ERTEN’LERİN ANTALYA’SI?
Bu gün günlerden ne?..Dışarıda hava nasıl? Peki ya sizin havanız nasıl?...Benim yanıtlarını asla bilemeyeceğim sorular bunlar.
Üstelik bütün bu yanıtların , sizin bu yazıyı okumanız ya da okumamanız üzerinde dolaylı etkisi var.
İşte bu yüzden sizinle yazının başında bir şeyleri paylaşmalıyım...
Olabilir, bu upuzun görünen küçücük harflerle dizilmiş yazıyı okuma sabrına sahip olamayabilirsiniz.Sizden istediğim gazetenizin bu sayısını bir yere kaldırın.Baş ucu kitaplarınızın arasında da durabilir.Bu yazıyı şimdi olmayacaksa , kendinizi zaman makinesinin kapısını kapatıp , “geçmiş “düğmesine basmaya hazır hissettiğinizde okursunuz.
Cemil Cahit Sönmez , Fikri Erten’in oğlu ile konuşmak ister misin ?” diye sorduğunda , “ çok sevinirim” dedim.Benim için yüz yıl öncesi ile randevulaşmak gibiydi.Antalya’nın yüzyıl önceki günlerine gitmek, Sadettin Erten ile babası Süleyman Fikri Erten’in Antalya’sını konuşmak benim için büyük bir anlam ifade ediyordu.
İki yıldır üzerinde çalıştığım ve “Antalya hikayeleri projesi “ adını verdiğim kitap çalışmalarımda beni kendine çeken , çok güçlü bir kişilikti Fikri Erten.
Antalya’nın hangi zamanına ve neresine gidersem gideyim hep Onunla buluşuyordum.O’nun beni görmediği , hiç konuşmadan ama göz göze geldiğimiz zamanda yolculuklardı bu anlar.Bu gün “Tarihi Antalya “olarak gördüğümüz her şeyde O’nun izi vardı.Sonunda Antalya’nın geçmişine gittiğim her seferde göz göze geldiğimiz bu “çılgın , bıçkın” adamın konuşmalarını duyabilecektim.
Cumhuriyet meydanından batıya doğru yürürken kendimi zamanda yolculuk yapmaya hazırlamıştım.Kapsüle biner gibi bindim apartmanda ki asansöre.Yedi kat yukarıda başka bir zamana çıktık.Kapıda karşıladı bizi Sadettin Erten.Önce Cemil Cahit Sönmez, sonra ben öptük elini.Güçlü elleri ile sıktı elimizi.Ziyaretimizden çok memnun olmuştu.Mütevazi evinin salonunda , bir asır öncesinin Antalya’sını konuşmaya başladık.
GEÇMİŞTE ÇOCUK OLMAK
“Bizler artık antik eseriz” diye başladı söze Sadettin Erten.1922 yılında doğmuştu.O zamanlar farkında değildi ama babasının Antalya’sını yaşamıştı.Beş çocuklu bir ailenin en küçüğüydü.Fikri Erten 50’li yaşlarındaydı O doğduğunda.Antalya için mücadele eden babasını pek anlamamıştı.İlk gençlik yıllarında da İstanbul kuleliye gitmiş , çok sonraları 1956 yılında Ankara’da babasını yanına almıştı.O günlerin içinden süzüp hatırladıkları bile benim için çok değerliydi..
Hep birlikte 1935 yılının gürültülü ve heyecanlı anılarına geçtik.Bu kendiliğinden oldu.Ama belli ki O yıllar Sadettin Erten’in ilk gençlik yıllarının aklında kalan günleriydi.Antalya lisesinin kuzey binasında sekizinci sınıf öğrencisi Sadettin , kısa bir süre sonra ablası ile evlenecek olan bir insanla karşılaşmıştı.Telaşla ve heyecanla yaşanan delikanlı günleriydi.
“Babam berber Ahmet’i çok severdi.Manevi evladım derdi O’na.Açıkçası O bizimde pirimizdi.Bizde çok severdik O’nu.Dükkanın yarısını ayıran bir perde vardı.Okuldan kaytardığımızda Çantalarımızı oraya bırakır Konya altı yokuşuna giderdik.Tophaneye giderdik.Limanda ki mavnaları , geldiyse vapuru seyrederdik.Tarzan Cemil ‘den tut , torba Turan’a kadar hepimiz O’nun etrafında büyüdük.O zamanın büyükleri de hep oraya gelirdi.Perdenin arkasında açık şarap içer muhabbet ederlerdi.Biz içmezdik.Berber Ahmet çok kültürlüydü.Kendini yetiştirmişti.Yaşı bizden çok büyük değildi.Benim abim gibiydi.Ben mühendis olmak istiyordum. Abim doktor olmak istiyordu.O zaman Konya Lisesi çok başarılı bir liseydi.Abim orada okuyordu.Benimde isteğim liseye geçince Konya lisesine gitmekti.Bir yıl yatılı okumak için 150lira ödemek gerekiyordu.Orta okulu bitirdim ve bütün yaz aylarını bu umutla geçirdim.Elbiselerimiz evde dikilirdi.Herkesin elbisesi dikiliyor, provalar yapılıyor ama benim elbisem dikilmiyordu.Okullar açıldığında abim onuncu sınıfı okumak için Konya’ya gitti.Ben evde kaldım.Beni göndermediler.Çok üzülmüştüm.Adeta çöktüm.Mühendislik hayalim bitmişti.Babam beni Antalya lisesine götürdü.Artık okumak için çok isteksizdim.Sonraları ablalarımdan öğrendim.Babamın memur maaşı iki çocuğunu birden Konya lisesinde okutmaya yetmiyordu.İsteksizde olsa okula gidiyordum.Ortanca ablam Gazi Mustafa Kemal İlk okulunda öğretmendi.O’nun izdivacı Selim Refik ile oldu.Selim Refik edebiyat öğretmeniydi.O yıllarda sınıfı geçmek için iki dönem karne alır sonrada şifahi imtihana girerdik.Bir gün ara ile her dersin sözlü sınavına giriyorduk.Sıra Türkçe sınavına gelmişti.Üç soru sorulur cevaba göre not verilirdi.Bir de şiir okutulup bir not daha eklenirdi.Derse çalışmış , şiiri ezberlemeye geçmiştim.Bizim ev Kemiklik mahallesindeydi.Yedi arıkların bir kolu şarampolden geçer bizim evin bahçesinin ortasından limanda ki fabrikanın değirmenine dökülürdü.Bahçemizde çayın başında sırtımı ağaca vermiş öğretmenim Reşat Oğuz bey’in verdiği şiiri ezberlemeye çalışıyordum.Reşat Oğuz babamın talebesiydi.Tekrar tekrar okuyor ancak bir türlü ezberleyemiyordum.Babamın arkamdan gelip omuzuma dokunması ile irkildim.
- Çok tekrarladın..
- Bu şiiri bir türlü ezberleyemedim baba…
- O şiir öyle okunmaz da ondan .
Kitabı elimden aldı.Şiiri aruz veznine uygun bir şarkı ile okumaya başladı.Aruz vezninin her şeklinin ayrı bir melodisi vardır.Sonra kitabı bana vererek gitti.Aynı şekilde şarkı gibi okumaya başladım.iki yada üç okumada şiiri ezberlemiştim.Bisikletime atlayıp arkadaşlarımın yanına oynamaya gittim.Ertesi gün Okulda sıramızı bekliyorduk.Sırası gelen odaya giriyor.Bir torbadan üç soru çekiyor ve bir köşede sorulara hazırlanıyordu.Sınıfa girdim.İçeride bir kaç öğretmen vardı..Benden önce giren çocuk çıkınca ben elimdeki üç sorudan ikisini cevapladım.Öğretmenim Reşat Oğuz “tamam çıkabilirsin “ dedi.Ama Selim Refik bey “Dur bakalım şiiri okumadın “ dedi.Ben babamın bana öğrettiği şekilde şarkı makamında okudum şiiri.” Ne biçim okuyorsun “ “Kim öğretti sana bunu” dedi.”Babam” dedim.Reşat hoca babamı kastederek “ Hocamız efendim” dedi.Niye bilmem Selim Refik beni hızla iterek açık kapıdan dışarı itip kapıyı arkamdan kapattı.Biz 5-6 arkadaşız, her hafta bisikletlerimizle Yenice’ye giderdik.Hepimizin bacağında çorabımıza saklı bıçaklar vardı.Beni dışarı itip kapıyı kapatınca çok sinirlendim.Kapıyı açıp içeri daldım,Reşat oğuz beni tutup dışarı çıkardı.Okulun dışına kadar benimle geldi.Sakin olmamı ve dersten geçtiğimi söyledi.Sinirden ağlıyordum.Üzülme sen geçtin deyip beni sakinleştirmeye çalışıyordu.Tarzan Cemil, barut Ali , Keçi Hasan ikmale kalmışlar.Okulun önünde toplanmışlardı.Spor, müzik ve resim derslerinden kalmışlar.Müzik öğretmenimiz bir hanımdı.Soruları bilemeyince bunlara “iyi peki demiş sol anahtarı çizin de geçer not vereyim”..Bunlar sol anahtarı diye kapı anahtarı çizince geçememişler tabii.Çok kızgınlar.Öğretmenleri dövecekler.Bana da sen de Türkçe öğretmenine kızdın bizimle gel dediler.Foto Fenni’nin köşesinde gizlenip öğretmenlerin gelip gidişlerini gözlüyoruz.Ellerinde çuval ve battaniyeler bekleşiyoruz.Ama babam çok düzenli bir adam.Akşam yemeğinde herkes masada olacak.Yoksa çok kızardı.Ben akşam olunca bırakıp eve gidiyorum.Babam kızmasın diye.Bir akşam evin kapısına gelip beni çağırdılar.Bunlar müzik öğretmenini dövmüşler.Polisler de bunları yakalamış Yenikapı karakolunda dövüyorlar.Neyse araya girenler oldu tutanakları yırttılar filan bunları saldılar.İşte bu edebiyat öğretmeni Selim Refik benim ablamı istedi.Babam aramızda olanları bilmiyor tabii.Evlendiler. Benim eniştem oldu.Ama kendisini hiç sevmedim.Yüzünü bile görmek istemezdim.Evlerinin önünden geçer müzeye babamın yanına giderdim.Ama onların evine uğramazdım.Aslında sınıfta önde oturur derslerime çalışırdım , ama edebiyat derslerinde kaytarır, kitaplarımı berber Ahmet’in dükkanına bırakır, Konya altı yokuşuna gider denizi seyrederdim.İlk karne de edebiyat 2 geldi.Altı tane de zayıfım var.Okumak filan istemiyorum.Yazın zaten babam beni marangozun yanına göndermişti.Okulu bırakacağım.Ama O yaz, Oğuz’lar İstanbul’dan tatil için eve dönünce , onları şıkır şıkır askeri elbiseler içinde görünce çok özendim bana bir heves geldi.Oğuzlar İstanbul Maltepe askeri lisesindeler.İstanbul O zaman bizim için ulaşılması imkansız bir yer.Kafaya koydum Askeri okula gidecektim.İkinci dönem derslere bir asıldım.Doğrudan mezun oldum ve Kuleli askeri lisesine girdim.
SURLAR YIKILIRKEN BABAM ÇOK ÜZÜLDÜ.
Hatırlıyorum tabii..Antalya lisesi 9. Sınıftaydım.Surlar yıkılmaya başladı.Açıkçası biz bunun farkında değiliz.İki adam var ellerinde kalın demirler taşları kanırtarak yıkıyorlar.Ama bizim Dünyamız farklı .Delikanlı yıllarımız.Başka şeylerle ilgiliyiz.Rex marka bisikletim var.Biniyorum Müzeye babamın yanına gidiyorum.Bisikletimi oraya bırakıp okula geçiyorum.O günleri iyi hatırlıyorum.Antalya lisesinin kuzey binasının alt katında , hani sınava girdiğimi anlattım sınıfta okuyorum.Öğlen yemeğinde de müzeye babamın yanına gidiyorum.Giderken süt alıyorum.Okkası dört kuruşa süt satılıyor.Alıp Müzeye götürüyorum.Bekçi Şemsi var.O kaynatıyor sütü ,biraz şeker , bol ekmek doğruyoruz , mis gibi , babamla birlikte yiyoruz.Yağmurlu bir kış günüydü.Sabah evden çıkarken annem beni durdurdu.” Oğlum baban bir haftadır çok dalgın, bizimle de konuşmuyor.Suratı asık geziyor.Sor bakalım neden acaba?” dedi.İşte ben sütü aldım bekçi Şemsi’ye vermek için bodruma indim.O zamanlar Kiliseden bozma Alaeddin camiinde müze.Bodrum katı putlarla filan dolu.Çan kulesinin yanından bir kapı ile inilirdi bodruma.Şemsi sütü kaynattı.Babamla benim oturduğum masaya kaseyi koydu.Biz karşılıklı oturmuşuz sütü kaşıkla yiyoruz..
- Baba… Bir kusurumuz mu var?
- Neden ?
- Bir haftadır bizimle konuşmuyorsun.
- Ne konuşacakmışız ki?
- Annem sabah çıkarken sana bunu sormamı söyledi.Bir haftadır suratın asıkmış.
- Canım sıkkın…
- Neden canın sıkkın?
- Nasıl sıkkın olmaz…Gözün kör mü?..Görmüyor musun?..Mektepte camdan dışarı bakmıyor musun?
- …
- Oğlum tarihi yıkıyorlar…Tekrar yapılması, onarılması gereken bu surları , rüzgarı engelliyor diye yıkıyorlar..
O zaman hatırladım..Antalya lisesinin karşısında doktor Turhan vardı, kardeşi de eczacıydı..İşte O ailenin evinin yanındaki surları yıkıyorlardı.Şimdi kafeterya olan yerler.İki adam her gün ellerinde ki kalın demirlerle surları yıkarlardı.Sonra bu adamlar yıktıkları taşların altında kalıp ölünce sur yıkımı kendiliğinden durdu.
- Baba sen müze müdürüsün ..Bir şeyler yapamaz mısın?
- Her yere müracaat ettim.Her şeyi yaptım..yeniden yapmaları gerekirken yıkıyorlar…
Canı gerçekten çok sıkılmıştı.Annem haklıydı.Babam bu konuya çok içerlemiş ve ailesi ile konuşmaz hale gelmişti.Cumhuriyet meydanının olduğu yerde de surlar vardı.Ordu evinin oraya kadar yıktılar oraları.Batı kapısı vardı orada.Babam yerini belirlemişti.Tophane surları ile aynı taş özelliği ve blok büyüklükleri vardı.Şimdi de ordu evinin önünde bir kısmı duran surların aynısıydı.Tophane çay bahçesi O zaman da aynı seviyedeydi.Ama altı kaledir.Meskenler vardı.
İSTANBUL’DA ATATÜRKÜ UĞURLARKEN ÇOK AĞLADIK
1938 yılında Kuleli askeri lisesindeydim.Atatürk hastaydı.Dolmabahçe sarayında kalıyordu.vapurla önünden geçerken marşlar söylerdik.Sesimizi duyurmak için var gücümüzle bağırırdık..O çok özel bir insandır.Türk milletinin en büyük değeridir.Ölmeden birkaç hafta önce gördüm O’nu..Antalya’ya gelişlerinde de görmüştüm.Cumhuriyet bayramı törenleri için olmalı taksim meydanında bir törene katıldık.Köprüden vapura bindik Kuleliye dönüyoruz.Sarayın önüne geldiğimizde hep bir ağızdan marş söylemeye başladık.Üzerinde ev giysisi vardı , cama çıktı ve bize el salladı.O’nu bize el sallarken görünce daha bir gür sesle söyledik marşımızı.O’nu son görüşüm oldu.Naaş’ını Ankara’ya uğurlarken Gülhane parkı kapısından denize kadar olan iç yolu biz kuleli öğrencilerine vermişlerdi.O gün hepimiz ağlıyorduk.Bütün Türkiye ağlıyordu.Top arabasının üzerinde önümüzden geçti …Üçer adım ara ile dizilmiştik.O’nu asker selamı ile selamladık.Haydarpaşa’ya götürüldü.Oradan da trenle Ankara’ya..Bize bir hafta izin vermişlerdi.Ben de Ankara’ya gittim.Ablamın evine.Ankara’da trenden inince elimde çantam, gençlik parkının yanından Ulus’a doğru yürüdüm.Kalenin altında ki Taş han’a doğru çıkıyordum.Büyük Millet Meclisin de bir katafalka konulmuştu..Uzun bir süre O’nu seyrettim.Millet ağlayarak girip , ağlayarak çıkıyordu.Atatürk ,14-15 milyon Türk’ün zihnine işlenmiştir.O’nun ölümü , Türklerin sahip oldukları en büyük değerlerini kaybetmeleridir.O’nun şahsını görmek çok önemliydi.Ben O’nu Antalya’ya gelişinde gördüm.Bu benim için çok kıymetli bir andır.O’nun geçmişten geleceğe olan inancı ile yetiştirildik.O artık Türklerin zihninden silinemez.Avrupa devletlerinin işgal ettiği bu toprakta Atatürk mukaddes bir varlık olarak doğdu.Bütün mesele cehaletle mücadeledir….Atatürk için ne desem az.Bu günkü varlığımızı , her şeyimizi O’na borçluyuz.Çok büyük bir liderdi.İleriyi gören bir insandı….
BABAM FİKRİ ERTEN….
Babam , Bosna da kalabalık bir ailenin çocuğu olarak doğmuş.Sekiz kardeşi vardı.Okumaya çok meraklıymış.İki abisi O’nu Saraybosna yerine İstanbul’a göndermeye karar vermişler.İstanbul Fatih medresesinde okumuş.Tatilde yaşadıkları yere gelen medrese öğrencilerine imrenirmiş.Türkçe öğrenmeye çalışırmış..Az bir para denkleştirip İstanbul’a yollamışlar O’nu.1943 yılıydı.Babam , Abim ile beni yanına alıp İstanbul’a götürdü.Fatih camiine gittik.Medrese hala duruyordu.Kendisinin çırak olarak girdiği yeri gösterdi.O zamanlar küçük odalardan oluşan bir yapıydı.Her odada iki talebe ve bir çırak kalıyormuş.Çıraklar odanın bakımını yapıyor, Odun taşıyıp düzeni sağlıyormuş.Bir yıl sonra mezun olan talebenin yerine çırak talebe olurmuş.İlk yıl yanında ki para ile geçinmiş.İkinci yıl ramazan ayında Trakya da ki köylere talebe hoca olarak gönderilmiş.Dil bilmediği için çok zorlanmış.O yıl medreseye bir torba bulgur ve bir torba buğday ile dönmüş.Üç ay sadece kuru fasulye yiyebilmiş.Sonra dil öğrenince işler düzelmiş.Bosna’ya ailesini ziyarete dönünce de askerlik çağın geldi deyip askere almak istemişler.Abileri gizlice sınırı geçirip medreseye geri dönmesini sağlamışlar.Bir daha da ülkesine dönememiş.Türkiye de kalmış.Eğitimini tamamlayınca Bolu’ya tayin olmuş.Sonra da Antalya…Antalya Lisesinde yardımcı öğretmenlik yapmış.Sonra da kurduğu müzeye müdür olmuş….
SİZE ATATÜRK’ÜN ANTALYA’YA GELİŞİNİ ANLATAYIM….
Siz bu satırları okurken geçen zaman gibi geçmişti zaman.Geçmişin büyülü dünyasından çıkmış , ağır bir yorgunluk duyuyordum.Ama O hiç yorgun görünmüyordu.Anlatmaya ve paylaşmaya hazırdı.İzin istedik.”Olur ama bir daha ki sefere size bu fotoğrafın anısını anlatacağım.” Dedi.Elinde büyütülmüş ve kaba bir ahşap ile çerçevelenmiş bir fotoğraf tutuyordu.Eskimiş , ışığı solmuş fotoğrafta Atatürk , Fikri Erten ile birlikte Aspendos tiyatrosunun basmaklarında görünüyordu.Güçlü elleri ile tuttuğu fotoğrafı bize gösteriyor ve “Bir daha ki sefere bunu size anlatmalıyım “ diyordu…
Sadettin Erten , babasının izinde Antalya için bir şeyler yapmaya çalışan ve fakat babasını geç anlamış bir çocuğun yapması gereken şeyi çok sonraları da olsa zevk alarak yapıyordu…Galiba başarmıştım…Göz göze gelip sesini duyamadığım bir adamın dünyasına girmiş O’nun sesini duymuştum…Süleyman Fikri Erten’i şimdi daha iyi tanıyordum…Antalya için çok şey yapan bu adam, oğluyla konuşurken sanki benimle de konuşmuştu…O’nun sesini duymuştum…
Cemil Cahit Sönmez ile zaman kapsülüne asansöre tekrar bindik..Yedi kat aşağıda güneşli ve sıcak bir kış gününe çıktık…Antalya pırıl pırıldı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder