türk sanat müziği icra edilse iyi olur demiş olayım.
Arkadaşım da hemen bir fasıl gurubu getirtmiş olsun.
Yiyelim ,eğlenelim,içelim ,oynayalım.şarkılar söyleyelim ama biz katılanlar tek kuruş para ödememiş olalım.
Yani böyle olsun….
Yukarıda yazdıklarımın benimle uzak yakın hiç ilgisi olmadığını beni tanıyan tanımayan herkes bilir.
Ama bu anlattıklarımın Büyükşehir belediyesi kültür ve sosyal işler dairesi başkanlığı ile ilgisi var.
Olsun ben böyle bir şey yapmış olayım. Yapmış olayım ki bazı şeyler birileri tarafından daha kolay anlaşılsın.
Belediye , en küçük demokratik , laik ,sosyal , hukuk kurumudur.
Belediye bütçesi , şehirden toplanan vergiler , genel bütçe katkıları ve şehrin yarattığı artı değerlerin bileşimi ile oluşur.
Belediyenin yıllar içerisinde bedelini ödeyerek sahip olduğu imkanları kullanarak iş görür.
Buraya kadar kolay anlaşılır olan bu konuyu biraz daha derinleştirmek istiyorum.
Çünkü Belediye kurumu içerisinde görev alanların ama bence en önemlisi Belediye başkanlarının en çok önemsemesi gereken ancak bu güne dek hiç dile getirilmemiş olan bir konuyu yazacağım.
Belediye hizmetleri adı altında , belediye imkanları kullanılarak yada başkalarından satın alınarak yapılan , yaptırılan bazı faaliyetlerin O belediyenin bulunduğu şehirde bazı girişimciler tarafından zaten yapılıyor olması işleri karıştırıyor.
Yarım yüz yıla yakın bir süredir Antalya da sinema sanatı için festival yapıyoruz.
Hatırlıyorum festival filmleri Şehrin var olan sinema salonları kullanılarak gösterilirdi.
Çünkü sinema sanatına destek iddiası içerisinde olan bir şehrin kendi şehir sinemalarını görmezden gelmesi olmazdı.
Çok yanlış olurdu.
Şehirde var olan sinema salonlarının yalnızca sanatın desteklenmesi amacıyla değil , belediyenin vergi mükellefleri olmaları nedeniyle de desteklenmeleri gerekirdi.
Yani sinema salonuna giden her Antalyalı belediyesine ayrıca vergi ödüyor.
Eğlence vergisi.
Belediyeler sinema salonlarından vergi alıyorlar.
Sonra birisi çıkıp boş verin bu salonları ben size bedava sinema seyrettireyim diyor ve zaten can çekişen salonlara bir darbe daha vuruyor.Kendi vergi gelirini de kesme pahasına.
Bunun adı da kültürel etkinlik oluyor.
İşte önerim.
Belediyemiz sinema sanatına destek olmak istiyorsa , mevcut sinema salonlarımıza gidip film seyreden hemşehrileri için , sinema salonlarından aldığı verginin bir kısmı ile karşılanan BİZİM MİSAFİRİMİZSİNİZ projesi başlatsın.Ayrıntıları merak ederlerse kendilerine sıfır maliyetle anlatırım.
Şimdi Büyükşehir belediyesine Bilgi Edinme yasası kapsamında sorduğum soruyu ve Daire başkanlığından verilen yanıtı okuyun.
Ben haftada kaç sıfır maliyet olduğunu anlamadım.
Belki bana bu yanıtı gönderen daire Başkanı yazdığı yazıyı bu köşede okuyunca anlar ve hepimize anlatır.
SORU
Belediye başkanlığınızın Kültür ve sosyal işler daire başkanlığı marifeti ile gerçekleştirdiği BEDAVA SİNEMA etkinliğinin kaç sinema salonu , kaç film ve kaç seans olarak gerçekleştirildiğini.Bu gösterimlerden yararlanan toplam seyirci sayısını ve etkinliğin toplam maliyetinin , 4982 sayılı bilgi edinme hakkı yasası gereğince yukarıda belirttiğim elektronik posta adresime bildirilmesini istiyorum.Saygılarımla.
CEVAP
24 hafta olarak devam etti tek bir sinema salonun AKM Perge Salonunda her Perşembe saat: 20.00'da olmak üzere tek seans gösterimi oldu her hafta 24 film gösterildi. Toplam 4620 seyirci tarafından izlendi toplam maliyeti 0 lira harcanmıştır yani maliyet olmamıştır. Filmlerin gösterim izinlerinden yani gösterim teliflerini Kültür Bakanlığı tarafından alınıp gösterimde Belediye imkanları kullanılmıştır.
29 Temmuz 2010 Perşembe
ANTALYA NIN ALTIN PORTAKALI
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
İTİRAZIM VAR…
Kırkyedincisini yaparken bile sanki yeni bir Festival düzenliyormuş gibi yapmaya itirazım var.
Antalya ya ait olduğunu söylerken tanıtımını sadece İstanbul da yapmaya da itirazım var.
Antalya markasının , Altın Portakal adının jüri başkanı olacak bir aktörün adının altında ezilmesine itirazım var.
Bir Film festivalinin bu denli çok işi birden aynı anda yapmaya çalışmasına…
Açılım saçmalığına uyulmasına festivali buna alet etmeye…
Ermeni sanatçı İngilizce konuşmasında ;”Turk , Turks” derken çeviride Türkiyeli , Türkiyeliler denmesine..
Festivalin Sosyal ve Ekonomik bölgesel kalkınmanın tek argümanı olarak görülmesine…
Altın Portakalın Kimliğini arayan festival görüntüsünden kurtulamamasına…
Filminin bir sahnesini Antalya da çek parayı al anlayışının sığlığına…
Yıldızlarla eğlenelim mi? , Uzmanlarla tartışalım mı?.Sinema tarihi ile kaynaşalım mı?..Engellilerle sevinelim mi?..Mahkumlarla ağlayalım mı?..Film mi seyredelim , tartışalım mı..konuşalım mı..dinleyelim mi?..Kalkınalım mı , gelişelim mi?..Birleşelim mi , bölgeselleşelim mi?..Sinema sanatını mı destekleyeceğiz yoksa sanatın bin bir boyutunu mu..Bu bir türlü karar veremeyişe itirazım var.
Altın Portakal Festivali Türkiye nin ilk sinema festivaliydi.1950 yılından beri “hah işte bu bizim festivalimiz” diyemediğimiz için , her yıl yeniden ve yep yeni yeniliklerle yenilediğimiz için , yeni yetme festivaller daha köklüymüş gibi ve daha güçlü algılandığı için itirazım var..
Söylemek istediğim yapılan yeni önermeleri yanlış bulduğum değil.
Ben sadece festivalimi istiyorum.
Neyse O…
Antalya ya ait.Antalya da olan..Görmek ve O nu bizimle birlikte yaşamak isteyenleri Antalya ya getiren bir festival istiyorum.
Türkiye de yapılamayanların tümünün bir hafta içinde ve bir festivalde yapılmak istenmesine ve bu karmaşada festivalin ne olduğunun belli olmamasına şaşırıyorum.
Her yıl yapılan bir film festivaline altmışın üstünde filmin katılacak olmasının beklenmesini garip buluyorum..
Bunun iyi bir şey olarak algılanması bile tek başına tartışma konusuyken ,Ön eleme jürisi yerine aday gösterme sisteminin düşünülmemesini yadırgıyorum.
Vakıf ,yapmak istediklerini yılın farklı zamanlarında yapabilir.Bir sinema akademisi bile kurabilir.Sinema filmleri keşifleri yapabilir , tartışabilir , konuşabilir öğretebilir.
Ama başkan bunu istiyor , genel koordinatör bunları istiyor , Sanat yönetmenleri bunları istiyor , işin sosyal boyutu var işin ekonomik boyutu var işin sosyal sorumluluk boyutu var diyerek Sinema festivali görünmez oluyor.
Görünen , sahneden bir türlü inmek bilmeyen , yapacaklarını anlata anlata bitiremeyen birisi.
Antalya Film festivali kendi kimliğini bulmalı.
Beni yanlış anlamayın..İstediğiniz buysa …Bu.
Kırksekizincisini tanıtırken yepyeni yeniliklerle karşımıza çıkacaksanız ki ben öyle algılıyorum.Bu işin sonu yok…Ortada da Film festivali diyeceğimiz bir şey kalmıyor.
Antalya da yaşanan hikayeleri , Antalya konulu senaryoların çekimini desteklemenin yararlı olacağını ,para verdiğiniz filmin bir sahnesinin Antalya da çekilmiş olmasının ne film sanatına ne de Antalya ya beklediğiniz yararı sağlamayacağını söylüyorum.
Festival , festival gibi olsun.
Bütün istediğim bu.
İTİRAZIM VAR…
Kırkyedincisini yaparken bile sanki yeni bir Festival düzenliyormuş gibi yapmaya itirazım var.
Antalya ya ait olduğunu söylerken tanıtımını sadece İstanbul da yapmaya da itirazım var.
Antalya markasının , Altın Portakal adının jüri başkanı olacak bir aktörün adının altında ezilmesine itirazım var.
Bir Film festivalinin bu denli çok işi birden aynı anda yapmaya çalışmasına…
Açılım saçmalığına uyulmasına festivali buna alet etmeye…
Ermeni sanatçı İngilizce konuşmasında ;”Turk , Turks” derken çeviride Türkiyeli , Türkiyeliler denmesine..
Festivalin Sosyal ve Ekonomik bölgesel kalkınmanın tek argümanı olarak görülmesine…
Altın Portakalın Kimliğini arayan festival görüntüsünden kurtulamamasına…
Filminin bir sahnesini Antalya da çek parayı al anlayışının sığlığına…
Yıldızlarla eğlenelim mi? , Uzmanlarla tartışalım mı?.Sinema tarihi ile kaynaşalım mı?..Engellilerle sevinelim mi?..Mahkumlarla ağlayalım mı?..Film mi seyredelim , tartışalım mı..konuşalım mı..dinleyelim mi?..Kalkınalım mı , gelişelim mi?..Birleşelim mi , bölgeselleşelim mi?..Sinema sanatını mı destekleyeceğiz yoksa sanatın bin bir boyutunu mu..Bu bir türlü karar veremeyişe itirazım var.
Altın Portakal Festivali Türkiye nin ilk sinema festivaliydi.1950 yılından beri “hah işte bu bizim festivalimiz” diyemediğimiz için , her yıl yeniden ve yep yeni yeniliklerle yenilediğimiz için , yeni yetme festivaller daha köklüymüş gibi ve daha güçlü algılandığı için itirazım var..
Söylemek istediğim yapılan yeni önermeleri yanlış bulduğum değil.
Ben sadece festivalimi istiyorum.
Neyse O…
Antalya ya ait.Antalya da olan..Görmek ve O nu bizimle birlikte yaşamak isteyenleri Antalya ya getiren bir festival istiyorum.
Türkiye de yapılamayanların tümünün bir hafta içinde ve bir festivalde yapılmak istenmesine ve bu karmaşada festivalin ne olduğunun belli olmamasına şaşırıyorum.
Her yıl yapılan bir film festivaline altmışın üstünde filmin katılacak olmasının beklenmesini garip buluyorum..
Bunun iyi bir şey olarak algılanması bile tek başına tartışma konusuyken ,Ön eleme jürisi yerine aday gösterme sisteminin düşünülmemesini yadırgıyorum.
Vakıf ,yapmak istediklerini yılın farklı zamanlarında yapabilir.Bir sinema akademisi bile kurabilir.Sinema filmleri keşifleri yapabilir , tartışabilir , konuşabilir öğretebilir.
Ama başkan bunu istiyor , genel koordinatör bunları istiyor , Sanat yönetmenleri bunları istiyor , işin sosyal boyutu var işin ekonomik boyutu var işin sosyal sorumluluk boyutu var diyerek Sinema festivali görünmez oluyor.
Görünen , sahneden bir türlü inmek bilmeyen , yapacaklarını anlata anlata bitiremeyen birisi.
Antalya Film festivali kendi kimliğini bulmalı.
Beni yanlış anlamayın..İstediğiniz buysa …Bu.
Kırksekizincisini tanıtırken yepyeni yeniliklerle karşımıza çıkacaksanız ki ben öyle algılıyorum.Bu işin sonu yok…Ortada da Film festivali diyeceğimiz bir şey kalmıyor.
Antalya da yaşanan hikayeleri , Antalya konulu senaryoların çekimini desteklemenin yararlı olacağını ,para verdiğiniz filmin bir sahnesinin Antalya da çekilmiş olmasının ne film sanatına ne de Antalya ya beklediğiniz yararı sağlamayacağını söylüyorum.
Festival , festival gibi olsun.
Bütün istediğim bu.
27 Temmuz 2010 Salı
KUZEYİN YILDIZLARI
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
KUZEYİN YILDIZLARI
Antalya da yaşıyorsanız başınızı Gökyüzüne kaldırdığınızda Kuzey batı yönünde bir yıldız görürsünüz.
Kuzey yıldızı..
Çoban yıldızı...
Torosların zirvesini aydınlatır geceleri...O denli parlaktır karanlıkta.
Türkiye de sporun durumunu anlatan yığınla yazı yazdım.
Türkiye de spor yapmanın , yaptırmanın ne olduğunu , bir avuç gönüllü insanın neleri göze alarak çocuklarımıza spor yapma imkanı sağladıklarını , bunun için nasıl çırpındığını filan.
Sadece yazmadım.Ben de O bir avuç gönüllüden biri oldum....Çırpındım.
Türkiye de çocuk olmayı unutan bu günün büyüklerine , Türkiye de çocuk olmayı anlattım durdum.
Türkiye de Sporcu olmayı ...Kızlarımızın hayatın içinde olmalarını , eğitimleri ile ilgilenmeyi, onların sağlıklı ve başarılı olmalarının ne denli önemli olduğunu anlattım.
KIRKGÖZ SPOR KULÜBÜ Antalyanın kuzey batısında Döşemealtında kırsal kesimin kız çocuklarına spor yaptırıyor.
Otuz tane aydınlık yüzlü kız çocuğu futbol oynuyor....Okula gidiyor...
Mücadele etmenin ne demek olduğunu , başarıyı ve başarmanın hazzını yaşıyorlar.
Onlar bir insan çocuğunun yapması gereken sıradan bir işi bin bir zorluğu yenerek ancak yapabiliyorlar.
Çünkü Türkiye de çocuk olmak...Çünkü Türkiye de sporcu olmak artık çok zor.
Çünkü Türkiye de çocukların spor yapmalarını istemeyenler var.
Çünkü Türkiye de kızların evde kapanıp oturmaları gerektiğini düşünenler kazandı.
Çünkü Türkiye de bütün bu dehşetli tehlikeyi görüp , bilip kılını kıpırdatmayan yöneticiler var.
Onlar Antalya nın ikinci kız futbol takımı.
Onlar Önümüzde ki yıl bölgesel ligde mücadele edecek ve yaptıkları bu muazzam işle sadece kazanacaklar.
Bilmiyorsunuz ki bu işten kazançlı çıkacak olan Türkiye olacak.
Mücadele etmeyi , soru sormayı , cevap aramayı bilen her çocuk ülkemizin geleceğini aydınlatacak birer yıldızdır...
Onlar kendilerine Kuzeyin yıldızları diyorlar.
Genç kızlar ve yıldız kızlarda Türkiye liglerinde izleyeceksiniz onları.
Bence izleyin onları...
Onlar için yapacağınız en değerli şey onları izlemek...Onları fark etmek…Onları kendilerini geleceğe hazırlarken görmek olacak…
Onlar bunu fazlasıyla hak ediyorlar.
Antalya da yaşıyorsanız başınızı gök yüzüne kaldırın ve kuzey batı yönünde parlayan yıldıza bakın.
Kuzey yıldızı O...
Gök yüzünün en parlak yıldızı.
Şimdi bu sayfada yer alan fotoğraflara bir kez daha bakın.
Hepsinin gözlerinde göreceksiniz O nu...
Kuzey yıldızını...
Onlar kendilerine Kuzeyin yıldızları diyorlar...
Onlar bizim geleceğimizin yıldızları...
KUZEYİN YILDIZLARI
Antalya da yaşıyorsanız başınızı Gökyüzüne kaldırdığınızda Kuzey batı yönünde bir yıldız görürsünüz.
Kuzey yıldızı..
Çoban yıldızı...
Torosların zirvesini aydınlatır geceleri...O denli parlaktır karanlıkta.
Türkiye de sporun durumunu anlatan yığınla yazı yazdım.
Türkiye de spor yapmanın , yaptırmanın ne olduğunu , bir avuç gönüllü insanın neleri göze alarak çocuklarımıza spor yapma imkanı sağladıklarını , bunun için nasıl çırpındığını filan.
Sadece yazmadım.Ben de O bir avuç gönüllüden biri oldum....Çırpındım.
Türkiye de çocuk olmayı unutan bu günün büyüklerine , Türkiye de çocuk olmayı anlattım durdum.
Türkiye de Sporcu olmayı ...Kızlarımızın hayatın içinde olmalarını , eğitimleri ile ilgilenmeyi, onların sağlıklı ve başarılı olmalarının ne denli önemli olduğunu anlattım.
KIRKGÖZ SPOR KULÜBÜ Antalyanın kuzey batısında Döşemealtında kırsal kesimin kız çocuklarına spor yaptırıyor.
Otuz tane aydınlık yüzlü kız çocuğu futbol oynuyor....Okula gidiyor...
Mücadele etmenin ne demek olduğunu , başarıyı ve başarmanın hazzını yaşıyorlar.
Onlar bir insan çocuğunun yapması gereken sıradan bir işi bin bir zorluğu yenerek ancak yapabiliyorlar.
Çünkü Türkiye de çocuk olmak...Çünkü Türkiye de sporcu olmak artık çok zor.
Çünkü Türkiye de çocukların spor yapmalarını istemeyenler var.
Çünkü Türkiye de kızların evde kapanıp oturmaları gerektiğini düşünenler kazandı.
Çünkü Türkiye de bütün bu dehşetli tehlikeyi görüp , bilip kılını kıpırdatmayan yöneticiler var.
Onlar Antalya nın ikinci kız futbol takımı.
Onlar Önümüzde ki yıl bölgesel ligde mücadele edecek ve yaptıkları bu muazzam işle sadece kazanacaklar.
Bilmiyorsunuz ki bu işten kazançlı çıkacak olan Türkiye olacak.
Mücadele etmeyi , soru sormayı , cevap aramayı bilen her çocuk ülkemizin geleceğini aydınlatacak birer yıldızdır...
Onlar kendilerine Kuzeyin yıldızları diyorlar.
Genç kızlar ve yıldız kızlarda Türkiye liglerinde izleyeceksiniz onları.
Bence izleyin onları...
Onlar için yapacağınız en değerli şey onları izlemek...Onları fark etmek…Onları kendilerini geleceğe hazırlarken görmek olacak…
Onlar bunu fazlasıyla hak ediyorlar.
Antalya da yaşıyorsanız başınızı gök yüzüne kaldırın ve kuzey batı yönünde parlayan yıldıza bakın.
Kuzey yıldızı O...
Gök yüzünün en parlak yıldızı.
Şimdi bu sayfada yer alan fotoğraflara bir kez daha bakın.
Hepsinin gözlerinde göreceksiniz O nu...
Kuzey yıldızını...
Onlar kendilerine Kuzeyin yıldızları diyorlar...
Onlar bizim geleceğimizin yıldızları...
8 Temmuz 2010 Perşembe
GELECEĞİMİZ KAYBETMEK İSTEMİYORUZ..
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
GELECEĞİMİZİ KAYBETMEK ..
Geleceğimi kaybetmek , sizin seçimi kaybetmeniz gibi bir şey değil.
Ya da hisse senetlerinizde birkaç puan .
Artık güneşe çıkmaya korkuyorum.
Çünkü ozon tabakamızda delikler var.
Soluk almaya korkuyorum.
Çünkü içinde hangi kimyasallar var bilmiyorum.
Babamla balık tutmaya giderdik.Ta ki birkaç yıl önce kanserli bir balık bulana dek.
Ve şimdi her gün ,hayvan ve bitki türlerinin soyunun tükendiğini duyuyoruz.
Sonsuza dek yok olarak.
Ben büyük vahşi hayvan sürülerini görmeyi hayal ediyorum.
Vahşi ormanları ve yağmur ormanlarını.Kuşlar ve kelebeklerle dolu olan.
Ama şimdi merak ediyorum çocuklarımın bunları görmesi mümkün mü diye.
Sizler…Benim yaşımdayken böyle şeyler için endişelendiniz mi?.
Bunların tümü gözlerimizin önünde oluyor.
Yine de istediğimiz kadar zamanımız ve çözümlerimiz varmış gibi davranıyoruz.
Ben yalnızca bir çocuğum.
Tüm çözümlere sahip değilim.
Ancak farkına varmanızı isterim ki…Sizlerde sahip değilsiniz.
Ozon tabakamızda ki deliği nasıl onaracağınızı bilmiyorsunuz.
Akarsuda ki Somon balığını nasıl geri getireceğinizi bilmiyorsunuz.
Soyları tükenen hayvanları nasıl geri getireceğinizi bilmiyorsunuz.
Ve şimdi çöl olan ormanı geri getirmezsiniz.
Eğer nasıl düzelteceğinizi bilmiyorsanız , lütfen bozmayı bırakın.
Sizler burada hükümetlerinizin temsilcileri olabilirsiniz.
İş adamı , organizatör , muhabir yada politikacı olabilirsiniz.
Ama aslında sizler anne , baba , kardeş , ağabey , hala ve amcasınız.
Ve hepiniz birilerinin çocuğusunuz.
Ben yalnızca bir çocuğum.Yine de 5 milyarlık bir ailenin bireyleri olduğumuzu biliyorum.
Bizler aslında Dünya da var olan 30 milyon türün bir parçasıyız.
Sınırlar ve hükümetler bunu asla değiştiremez.
Ben yalnızca bir çocuğum.Ama hepimizin aynı gemide olduğunu biliyorum.
Tek bir amaca giden tek bir Dünya olarak davranmamız gerektiğini.
Öfkem bütün bunları görebildiğim için.Ve farkım nasıl hissettiğimi bütün Dünya ya anlatmaya korkmuyor olmam.
Ülkemde çok fazla israf var.Satın alıyor ve atıyoruz.Satın al ve at.
Kuzeyde ki ülkeler varlıklarını paylaşmıyor.
Yeterinden fazlasına sahip olarak bile paylaşmaktan korkuyoruz.
Varlığımızın birazı gidecek diye ödümüz kopuyor.
Kanada da bizler ayrıcalıklı bir hayat yaşıyoruz.Bol gıda ,su ve barınak.
Saatlerimiz , bisikletlerimiz , bilgisayarlarımız ve televizyon setlerimiz var.
Liste iki günde saymakla bitmez.İki gün önce burada , Brezilyada sokakta yaşayan çocuklarla birlikteyken çarpıcı bir gerçeği gördük.
Bu bize bir çocuğun söyledikleriydi.
“Keşke zengin olsaydım.O zaman tüm sokak çocuklarına yiyecek, giyecek ilaç , barınak sevgi ve yakınlık verirdim.”
Hiçbir şeyi olmayan bir sokak çocuğu paylaşmayı biliyor.
Neden her şeyi olan bizler bu kadar aç gözlüyüz.?
Düşünmeden edemiyorum.Bu çocuklarda benimle aynı yaşta.Ve doğduğumuz yer yüzünden aramızda muazzam bir fark var.
Ben de Rio Favelas da yaşayan O çocuklardan biri olabilirdim.Ya da Orta doğuda bir savaş kurbanı.Veya Hindistan da bir dilenci.
Ben yalnızca bir çocuğum.ve biliyorum.Savaşa harcanan onca para çevresel cevaplar bulmak için , yoksulluğun bitmesi için ve anlaşma yolları bulmak için harcansa Dünya nın nasıl bir yer olacağını biliyorum.
Okulda , hatta anaokulunda bize terbiyeli olmayı öğretiyorsunuz.
Bize işlerin yürümesi için diğerleri ile didişmememizi söylüyorsunuz.
Diğerlerine saygı göstermeyi , kendi pisliğimizi temizlemeyi.Diğer canlıları incitmemeyi , paylaşmayı , aç gözlü olmamayı.
Madem öyle neden yapmamamızı söylediklerinizi kendiniz yapıyorsunuz.?
Bu konferanslara neden geldiğinizi unutmayın.Bunları yapmak için.
Biz sizlerin çocuğuyuz.Nasıl bir Dünya da yetişeceğimize sizler karar veriyorsunuz.
Anne ve babalar çocuklarına ,” her şey çok güzel olacak , bu dünyanın sonu değil , biz elimizden geleni yapıyoruz.” Diyerek rahatlayabilirler.
Ama artık bunları söyleyebileceğinizi sanmıyorum…Sizin öncelikler listenizde var mıyız Onu da bilmiyorum.
Babam her zaman der ki.” Sen yaptığın şeysin.Söylediğin değil.”
Sizin yaptıklarınız geceleri beni ağlatıyor.
Siz yetişkinler bizi sevdiğinizi söylüyorsunuz.O zaman sizden talep ediyorum.
LÜTFEN YAPTIKLARINIZ SÖZLERİNİZİ YANSITSIN.
Teşekkür ederim.
Yukarıda ki konuşma, Brezilya da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında konuşan Kanadalı bir kız çocuğuna aittir.
GELECEĞİMİZİ KAYBETMEK ..
Geleceğimi kaybetmek , sizin seçimi kaybetmeniz gibi bir şey değil.
Ya da hisse senetlerinizde birkaç puan .
Artık güneşe çıkmaya korkuyorum.
Çünkü ozon tabakamızda delikler var.
Soluk almaya korkuyorum.
Çünkü içinde hangi kimyasallar var bilmiyorum.
Babamla balık tutmaya giderdik.Ta ki birkaç yıl önce kanserli bir balık bulana dek.
Ve şimdi her gün ,hayvan ve bitki türlerinin soyunun tükendiğini duyuyoruz.
Sonsuza dek yok olarak.
Ben büyük vahşi hayvan sürülerini görmeyi hayal ediyorum.
Vahşi ormanları ve yağmur ormanlarını.Kuşlar ve kelebeklerle dolu olan.
Ama şimdi merak ediyorum çocuklarımın bunları görmesi mümkün mü diye.
Sizler…Benim yaşımdayken böyle şeyler için endişelendiniz mi?.
Bunların tümü gözlerimizin önünde oluyor.
Yine de istediğimiz kadar zamanımız ve çözümlerimiz varmış gibi davranıyoruz.
Ben yalnızca bir çocuğum.
Tüm çözümlere sahip değilim.
Ancak farkına varmanızı isterim ki…Sizlerde sahip değilsiniz.
Ozon tabakamızda ki deliği nasıl onaracağınızı bilmiyorsunuz.
Akarsuda ki Somon balığını nasıl geri getireceğinizi bilmiyorsunuz.
Soyları tükenen hayvanları nasıl geri getireceğinizi bilmiyorsunuz.
Ve şimdi çöl olan ormanı geri getirmezsiniz.
Eğer nasıl düzelteceğinizi bilmiyorsanız , lütfen bozmayı bırakın.
Sizler burada hükümetlerinizin temsilcileri olabilirsiniz.
İş adamı , organizatör , muhabir yada politikacı olabilirsiniz.
Ama aslında sizler anne , baba , kardeş , ağabey , hala ve amcasınız.
Ve hepiniz birilerinin çocuğusunuz.
Ben yalnızca bir çocuğum.Yine de 5 milyarlık bir ailenin bireyleri olduğumuzu biliyorum.
Bizler aslında Dünya da var olan 30 milyon türün bir parçasıyız.
Sınırlar ve hükümetler bunu asla değiştiremez.
Ben yalnızca bir çocuğum.Ama hepimizin aynı gemide olduğunu biliyorum.
Tek bir amaca giden tek bir Dünya olarak davranmamız gerektiğini.
Öfkem bütün bunları görebildiğim için.Ve farkım nasıl hissettiğimi bütün Dünya ya anlatmaya korkmuyor olmam.
Ülkemde çok fazla israf var.Satın alıyor ve atıyoruz.Satın al ve at.
Kuzeyde ki ülkeler varlıklarını paylaşmıyor.
Yeterinden fazlasına sahip olarak bile paylaşmaktan korkuyoruz.
Varlığımızın birazı gidecek diye ödümüz kopuyor.
Kanada da bizler ayrıcalıklı bir hayat yaşıyoruz.Bol gıda ,su ve barınak.
Saatlerimiz , bisikletlerimiz , bilgisayarlarımız ve televizyon setlerimiz var.
Liste iki günde saymakla bitmez.İki gün önce burada , Brezilyada sokakta yaşayan çocuklarla birlikteyken çarpıcı bir gerçeği gördük.
Bu bize bir çocuğun söyledikleriydi.
“Keşke zengin olsaydım.O zaman tüm sokak çocuklarına yiyecek, giyecek ilaç , barınak sevgi ve yakınlık verirdim.”
Hiçbir şeyi olmayan bir sokak çocuğu paylaşmayı biliyor.
Neden her şeyi olan bizler bu kadar aç gözlüyüz.?
Düşünmeden edemiyorum.Bu çocuklarda benimle aynı yaşta.Ve doğduğumuz yer yüzünden aramızda muazzam bir fark var.
Ben de Rio Favelas da yaşayan O çocuklardan biri olabilirdim.Ya da Orta doğuda bir savaş kurbanı.Veya Hindistan da bir dilenci.
Ben yalnızca bir çocuğum.ve biliyorum.Savaşa harcanan onca para çevresel cevaplar bulmak için , yoksulluğun bitmesi için ve anlaşma yolları bulmak için harcansa Dünya nın nasıl bir yer olacağını biliyorum.
Okulda , hatta anaokulunda bize terbiyeli olmayı öğretiyorsunuz.
Bize işlerin yürümesi için diğerleri ile didişmememizi söylüyorsunuz.
Diğerlerine saygı göstermeyi , kendi pisliğimizi temizlemeyi.Diğer canlıları incitmemeyi , paylaşmayı , aç gözlü olmamayı.
Madem öyle neden yapmamamızı söylediklerinizi kendiniz yapıyorsunuz.?
Bu konferanslara neden geldiğinizi unutmayın.Bunları yapmak için.
Biz sizlerin çocuğuyuz.Nasıl bir Dünya da yetişeceğimize sizler karar veriyorsunuz.
Anne ve babalar çocuklarına ,” her şey çok güzel olacak , bu dünyanın sonu değil , biz elimizden geleni yapıyoruz.” Diyerek rahatlayabilirler.
Ama artık bunları söyleyebileceğinizi sanmıyorum…Sizin öncelikler listenizde var mıyız Onu da bilmiyorum.
Babam her zaman der ki.” Sen yaptığın şeysin.Söylediğin değil.”
Sizin yaptıklarınız geceleri beni ağlatıyor.
Siz yetişkinler bizi sevdiğinizi söylüyorsunuz.O zaman sizden talep ediyorum.
LÜTFEN YAPTIKLARINIZ SÖZLERİNİZİ YANSITSIN.
Teşekkür ederim.
Yukarıda ki konuşma, Brezilya da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında konuşan Kanadalı bir kız çocuğuna aittir.
9 Haziran 2010 Çarşamba
AMATÖR RUH BİR BAŞKA OLUYOR..
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
BİR ASKF KLASİĞİ
Her şehrin kimliği ve bu kimliği destekleyen sivil dinamikleri vardır.
Yani şehir , kimlikli bir şehir olabilmek için kendi sivil dinamiklerini yaratır.
Tavuk ve yumurta gibi…
Kimin kimden çıktığının belli olmadığı ama işin bu tarafının hiç de önemli olmadığı bir durum.
Antalyanın Amatör Spor Kulüpleri ve bu spor kulüplerinin bir araya gelerek oluşturduğu bir federasyonu var.
Şehre ait.
Antalya ya ait bir üst sivil toplum örgütü.
Kaledrandan , Gazipaşaya , Gündoğmuştan , Elmalıya her belde her belediye her ilçenin spor kulübü bu yapının içinde yer alır.
Tamam kabul , futbol kulüpleri çoğunluktadır ama olsun..En küçük spor kulübünden birinci ligde takımları olan kulüplere kadar hepsi bu federasyonda eşit oranda temsil edilirler.
Demokrasinin işlediği , yönetim kurulunun seçimle işbaşına gelip gittiği bir sivil dinamik.
ANTALYA AMATÖR SPOR KULÜPLERİ FEDERASYONU.
Üç dönemdir başkanlığını Metin Bulut un yaptığı ASKF nin düzenlediği uluslar arası spor organizasyonunu spor adam kimliğimle izledim.
Yedi gün sürdü.
Antalyanın kardeş şehri Rostov turnuvanın tek yabancı konuğuydu.
ASKF karması ilçe karmaları , Alanya spor ve Antalya spor katıldı turnuvaya.
Ligin kırıcı ve uyutucu maçlarının çok dışında bir ruhla oynandı maçlar.
Sporcularımız kazanmak için , kendilerini göstermek için, futbol sistemleri içerisinde kalarak takım oyunu oynadılar.
Herkes için alınacak çok ders vardı organizasyonda.
Maçlar bitti , sahada bütün takımlar sarmaş dolaş oldu.Çünkü her biri de yaşayarak anladı ki rakip aslında kendi gelişimlerini sağlayan bir itici güçtür.Ve iyi ki de vardır.
Abdullah Tanyolaç , Türk sporu için sağ ol çektirirken Rus konuklarımız da bizim sporcularımızla birlikte bağırıyordu.
Kupalar elden ele dolaşıyor.Fotoğraflar çekiliyor bir sonraki yıl yeniden buluşmak ve yarışmak için sözler veriliyordu.
Atatürk stadyumu , Atatürk ün gençleri ile gurur duyuyordu..
Bizim gibi.
Seyircilerimiz de vardı.zaman zaman gözleri doluyor , çoğunlukla tezahürat yapıyorlardı.Anneler ve babalar.Kardeşler , ablalar , ağabeyler.
Spor kardeşliği , paylaşmak ve sportmence mücadele ile oluşan güçlü bir enerji yaratıyordu.
Bütün bu organizasyonun dayandığı ve gücünü aldığı şey de işte bu enerjiydi.
BİR ASKF KLASİĞİ
Her şehrin kimliği ve bu kimliği destekleyen sivil dinamikleri vardır.
Yani şehir , kimlikli bir şehir olabilmek için kendi sivil dinamiklerini yaratır.
Tavuk ve yumurta gibi…
Kimin kimden çıktığının belli olmadığı ama işin bu tarafının hiç de önemli olmadığı bir durum.
Antalyanın Amatör Spor Kulüpleri ve bu spor kulüplerinin bir araya gelerek oluşturduğu bir federasyonu var.
Şehre ait.
Antalya ya ait bir üst sivil toplum örgütü.
Kaledrandan , Gazipaşaya , Gündoğmuştan , Elmalıya her belde her belediye her ilçenin spor kulübü bu yapının içinde yer alır.
Tamam kabul , futbol kulüpleri çoğunluktadır ama olsun..En küçük spor kulübünden birinci ligde takımları olan kulüplere kadar hepsi bu federasyonda eşit oranda temsil edilirler.
Demokrasinin işlediği , yönetim kurulunun seçimle işbaşına gelip gittiği bir sivil dinamik.
ANTALYA AMATÖR SPOR KULÜPLERİ FEDERASYONU.
Üç dönemdir başkanlığını Metin Bulut un yaptığı ASKF nin düzenlediği uluslar arası spor organizasyonunu spor adam kimliğimle izledim.
Yedi gün sürdü.
Antalyanın kardeş şehri Rostov turnuvanın tek yabancı konuğuydu.
ASKF karması ilçe karmaları , Alanya spor ve Antalya spor katıldı turnuvaya.
Ligin kırıcı ve uyutucu maçlarının çok dışında bir ruhla oynandı maçlar.
Sporcularımız kazanmak için , kendilerini göstermek için, futbol sistemleri içerisinde kalarak takım oyunu oynadılar.
Herkes için alınacak çok ders vardı organizasyonda.
Maçlar bitti , sahada bütün takımlar sarmaş dolaş oldu.Çünkü her biri de yaşayarak anladı ki rakip aslında kendi gelişimlerini sağlayan bir itici güçtür.Ve iyi ki de vardır.
Abdullah Tanyolaç , Türk sporu için sağ ol çektirirken Rus konuklarımız da bizim sporcularımızla birlikte bağırıyordu.
Kupalar elden ele dolaşıyor.Fotoğraflar çekiliyor bir sonraki yıl yeniden buluşmak ve yarışmak için sözler veriliyordu.
Atatürk stadyumu , Atatürk ün gençleri ile gurur duyuyordu..
Bizim gibi.
Seyircilerimiz de vardı.zaman zaman gözleri doluyor , çoğunlukla tezahürat yapıyorlardı.Anneler ve babalar.Kardeşler , ablalar , ağabeyler.
Spor kardeşliği , paylaşmak ve sportmence mücadele ile oluşan güçlü bir enerji yaratıyordu.
Bütün bu organizasyonun dayandığı ve gücünü aldığı şey de işte bu enerjiydi.
19 Mayıs 2010 Çarşamba
ATATÜRKÜ ANMAK BÖYLE OLMAMALI
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
KASET KASET ÜSTÜNE..
Sardı korkular , gelecek yıllar
Düşündüm sensiz nasıl yaşanacaklar.
Gözlerimde canlanacak yaptığın haksızlıklar
Her şey bambaşka olacak…
Döndün bak geldin şimdi
Bu günü aslında nasıl sabırla bekledimdi
Seni yalvarırken görmek , seni ağlatabilmek
Geçmişi senden geri alabilmek bütün ümidimdi.
Olmaz artık kapı açık
Arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık
Bir zamanlar sende bana acımadın
Yalnız kaldım yıkılmadım ayaktayım.
Oh yaşadım , yaşıyorum
Başım yukarıda meydan okuyorum hayata ve sana
Gönlüm doluyor aşkla barıştım bak hayatla
Başladım yaşamaya hey hey
Şimdi gel de gör beni bambaşka biri
Topladım dağılan kalbimin her köşesini
Ardından ağlayan O zavallı kız nerede şimdi
Gel gör beni.
Sevenlere vereceğim sevgimi her şeyimi
Bu günü aslında nasıl sabırla bekledimdi.
Yukarıda okuduğunuz sözler eşliğinde kutladılar gençler bayramlarını…
19 Mayıs Atatürk ü anma Gençlik ve Spor bayramını…
Bu kaset nereden çıktı nereden geldi ben bilemedim…
Belki siz bilebilirsiniz.
Bildiğim bir şey var ama..
Hesaplaşma sürecinin sonuna geldik.
Tepe noktasındayız…
Ya düşeceğiz….Ya da devam edeceğiz…
Ben Cumhuriyetten yanayım…
Ben gençlerimizin her şeye karşın kendilerine emanet edilen Cumhuriyetten yana olacaklarını düşünüyorum…
Cumhuriyeti kendilerine emanet eden insanı böyle anmaya devam etmeyeceklerini.
Mustafa kemal Atatürk ü sevmeye O nu anlayarak bütün eserlerini yaşatmaktan yana duracaklarını biliyorum…
Önümüzde ki yıl bayramlarımızı severek isteyerek kutlamamızı istiyorum.
Bütün derdim bu…
KASET KASET ÜSTÜNE..
Sardı korkular , gelecek yıllar
Düşündüm sensiz nasıl yaşanacaklar.
Gözlerimde canlanacak yaptığın haksızlıklar
Her şey bambaşka olacak…
Döndün bak geldin şimdi
Bu günü aslında nasıl sabırla bekledimdi
Seni yalvarırken görmek , seni ağlatabilmek
Geçmişi senden geri alabilmek bütün ümidimdi.
Olmaz artık kapı açık
Arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık
Bir zamanlar sende bana acımadın
Yalnız kaldım yıkılmadım ayaktayım.
Oh yaşadım , yaşıyorum
Başım yukarıda meydan okuyorum hayata ve sana
Gönlüm doluyor aşkla barıştım bak hayatla
Başladım yaşamaya hey hey
Şimdi gel de gör beni bambaşka biri
Topladım dağılan kalbimin her köşesini
Ardından ağlayan O zavallı kız nerede şimdi
Gel gör beni.
Sevenlere vereceğim sevgimi her şeyimi
Bu günü aslında nasıl sabırla bekledimdi.
Yukarıda okuduğunuz sözler eşliğinde kutladılar gençler bayramlarını…
19 Mayıs Atatürk ü anma Gençlik ve Spor bayramını…
Bu kaset nereden çıktı nereden geldi ben bilemedim…
Belki siz bilebilirsiniz.
Bildiğim bir şey var ama..
Hesaplaşma sürecinin sonuna geldik.
Tepe noktasındayız…
Ya düşeceğiz….Ya da devam edeceğiz…
Ben Cumhuriyetten yanayım…
Ben gençlerimizin her şeye karşın kendilerine emanet edilen Cumhuriyetten yana olacaklarını düşünüyorum…
Cumhuriyeti kendilerine emanet eden insanı böyle anmaya devam etmeyeceklerini.
Mustafa kemal Atatürk ü sevmeye O nu anlayarak bütün eserlerini yaşatmaktan yana duracaklarını biliyorum…
Önümüzde ki yıl bayramlarımızı severek isteyerek kutlamamızı istiyorum.
Bütün derdim bu…
15 Mayıs 2010 Cumartesi
GENÇLERİMİZ...
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
HARİKASINIZ ÇOCUKLAR
Bu yazı Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydına ithaf edilmiştir.
8 mayıs 2010 cumartesi…
Genç Fikir Derneğinin Kermesindeyiz.
10 genç konuğumuz var..
Heyecanlılar…kimseyi görmüyor gözleri.
Çeşitli dans figürleri ile ısınıyorlar..Daha çok birbirlerini hazırlıyorlar gibi..
Çünkü gerçekten çok heyecanlılar.
Birazdan Özel davetlimiz olarak bizim için dans edecekler.
Müzik sistemi hazırlandı ve…..
Çimlerin üzerinde kendiliğinden bir enerji patlaması yaşandı…
Çok güzellerdi.
Kızlı erkekli bir gurup genç..
Bir efsanenin ardından onun müziği ve onun dansları ile kendilerini ifade ediyorlardı.
Danstan sonra bir arada oturduk.Sözcü seçmişlerdi aralarında…
Oysa hepsi de pırıl pırıl gözleri ile konuşmaya can atıyordu.
Antalyanın bir yerinde ansızın ortaya çıkıp dans etmek istiyorlardı.
Ama bu yer ve zaman gizliydi.
İlk kez bizim için dans etmişlerdi ama sayıları 100 civarındaydı..
Yaptıkları işten büyük keyif aldıkları belliydi.
Biraz sonra Atatürk Kültür Merkezinde provaları olacaktı.
Büyükşehir belediyesi Kültür ve sosyal işler Daire başkanı onlara Cam piramitte zaman vermişti.
Bir araya gelip sürpriz dansı çalışacaklardı.
Kendilerine bu görüşmeyi yazacağıma dair söz verdim.
Farklı yaşlardalar.. Farklı okullarda okuyor farklı gelecek planları yapıyorlardı ama bu işte birliktelerdi.
Kendilerini önemsemeyenlere verecekleri bir mesajları vardı.
Bu yüzden seçtikleri şarkının adı “ onlar bizi önemsemiyor” olmuştu.
Ufuk , Gökhan , Aykut , Dudu , Mehmet , Gizem , Ezgi büyük prova için yanımızdan ayrıldı…
9 mayıs 2010 Pazar …
Cumhuriyet meydanı Atatürklerinin dizinin dibindeler.
Saat 15-oo..
Müziğin başlaması ile alanda gezinenler dans ederek bir araya geliyorlar…
O an orada olanlar şaşkın…
Ve kendiliğinden dans başlıyor.
Gençler nasıl da yakışıyor Cumhuriyet meydanına…
Kalabalık hızla artıyor.
Cep telefonları kayda başlıyor…
Çok değil 5 dakika sürüyor …Her şeyi ile çok başarılı bir iş…
Sonra yine geldikleri gibi dağılıyorlar…
Harika bir iş çıkardınız çocuklar sizi seviyor ve umursuyoruz.
13 mayıs 2010 Perşembe …
Atatürk stadyumu…19 mayıs bayramının genel provası var.
Gençlerimiz bir arada toplu gösteriye çalışıyorlar.
Tribünde oturanlar gölgede…Ama sahanın içi…çok fena…
Bayılanlar…hastalananlar…burunları kanayanlar…
Sayısı belli değil.
Çimen alerjisi…giydirdikleri petrol atığı giysiler nedeniyle oluşan kontakt dermatitler…
Çocuklar perişan…
Öğretmenler sağa sola koşuşturuyorlar…
Adam üstüne gelen bu perişan kalabalığa korku içinde bağırıyor ben sağlıkçı değilim kardeşim çaycıyım….
Ortada ne bir doktor ne de bir ambulans var.
Oysa Antalyanın neredeyse bütün gençleri orada.
Bayramlarını kutlamak üzere genel prova yapıyorlar.
Bayılıp ayılıyorlar…Burunları kanıyor…deliler gibi kaşınıyorlar…
Evine ulaşan çocuk ertesi günü yatakta geçiriyor.
Hepsinin ortak duygusu şu…
Ulusal bayramlardan nefret ediyoruz…
Böyle bayram mı olur?...
Üzgünüm çocuklar diyorum benimle konuşanlara..
Çok üzgünüm ama size de söz veriyorum Büyükşehir belediye başkanımıza bu durumu anlatacağım…
Bir ajansla olmadı bir şirketle anlaşarak çözer bu sorununuzu…
HARİKASINIZ ÇOCUKLAR
Bu yazı Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydına ithaf edilmiştir.
8 mayıs 2010 cumartesi…
Genç Fikir Derneğinin Kermesindeyiz.
10 genç konuğumuz var..
Heyecanlılar…kimseyi görmüyor gözleri.
Çeşitli dans figürleri ile ısınıyorlar..Daha çok birbirlerini hazırlıyorlar gibi..
Çünkü gerçekten çok heyecanlılar.
Birazdan Özel davetlimiz olarak bizim için dans edecekler.
Müzik sistemi hazırlandı ve…..
Çimlerin üzerinde kendiliğinden bir enerji patlaması yaşandı…
Çok güzellerdi.
Kızlı erkekli bir gurup genç..
Bir efsanenin ardından onun müziği ve onun dansları ile kendilerini ifade ediyorlardı.
Danstan sonra bir arada oturduk.Sözcü seçmişlerdi aralarında…
Oysa hepsi de pırıl pırıl gözleri ile konuşmaya can atıyordu.
Antalyanın bir yerinde ansızın ortaya çıkıp dans etmek istiyorlardı.
Ama bu yer ve zaman gizliydi.
İlk kez bizim için dans etmişlerdi ama sayıları 100 civarındaydı..
Yaptıkları işten büyük keyif aldıkları belliydi.
Biraz sonra Atatürk Kültür Merkezinde provaları olacaktı.
Büyükşehir belediyesi Kültür ve sosyal işler Daire başkanı onlara Cam piramitte zaman vermişti.
Bir araya gelip sürpriz dansı çalışacaklardı.
Kendilerine bu görüşmeyi yazacağıma dair söz verdim.
Farklı yaşlardalar.. Farklı okullarda okuyor farklı gelecek planları yapıyorlardı ama bu işte birliktelerdi.
Kendilerini önemsemeyenlere verecekleri bir mesajları vardı.
Bu yüzden seçtikleri şarkının adı “ onlar bizi önemsemiyor” olmuştu.
Ufuk , Gökhan , Aykut , Dudu , Mehmet , Gizem , Ezgi büyük prova için yanımızdan ayrıldı…
9 mayıs 2010 Pazar …
Cumhuriyet meydanı Atatürklerinin dizinin dibindeler.
Saat 15-oo..
Müziğin başlaması ile alanda gezinenler dans ederek bir araya geliyorlar…
O an orada olanlar şaşkın…
Ve kendiliğinden dans başlıyor.
Gençler nasıl da yakışıyor Cumhuriyet meydanına…
Kalabalık hızla artıyor.
Cep telefonları kayda başlıyor…
Çok değil 5 dakika sürüyor …Her şeyi ile çok başarılı bir iş…
Sonra yine geldikleri gibi dağılıyorlar…
Harika bir iş çıkardınız çocuklar sizi seviyor ve umursuyoruz.
13 mayıs 2010 Perşembe …
Atatürk stadyumu…19 mayıs bayramının genel provası var.
Gençlerimiz bir arada toplu gösteriye çalışıyorlar.
Tribünde oturanlar gölgede…Ama sahanın içi…çok fena…
Bayılanlar…hastalananlar…burunları kanayanlar…
Sayısı belli değil.
Çimen alerjisi…giydirdikleri petrol atığı giysiler nedeniyle oluşan kontakt dermatitler…
Çocuklar perişan…
Öğretmenler sağa sola koşuşturuyorlar…
Adam üstüne gelen bu perişan kalabalığa korku içinde bağırıyor ben sağlıkçı değilim kardeşim çaycıyım….
Ortada ne bir doktor ne de bir ambulans var.
Oysa Antalyanın neredeyse bütün gençleri orada.
Bayramlarını kutlamak üzere genel prova yapıyorlar.
Bayılıp ayılıyorlar…Burunları kanıyor…deliler gibi kaşınıyorlar…
Evine ulaşan çocuk ertesi günü yatakta geçiriyor.
Hepsinin ortak duygusu şu…
Ulusal bayramlardan nefret ediyoruz…
Böyle bayram mı olur?...
Üzgünüm çocuklar diyorum benimle konuşanlara..
Çok üzgünüm ama size de söz veriyorum Büyükşehir belediye başkanımıza bu durumu anlatacağım…
Bir ajansla olmadı bir şirketle anlaşarak çözer bu sorununuzu…
DOĞANIN ÇIĞLIĞINI DUYUN
Gazetemize ödül
Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından Anadolu basınının çalışmalarını teşvik etmek değerlendirmek ve yerel gazeteciliğin güçlenmesini sağlamak amacıyla her yıl düzenlenen ‘Anadolu Basını Özendirme Yarışması’nı 2010 yılında kazananlar belli oldu. Yarışmada, gazetemiz muhabiri ve köşe yazarı Reha İlhan ‘Çığlık Çığlığa Tükeniyoruz’ adlı makalesiyle ikinci oldu.
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA TÜKENİYORUZ…
Ben bir Sedir ağacıyım dağlarınızda…
100 yaşındayım…
Büyük büyük annem Dünyanın en güzel doğasında yaşadığımızı söylemişti bana.
Ben bebeklerimin yüzüne bakamıyorum.
Çığlık çığlığa bitiriyorlar bizi.
Eskiden aslanlar yaşardı gölgeliklerimizde..
Kocaman kurtlar korkardı onlardan..
Sonra insanlar geldi gölgemize..
Sonrası artık yok gibi..
Farkında mısınız tükettiğiniz biz değiliz.
Kendi hayat kaynaklarınızı tüketiyorsunuz.
Kendi kendinizi yok ediyorsunuz.
İçinde yaşadığınız dünyayı yiyerek bitiren peynir kurtları gibisiniz.
Tabii ki üzülüyorum..ve sizi son bir kez uyarmak istiyorum..
Çok yakında içinde yaşayacağınız bir dünyanız olmayacak.
Ağacı olmayan bir dünyanın neresinde yaşayacaksınız?.
Akıllı olduğunuzu sanıyorsunuz.
Büyük babam anlatırdı sizin ne kadar akılsız olduğunuzu.
Bilge ağaçtı Büyük babam..
Şurada ilerideki tepede kocaman gövdesiyle izlerdi Çığlıkkarayı…
Buranın en heybetli Sediriydi..
Akılsız dediği insanlar geldiler bir gün…Hepimiz çok ağladık…çok bağırdık..
Çığlık çığlığaydı çığlıkkara….
Koca babam yıkıldığında…
Kötüsünün geleceğini anlamıştık…
Ama siz …anlamadınız.
“Çığlıkara olarak değil de bölgeyle ilgili “bilgi”verebilirim. Toplam yaklaşık 50 bin hektar sedir var bölgede. Bunun 20 bin hektarı verimli orman. 10 bin hektarlık da verimsiz alan var. Maden şirketleri bu 10 bin hektarlık verimsiz alanda çalışıyor. Çığlıkara’nın tabiatı koruma alanında çalışma yok yani. Sayı olarak da yaklaşık 30 milyon sedir olduğunu söyleyebiliriz. 20 bin hektarı 1500’le çarparsanız, 30 milyon eder. Bu bölge sedirin en güzel gelişim yaptığı alan. 125 ila 1750 metrelik yükseltideki en iyi yetişme alanı burası. Örneğin Maraş bölgesinde 100 yaşındaki bir sedir 2 metreküp gelir, burada 3,5 metreküp gelir. Bu tür ilk kez Lübnan’da bulunduğu için literatüre ‘Lübnan Sediri’ olarak geçmiş. Ancak şimdi Toros Sediri olarak düzeltildi.”Elmalı Orman İşletme Müdürü Salih Çoban..Odatv.com dan alınmıştır.
Yüz yıllardır buradayız.
Ben yüz yaşındayım.
Kartallar yuva yaptı dallarıma..
Tavşanlar kovuklarımda büyüdüler.
Gölgemde yaşar vahşi hayat.
Ben bir Sedir ağacıyım Çığlıkkara da…
Taş ocakları dediniz dağlarıma…
Odun dediniz gövdeme…
Çığlık çığlığa tükettiniz bizi…
Çığlıkkara dediniz yurduma…
Duyduklarınız bizim çığlığımızdı…
Kara olan ise sizin geleceğiniz….
9 Mayıs 2010 Pazar
LARA KENT PARKI
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
ŞEHİR BİR BAHAR SABAHINA UYANMIŞTI …
Belediye başkanlarımızın tamamı uyuyorlardı…
O kadar çoklar ki…
Hepsi de bir şeyler yapar gibi yapıyorlar…
Ama o saatte hepsi uyuyorlardı.
Şehir ılık bir bahar sabahına uyanırken nasıl güzel olur bilmiyorlardı..
Oysa şehrimiz zaten Dünyanın en güzel şehriydi…
Hele bir de uyanırken görün O nu..
Saat 06 – 15 te buluştuk..
Lara Kent Parkına doğru yola çıktık…
Hatırladınız değil mi?...Bizim bir KENT PARKIMIZ var…
Dünyanın çok az şehrinde var..
Bir elin parmakları kadar bile değil Kent parkı olan şehir sayısı
Dünyanın hiçbir şehrinde olmayan özellikleri ile burnumuzun dibinde bir KENT PARKIMIZ var…
Sayısını bilmediğimiz endemik bitki ve hayvan varlığı ile bir Dünya güzelliği.
Lara Birlik oto parkına arabamızı park ettik.
Yürüyüş malzemelerimiz ve fotoğraf makinelerimiz ile ormana girdik.
Kum da yetişen ve denizin sadece 200 metre ötesinde yüzyıllık bir çam ormanımız var.
İtalyanların işgal sırasında ilgilendikleri söyleniyor.
Yani yüz yıldır ilgi ve sevgi bekliyor bizden…
Süleyman Evcilmen e karşı direnişimizin , Lara Kent parkı için yaptıklarımızın ne kadar az olduğunu O bahar sabahı anladım…
İnanın bana şehrin sadece O bölgesi bile bizim 21. yüzyıl projemiz olabilir.
Muhteşem bir doğa parçası…Şehrin içinde…
Size 10 dakika mesafede olabilir ..Ama KENT PARKIMIZ artık şehrin içinde..
Orman uyanalı çok olmuştu…
Kuşlar sabah şarkılarını bitirmek üzereydiler…
Çiçekler güneşe selamlarını vermiş öz suları gövdelerinde yükseliyordu…
Neler görmedik ki..?
Caretta caretta ölüsü atılmıştı inşaat molozları ile birlikte…
Her yer moloz ve çöp doluydu zaten…
Buna rağmen müthiş bir macera sundu bize…
Bizden başka kimsenin farkında olmadığı bir doğa harikasında ziyaretçiydik…
Başka bir Dünyadaymışçasına hafiflemiştik….
Orhan Kaptan haklı olarak benim ormanım diyor…
Her yerini biliyor…Sabah yürüyüşlerini orada yaşayan canlılarla birlikte yapıyor…
Dört tekerlekli motorların açtığı yaraları sarıyor gözleri ile…
Kese kurtlarına karşı savaşıyor tek başına…
Filamingolar O nu tanıyor artık..
Ilgınlar pembe tomurlarını onun için açıyor…
Bir bahar sabahıydı….
Şehir uyanırken….Belediye başkanlarımız uyuyorlardı…
ŞEHİR BİR BAHAR SABAHINA UYANMIŞTI …
Belediye başkanlarımızın tamamı uyuyorlardı…
O kadar çoklar ki…
Hepsi de bir şeyler yapar gibi yapıyorlar…
Ama o saatte hepsi uyuyorlardı.
Şehir ılık bir bahar sabahına uyanırken nasıl güzel olur bilmiyorlardı..
Oysa şehrimiz zaten Dünyanın en güzel şehriydi…
Hele bir de uyanırken görün O nu..
Saat 06 – 15 te buluştuk..
Lara Kent Parkına doğru yola çıktık…
Hatırladınız değil mi?...Bizim bir KENT PARKIMIZ var…
Dünyanın çok az şehrinde var..
Bir elin parmakları kadar bile değil Kent parkı olan şehir sayısı
Dünyanın hiçbir şehrinde olmayan özellikleri ile burnumuzun dibinde bir KENT PARKIMIZ var…
Sayısını bilmediğimiz endemik bitki ve hayvan varlığı ile bir Dünya güzelliği.
Lara Birlik oto parkına arabamızı park ettik.
Yürüyüş malzemelerimiz ve fotoğraf makinelerimiz ile ormana girdik.
Kum da yetişen ve denizin sadece 200 metre ötesinde yüzyıllık bir çam ormanımız var.
İtalyanların işgal sırasında ilgilendikleri söyleniyor.
Yani yüz yıldır ilgi ve sevgi bekliyor bizden…
Süleyman Evcilmen e karşı direnişimizin , Lara Kent parkı için yaptıklarımızın ne kadar az olduğunu O bahar sabahı anladım…
İnanın bana şehrin sadece O bölgesi bile bizim 21. yüzyıl projemiz olabilir.
Muhteşem bir doğa parçası…Şehrin içinde…
Size 10 dakika mesafede olabilir ..Ama KENT PARKIMIZ artık şehrin içinde..
Orman uyanalı çok olmuştu…
Kuşlar sabah şarkılarını bitirmek üzereydiler…
Çiçekler güneşe selamlarını vermiş öz suları gövdelerinde yükseliyordu…
Neler görmedik ki..?
Caretta caretta ölüsü atılmıştı inşaat molozları ile birlikte…
Her yer moloz ve çöp doluydu zaten…
Buna rağmen müthiş bir macera sundu bize…
Bizden başka kimsenin farkında olmadığı bir doğa harikasında ziyaretçiydik…
Başka bir Dünyadaymışçasına hafiflemiştik….
Orhan Kaptan haklı olarak benim ormanım diyor…
Her yerini biliyor…Sabah yürüyüşlerini orada yaşayan canlılarla birlikte yapıyor…
Dört tekerlekli motorların açtığı yaraları sarıyor gözleri ile…
Kese kurtlarına karşı savaşıyor tek başına…
Filamingolar O nu tanıyor artık..
Ilgınlar pembe tomurlarını onun için açıyor…
Bir bahar sabahıydı….
Şehir uyanırken….Belediye başkanlarımız uyuyorlardı…
4 Mayıs 2010 Salı
ŞİRKETİMİN BAYRAMI...
KÖŞE TAŞI REHA İLHAN
ŞİRKETİMİN BAYRAMI
Yönetmeye talip olan kişilerin yönetebilme kapasitelerinin yanı sıra yönetilme özellikleri de olmalı.
Ben buna yöneticinin altın kuralı diyorum.
% 70 yönetebilir olma % 30 yönetilebilir olma..
Talip olduğunuz görevin gerektirdiği bütün becerilerin yanında işte bu % 30 luk kısım sizin diktatör olmanızı engeller.
Yakın ve uzak çevrenizi dinleme , anlama ve empati yeteneklerinizdir bunlar.
Bu özellikleriniz yoksa siz yönetici değil bir beceriksizsinizdir.
Olsanız olsanız basit bir Diktatör heveslisi olursunuz.
Fazlası değil.
Yönetici yönetmesi gereken şeyin sadece kurumsal bir yapı değil O kurumsal yapıyı oluşturan insan , makine ve para olduğunu bilmelidir.
İyi yönetici , insanı ve diğer tüm imkanları yönetmeyi beceren kişidir.
Kötüsü ise ….
Çevrenize bakın göreceksiniz.O kadar çoklar ki…
Yönetmesi için seçildiği yere oturup yönetmesini beklediğimiz insanlar tarafından yönetilen ….
Yönetmesi gereken para tarafından yönetilen yöneticiler.
Başarılı iş adamı parayı ve çalışanlarını sevk ve idare eden kişidir.
Bunun bir üstü , yakın ve uzak çevresini dinleyen , anlayan ve empati kurabilen insandır.
İşin özüne doğru yaklaştığımızı düşünenler için kötü haber..
Bir adım geri çekilip resmi daha büyük görmemiz gerekiyor.
Adam Dünya Bankası Türkiye temsilcisi…
Kadın Avrupa Parlamentosu Türkiye masası şefi.
İri iri laflarla anlatıyorlar..yetmiyor , tehdit ediyorlar…
Biz beş arkadaş oradayız ve yemiyoruz çünkü…
Boş verin bunları diyorlar…Para bizde…istemediğiniz kadar çok para var.
Hepsi sizin emrinizde isteyin yeter..
Belediye başkanlarına söylüyorlar bunları.
Yapın projelerinizi borç para verelim.
Bir tek şartları var.
KÜRESEL DÜŞÜNMEK…
Yeter ki ULUSAL DÜŞÜNCENİZ OLMASIN…
Yerel davranabilirsiniz…Siz zaten yerel bir örgütsünüz..Antalyasınız.Merkezi hükümetin denetim ve zulmünden kurtulmalısınız..Özgür olun..kendi projenizi yapın ,bize borçlanın…
KÜRESEL DÜŞÜNÜN YEREL DAVRANIN…
BORÇLANIN….BORÇLANIN….BORÇLANIN.
Sloganları da bu..
Geç ulusal mulusal olmayı hemşerim…Boş ver Türkiye yi sen ..Antalya yı düşün…kendini düşün…
İşte bu gün yaşadığımız ve rahatsızlık duyduğumuz her şeyin arka planın da bu çarpık ilişkiler ağı var.
Raylı sistem mi istiyorsunuz buyurun size borç para…Abuk subuk bir iş yapın ve bize borçlanın..sonrası kolay…Hallederiz…Anlaşırız bir şekilde.
Geldiğimiz yer mi?...
Geldiğimiz yer bırakın derin bir nefes alıp düşünmemizi ,nefes bile aldırmıyor bize…
ULUSAL EGEMENLİK BAYRAMI …oldu size ŞİRKETİMİN BAYRAMI..
GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI …..ŞİRKETİMİN GENÇLİK ŞENLİĞİ …
Gençlik gençlik olalı böyle şenlik görmemiş…
Vur patlasın çal oynasın….
Para sizi yönetmeye başladı mı…çekiverin kuyruğunu gitsin…
ŞİRKETİMİN BAYRAMI
Yönetmeye talip olan kişilerin yönetebilme kapasitelerinin yanı sıra yönetilme özellikleri de olmalı.
Ben buna yöneticinin altın kuralı diyorum.
% 70 yönetebilir olma % 30 yönetilebilir olma..
Talip olduğunuz görevin gerektirdiği bütün becerilerin yanında işte bu % 30 luk kısım sizin diktatör olmanızı engeller.
Yakın ve uzak çevrenizi dinleme , anlama ve empati yeteneklerinizdir bunlar.
Bu özellikleriniz yoksa siz yönetici değil bir beceriksizsinizdir.
Olsanız olsanız basit bir Diktatör heveslisi olursunuz.
Fazlası değil.
Yönetici yönetmesi gereken şeyin sadece kurumsal bir yapı değil O kurumsal yapıyı oluşturan insan , makine ve para olduğunu bilmelidir.
İyi yönetici , insanı ve diğer tüm imkanları yönetmeyi beceren kişidir.
Kötüsü ise ….
Çevrenize bakın göreceksiniz.O kadar çoklar ki…
Yönetmesi için seçildiği yere oturup yönetmesini beklediğimiz insanlar tarafından yönetilen ….
Yönetmesi gereken para tarafından yönetilen yöneticiler.
Başarılı iş adamı parayı ve çalışanlarını sevk ve idare eden kişidir.
Bunun bir üstü , yakın ve uzak çevresini dinleyen , anlayan ve empati kurabilen insandır.
İşin özüne doğru yaklaştığımızı düşünenler için kötü haber..
Bir adım geri çekilip resmi daha büyük görmemiz gerekiyor.
Adam Dünya Bankası Türkiye temsilcisi…
Kadın Avrupa Parlamentosu Türkiye masası şefi.
İri iri laflarla anlatıyorlar..yetmiyor , tehdit ediyorlar…
Biz beş arkadaş oradayız ve yemiyoruz çünkü…
Boş verin bunları diyorlar…Para bizde…istemediğiniz kadar çok para var.
Hepsi sizin emrinizde isteyin yeter..
Belediye başkanlarına söylüyorlar bunları.
Yapın projelerinizi borç para verelim.
Bir tek şartları var.
KÜRESEL DÜŞÜNMEK…
Yeter ki ULUSAL DÜŞÜNCENİZ OLMASIN…
Yerel davranabilirsiniz…Siz zaten yerel bir örgütsünüz..Antalyasınız.Merkezi hükümetin denetim ve zulmünden kurtulmalısınız..Özgür olun..kendi projenizi yapın ,bize borçlanın…
KÜRESEL DÜŞÜNÜN YEREL DAVRANIN…
BORÇLANIN….BORÇLANIN….BORÇLANIN.
Sloganları da bu..
Geç ulusal mulusal olmayı hemşerim…Boş ver Türkiye yi sen ..Antalya yı düşün…kendini düşün…
İşte bu gün yaşadığımız ve rahatsızlık duyduğumuz her şeyin arka planın da bu çarpık ilişkiler ağı var.
Raylı sistem mi istiyorsunuz buyurun size borç para…Abuk subuk bir iş yapın ve bize borçlanın..sonrası kolay…Hallederiz…Anlaşırız bir şekilde.
Geldiğimiz yer mi?...
Geldiğimiz yer bırakın derin bir nefes alıp düşünmemizi ,nefes bile aldırmıyor bize…
ULUSAL EGEMENLİK BAYRAMI …oldu size ŞİRKETİMİN BAYRAMI..
GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI …..ŞİRKETİMİN GENÇLİK ŞENLİĞİ …
Gençlik gençlik olalı böyle şenlik görmemiş…
Vur patlasın çal oynasın….
Para sizi yönetmeye başladı mı…çekiverin kuyruğunu gitsin…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)